AK Parti’ye yönelik kapatma davasıyla Ergenekon operasyonu arasında kurulan ilişki, Fazilet Partisi (FP) kapatma davasıyla Hizbullah operasyonu arasında kurulan ilişkiyi hatırlatıyor. Daha geriye gidersek, 27 Mayıs askerî darbesi öncesi TBMM’deki darbe teşebbüslerini ve bunlarda CHP’nin rolünü araştıran, DP’nin kurduğu Tahkikat Komisyonu’nun çalışmaları da akla gelebilir. Bu ilişkiyi saptayan ve 1924 Anayasası’na göre bir tür yargı yetkisine de sahip olan Tahkikat Komisyonu’nun CHP’yi kapatması ihtimali, paradoksal bir şekilde darbeyi hem hızlandıran hem meşrulaştıran bir gelişme olarak zikredilir. 27 Mayıs darbesinin gerekçelerinden biri olarak takdim edilen Tahkikat Komisyonu, Türk siyasi tarihinde DP’nin siyasi hatalarından biri şeklinde temel kabul olarak literatüre girmiştir. Hâlbuki sonradan yayımlanan hatıralarda, bu darbede CHP’nin rolü açıkça görülüyor. Bu gerçeğe rağmen Tahkikat Komisyonu’nun, DP’nin, CHP’yi haksız bir şekilde kapatma niyetinin bir göstergesi olarak anlatılmaya devam edilmesi, siyasi tarihimizdeki yerleşik çarpıtmalardan biri olarak dikkat çekiyor. “Tarih şimdidir, şimdi de tarih” anlayışıyla bugünkü hadiselere ve tarihe baktığımızda, bu hakikat daha net bir biçimde anlaşılıyor.
Hizbullah Operasyonu ve FP’nin Kapatılması İçin Psikolojik Harp
FP’nin kapatılma davasıyla Hizbullah operasyonu arasındaki ilişkiye dönelim. Refah Partisi (RP) kapatıldıktan sonra, FP’nin de kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde zamanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş bir iddianame daha hazırladı. RP’nin kapatılma kararının AİHM’de, FP’nin kapatılma davasının Anayasa Mahkemesi’nde Cemil Çiçek tarafından sözlü savunmasının yapılacağı günün öncesinde, Türkiye ve dünya kamuoyu Hizbullah operasyonlarıyla sarsıldı.
Hizbullah operasyonları, Zehra Eğitim Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım ile bazı dindar Güneydoğulu işadamlarının Hizbullah tarafından kaçırılmasından sonra başladı. 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul’daki operasyonla Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu öldürülürken, örgütün arşivi de ele geçirildi. Bunu takiben yurt genelinde yapılan operasyonlarla, örgüt evlerinin bodrum ve bahçelerinde hunharca katledilmiş 57 cesede ulaşıldı. Böylece Avrupa’da RP, Türkiye’de FP davaları bu görüntüler eşliğinde ele alınacak, yorumlanacak ve karara bağlanacaktı.
Hizbullah, önceleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bilhassa PKK’ya karşı silahlı mücadele veren ve bu haliyle de devlet tarafından görmezden gelinen, hatta korunup kollandığı söylenen bir örgüt olarak ortaya çıkmıştı. Öcalan’ın yakalanmasının ardından tasfiye edilmek istenen Hizbullah’a yönelik bu büyük operasyonun kapatma davalarına denk gelmesi, Refah ve Fazilet partileri aleyhine Avrupa ve Türkiye’de kamuoyu oluşturmak amacıyla bir psikolojik harp yürütüldüğü endişesini, haklı olarak gündeme getirdi. Nitekim operasyon görüntüleri eşliğinde, bu psikolojik harbin basındaki unsurları aşağıdaki türden yazıları kaleme almaya başladılar.
“Hizbullah’ın yöntemleri farklı da olsa söylemleri kapatılan Refah Partisi yöneticilerinin söylemleri ile benzerdir. Hizbullah örgütünün üyeleri mücadeleyi Allah adına ve Allah’ın partisinde vermektedirler. Refah Partisi de Allah’ın partisiydi!.. Ona oy verenlere cennetin yolu açılacaktı! Refah’a oy vermeyenler patates dinindendiler! Kuşkusuz Sayın Erbakan ile Hizbullahçıların ya da Almanya’daki Kaplancıların yöntemleri farklıdır. Onlar Türkiye Cumhuriyeti’ni silahla ele geçirmek için uğraşırlarken, Refahçılar seçim yolu ile iktidarı ele geçirip, hayal ettikleri ‘İslami yaşamı’ her alanda egemen kılacaklardı.” (Cüneyt Canver, Güneş gazetesi, 23.01.2000)
Operasyonun zamanı ve Hizbullah’ın vahşetinin RP ve FP ile ilişkilendirilmesi üzerine, FP yetkilileri şüphelerini dile getiren ve haksız ithamlara cevap veren açıklamalara başladılar. Nitekim FP Genel Başkanı Recai Kutan 25 Ocak 2000 tarihli grup konuşmasında, 28 Şubat sürecinde patır patır adam öldürürken tehdit olarak zikredilmeyen Hizbullah’la ilgili kamuoyundaki kaygıları dile getirdi:
“Bu ülkede 28 Şubat süreci dediğimiz bir siyasete müdahale dönemi yaşandı. Bu dönemde onlarca ‘irtica brinfingi’ verildi. Bu brifingleri verenler, bu brifingleri alanlar çıksınlar ve şu soruya cevap versinler: Bu brifinglerde böyle bir irticai örgütten bahsedildi mi? Şimdi özenle dinle, İslam’la, İslamcılıkla anılan bu eli kanlı cinayet örgütü niçin irtica ile mücadele kampanyalarının ilgi alanına girmedi?”
FP yetkililerinin ve en son Kutan’ın Hizbullah’la ilgili şüphe ve eleştirileri Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği tarafından çok sert bir şekilde cevaplandı. Genelkurmay’ın hakkında kapatılma davası yürütülen bir parti hakkında yaptığı bu açıklamanın, Anayasa Mahkemesi’ni yönlendirme anlamına geleceği çok açıktır. Nitekim FP, bildiride hakkında mahkeme kararı yokken kapatılmış partilerin devamı ve bu itibarla da kapatılması gereken bir parti olarak nitelendirildi:
“Bu tür açıklamalarda bulunan zihniyetin temsilcileri, Türkiye’deki irticanın kaynağı ve bu seviyeye ulaşmasında en büyük pay sahibi olduğu, bu zihniyete sahip kurum ve kişilerin, Hizbullah olayını saptırmaya ve bundan rant elde etmeye haklarının olmadığı hususu da tüm vatandaşlarımız tarafından çok iyi bilinmektedir.
Nitekim bu zihniyeti temsil eden siyasi partiler, bugüne kadar Anayasa Mahkemesi tarafından 3 defa kapatılmıştır. Böylece, bu siyasi zihniyetin, irticaya destek sağladığı, onun yeşermesi ve gelişmesine imkan verdiği Anayasa Mahkemesi’nce tescil edilmiştir. Bu zihniyeti temsil edenlerin, Hizbullah olayını istismar etmelerinde ve saptırmalarında hiçbir haklılıklarının bulunmadığı, bu nedenle suçluluk telaşı içinde oldukları açıkça görülmektedir.”
Genelkurmay’ın bildirisindeki “suçluluk telaşı” ifadesi aslında FP’den ziyade Hizbullah’ı koruyup kollayanlara yakışıyordu. Bugüne kadar FP veya RP ile Türkiye’deki Hizbullah örgütü arasında bir ilişki bulunamadı, buna karşılık devletin bazı kurumlarıyla Hizbullah arasındaki ilişkiler sorgulanamadı bile. Enteresandır zaman zaman Hizbullah vahşetinden bahseden CHP; TBMM’de Hizbullah’la ilgili bir araştırma önergesi dahi vermedi. FP, Genelkurmay’ın bu sert bildirisi karşısında geri adım attı ve Hizbullah’a ilişkin soru ve imalara sahip çıkmayarak bunun muhatabının basında bu konuyu gündeme getirenler olduğunu iddia ederek itibar kaybına uğradı. Üstelik bu geri adım FP’nin kapatılmasını da engelleyemedi. Böylece Hizbullah operasyonuyla bir taşla iki, hatta üç kuş vuruldu. Hizbullah’ın tasfiyesi dışında, RP AİHM’de davayı kaybetti. FP de Türkiye’deki davayı kaybetti ve kapatıldı. FP’nin savunmasını üstlenenler, Hizbullah meselesinin gündeme taşınmasıyla davanın seyrinin değiştiğini ve Genelkurmay bildirisiyle davanın kaybedildiğini iddia ettiler.
Bu dönemi FP içinde yaşayan Mehmet Bekaroğlu, Siyasetin Sonu isimli anı kitabında Hizbullah tartışmasıyla ortaya çıkan durumu şöyle özetliyor: “Bu olay esasında 1999 seçimleri ve Türkiye’nin AB’ye adaylığının ilan edilmesinden sonra doğan normalleşme atmosferinin yanılsama olduğunu ortaya koyuyordu. Türkiye, kadim din-devlet ve asker-siyaset ikilemini aşamıyordu. Öyle anlaşılıyordu ki bu din-siyaset-asker ilişkisinin merkezde olduğu gerilimler, kısa zamanda bitecek gibi değildi.”
AK Parti’ye yönelik olarak açılan dava ve Ergenekon soruşturması, Mehmet Bekaroğlu’nun tespitini yeniden test edecek gibi görünüyor. Bakalım aradan geçen yıllar, Türkiye’deki siyasi sistemi değiştirdi mi? Bu sorunun cevabını kapatma davasının ve Ergenekon soruşturmasının sonucu tayin edecek.
Paylaş
Tavsiye Et