KÜRESEL dengeleri etkileme kapasitesi nedeniyle, Türkiye-Avrupa Birliği katılım müzakerelerinin başlaması büyük güçleri küresel alanda kozlarını paylaşmaya itti. ABD ve AB, yeni gelişmelere göre pozisyonlarını yeniden tanımlama yarışına girdi. Her iki tarafın da konjonktürel sevecenlikleriyle karşılaşacak olan Ankara, bu yeni dönemde tarafların her an değişmesi muhtemel taktik adımları karşısında dinamik bir siyaset üretmek zorunda.
Küresel yeniden yapılanmanın yoğunlaşmaya başladığı bir dönemdeyiz. Büyük güçler arasında Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk barış antlaşması Kıbrıs üzerine olabilir. Ritmik sarsıntıların şiddetinin arttığı zamanlarda adeta buz pistini andıran bu kaygan zeminde Ankara, devamlı değişen ortaklarla ayakta durmaya çalışacaktır. Nitekim Türkiye’nin yerel ve bölgesel anlamda attığı hemen her adımın küresel güç dengelerini etkilediğine Mayıs ve Haziran ayları boyunca şahit olduk. Bu nedenle Türkiye, küresel düşünme ile yerel hareket etme arasında oluşan gerilimi iyi yönetebildiği ve dengeye oturtabildiği ölçüde kazanacaktır. AB müzakere süreci Türkiye açısından bu dengenin sağlanmasında bir araç olabilir.
Şimdiye kadar KKTC ile doğrudan ticareti başlatacaklarını açıklayan ve hatta birkaç somut adım da atan Washington’ın, fiilî müzakerelerin başlamasına birkaç gün kala “KKTC adlı bir devleti asla tanımayacağız; adada sadece tek devlet, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni tanıyoruz” açıklaması, Rumların veto kartını daha rahat kullanmasının önünü açtı. Avrupa ise ABD’nin takındığı bu tavra cevap üretmek zorunda kaldı. Her ne kadar bu adımlar sembolik ve konjonktürel olarak algılansa da, Ankara’ya psikolojik destek ortamı sağlamasının yanında yeni manevra alanları kazandırdığı da bir gerçek.
Avrupa’nın üretmeye çalıştığı taktikler ise kısaca şunlar: Bugüne kadar Rum tezlerine en fazla destek veren Fransız Le Monde gazetesi, yıllar sonra ilk kez Annan Planı’nı reddetmeleri ve Kıbrıslı Türkleri tecrit etmeleri nedeniyle Rumları sert dille eleştiren bir yazı yayımladı. Soruna çözüm bulunmadan Rumların AB’ye alınması için büyük çabalar sarf eden Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı Mechtild Rothe’nin KKTC temasları sırasında “Kıbrıs Türk toplumu ile dayanışmamızı dile getirmeye geldik” sözlerini sarf etmesi, Rumları ikinci kez hayal kırıklığına uğrattı. Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’in KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşmesi ve diğer Avrupa başkentlerinden Talat’a davetler geldiği yönündeki haberler ise Rumları telaşlandırdı. Tam da bu ortamda gerçekleşen ABD’nin çıkışı, Rumlara veto kartını son dakikaya kadar kullanma imkânı verdi. Türkiye’nin Orta Doğu politikalarından memnun olmayan ABD’nin, Ankara’yı hemen her ortamda tam üyeliğine destek verdiği AB’de köşeye sıkıştırma çabası, Annan Planı’ndan bugüne KKTC’ye verdiği sözleri yerine getirmemiş olan Avrupalı liderleri harekete geçirdi.
Pandora, Kutusunu Açmaya Hazırlanıyor!
Ankara ile AB arasındaki 35 maddelik müzakere süreci en sorunsuz alan olarak gösterilen “Bilim ve Araştırma” ile başladı. Açılır açılmaz kapanması öngörülen “Bilim ve Araştırma” başlığını kapatmakta Avrupa hayli zorlandı. Elinde kutusu ile masaya gelen Pandora, kutuyu açmakla tehdit ederek Avrupalı liderlere soğuk terler döktürdü. Zira müzakerelerin başlatılması için en sorunsuz başlığın seçilmiş olması, bunun her iki taraf için de çok önemli bir sembolik anlamı olduğunu gösteriyor. Müzakerelerin Avrupa bilincinin oluşmasında tarihî bir öneme sahip Viyana’nın başkanlığında başlatılıyor olmasının dışında bir sembolik anlamı daha var: Bu süreç AB açısından güvenilirlilik ve samimiyet göstergesiydi. Zira ilk açma-kapama sürecinin fiyasko ile sonuçlanması, AB’nin özümseme kapasitesinin olmadığını gösterecekti.
Avrupa, etrafa kötülükler saçan Pandora’nın Kutusu’nu açmanın şimdilik yeri olmadığı konusunda hemfikir; bu nedenle kapatmanın yollarını aramaya başladı bile. Çünkü her müzakere başlığının aç-kapa işlemi, Avrupa için Çin işkencesine dönüşmekte. Şimdilik geçici de olsa bir ara yol bulundu ve kutusu elma şekeri ile değiştirilen Pandora, Ekim’e kadar evine geri gönderildi. Ekim’de şeker bitince Avrupa, Pandora’ya ne teklif edecek? Bekleyip göreceğiz, ayrılık mevsimi güzün kime ne getireceğini.
Ankara ile olan ilişkilerde Avrupa’nın özümseme kapasitesinin Rumların ipoteğinde olduğu ortaya çıktı. Geride kalan 34 maddenin aç-kapa işlemi ile katılım anlaşması için daha 69 kez AB üyelerinin (Rumların) onayı gerekecek. Bu durumda her müzakere başlığının aç-kapa işlemi diplomatik savaşa dönüşecek. Kıbrıs sorununu BM çatısından AB’ye taşımak isteyen Rumlar, süreci sonuna kadar zorlayacaklarını gösterdiler. ABD’nin Rumları cesaretlendiren girişimi ise, az kalsın yaşlı Avrupa’nın çöküşüne neden olacaktı.
Türkiye açısından en sorunsuz başlıkta yaşanan trajikomik kriz, gelecek sorunların da bir göstergesi aslında. Müzakereler, Türkiye ile AB arasında değil, Ankara’nın AB üyesi ülkeler üzerinden Kıbrıs Rum Devleti ile yaptığı pazarlıklarla başladı ve öyle devam edecek. AB üyesi ülkelerin takındığı tavır, Kıbrıs sorunu bir çözüme kavuşsa bile, Türkiye’nin üyelik sürecinin çok sancılı geçeceğinin işaretlerini veriyor.
NATO, Avrupa açısından kuruluş gerekçesini, Amerika’yı içerde, Rusya’yı dışarıda, Almanya’yı da aşağıda tutmak şeklinde açıklamıştı. Buna benzer bir stratejinin Avrupa tarafından Türkiye’ye yönelik olarak geliştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Avrupalı düşünürlerin tahayyülündeki geleceğin Avrupa’sında, FransAlmanya merkezde, Rusya uzakta ama bir şekilde bağımlı olmalı. Türkiye için ise iki seçenek düşünülmekte: Üye olacaksa mutlaka aşağıda tutulmalı ya da siyasî hareket alanının daraltılması için Avrupa limanına sıkı sıkıya demirlenmeli.
Türkiye, geleceğin dünyasında Avrupa’nın kıyısında piyon olmak istemiyorsa stratejisini sadece Avrupa’ya endekslememek zorunda. Dolayısıyla Ankara, müzakere sürecinde şu sorunun muhatabıdır: Türkiye’nin kıyısındaki bir Avrupa mı, yoksa Avrupa’nın kıyısındaki bir Türkiye mi öngörüyor? Ankara’nın bu soruya üreteceği cevap/lar sadece kendi geleceğini değil, tüm komşu bölgelerin ve içinde bulunduğu kültür-medeniyet havzasının geleceğini, dolayısıyla küresel düzenin akışını tayin edecektir.
“Tüm sorunlar aşılsa Türkiye ne zaman tam üye olur?” diye soranlara not: Avro üzerindeki haritayı kullanalım. Balkanlardaki tüm ülkeler (Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Sırbistan, Kosova (?) ve Bosna-Hersek) ile Moldova ve muhtemelen Ukrayna, AB’ye tam üye olduktan sonra belki! Zira Avro’da sadece Türkiye’nin batısı var; Gürcistan ve Ermenistan ortalıkta gözükmüyorlar şimdilik.
Paylaş
Tavsiye Et