• BÜYÜK siyaset, doğası gereği farklı çalgılar çalan bir orkestrayı uyum (ahenk) üzere yönetme işidir. Şef’in ahengi sürdürmek için salladığı sopa, bilgi-sopasıdır. Vurmalı, yaylı ve üflemeli çalgılar ile kompozisyon hakkında kuşatıcı bilgisi bulunmayan şef, orkestrayı sadeleştirir. Örnek olarak, davul çalan kişilerin oluşturduğu bir öbeğe (gruba) orkestra denmez; davulcular denilir. Sadeleştirme, tek-biçimleştirme anlamına geldiği oranda, orkestra farklı seslerin yarattığı bir ahenk, birlik değil; bir tür enstrüman çalan tekdüze basit bir müziktir. Bu benzetme, Türkiye’nin yakın dönem tarihinin temsil değeri yüksek bir ifadesidir. İttihad, 1908’den bu yana bir birlik yaratma değil, basitleştirmenin adıdır: Önce Balkanlar, sonra Araplar, sonra Birinci Dünya Savaşı, sonra, sonra… Gittikçe bölen, ayrıştıran, tek-biçimleştiren… Bilgi seviyesi düştükçe, kim sallarsa sallasın bilgi-sopasının işlevi azalmış; orkestranın yerini ya davulcular ya zurnacılar almıştır. Bu durumun en güzel örneği ister siyasî, ister iktisadî, ister dinî herhangi bir konuda ileri sürülen düşüncelerde akademisyen ile siyasetçi, asker ile aydın arasında bir seviye farkı kalmamasıdır. Tek-biçimli düşünmek, çaresizliğin bir ifadesidir, yani bilgisizliğin… Çok-değişkenli düşünmek, farkları öne çıkartmak, şefin salladığı bilgi-sopasının işaret ettiği kültürün aşkın amacına uygun bir birliğin ifadesidir. Terakki’ye gelince, zihniyet derinliği bakımından geçmişinden geri kalan bir kültürün avuntusundan başka bir şey değildir: Yıkıcı, bölücü, yadsıyıcı, tarihe ve insana saygısız. • Yalnızca siyasî, iktisadî ve dinî örgütlenmelerini ahenkli hale getirebilmiş toplumlar, uzun soluklu yaşayabilirler. Bu ahengi başaramayan toplumlar kendi içlerinde önce kutuplaşır sonra da çatışırlar.
• Bir kuşağın içerisinde yaşadığı sorunlar için geliştirilen çözümler bir sonraki kuşak için ilkeler halini alır. Sonraki kuşak, yeni karşılaşılan sorunları çözmek için yalnızca yeni çözümler üretmekle değil, bir önceki kuşağın ilkeler halini almış çözümleriyle de uğraşmak zorunda kalır. Çünkü bir önceki çözümler, o çözümler üzerinden toplumun ürettiği artı-değeri kontrol eden sınıflar yaratır; her sınıf işlevsiz kalsa da hâkimiyetini meşrulaştıran ilkeleri, çözüm olduklarından değil, kimlik haline geldiklerinden ısrarla savunmaya devam eder.
• Hem bir birey hem de bir tür olarak “insan”ı merkeze almayan siyasî, iktisadî ya da dinî hiçbir sistem adaleti sağlayamaz; adalet sağlanamayan yere de barış uğramaz. Günümüzde adalet ve barış kavramları çerçevesinde dile getirilen tüm söylemler ya bir devletin ya bir sınıfın ya da ideolojik bir öbeğin çıkarları etrafında şekillenmektedir; bu nedenle varlıkları başkalarının yokluğu üzerinden kurgulanmıştır. Kendi varlığını başkasının yokluğu üzerinden kurgulayan her türlü sistem yıkıcı olmak zorundadır.
• Benlik sahibi her düşünür şunu kabul etmek zorundadır: Yazıyla kayıtlı insanlık tarihinde insanî-durum iyiye değil kötüye gitmektedir. XXI. yüzyıl, bazı-insanlar için daha iyidir; insanlık için değil! Bu gerçeği görmeksizin farklı kültürlere mensup aydınların insanlık üzerine edebiyatı, bazı-insanların sahip bulunduğu nimetlerden en azından psikolojik açıdan yararlanmalarıyla ilgilidir. Söz üzerinden kurulan aidiyet, kişileri rahatlatmakta, daha yüksek kabul edilen bir kültüre mensubiyet duymak vicdanları tatmin etmektedir. Çünkü hiç kimse en nihayetinde “Beyaz”lar karşısında “Kızılderili”leri tutmaz; zayıflara lâyık görülen yalnızca acımadır. Türk aydınının Batı taraftarlığı, sorunu idrak ettiği için değil, hem sorundan kaçmak hem de kendisine acıyan Batılı aydının tavrını kendi halkına yansıtarak yukarıya doğru ezilen vicdanını aşağıya doğru tatmin etmek içindir.
• Fransızlar, Kuzey Afrika’da sömürge yönetimlerine karşı takınılan üç tavra karşı üç ayrı yöntem geliştirmişlerdir: Kendilerine karşı şiddet gösteren öbekleri gizlice destekleşmişlerdir; böylece yapmak istedikleri operasyonları meşrulaştıracak araçları el altında tutmuşlardır. Öte yandan şiddet, sert tavır, hâkim gücün toplum üzerindeki işlevlerini yürütecek gergin ortamı canlı tutacağından, korkutucu bir öğe olarak sürekli işe yarar. Kendilerine karşı kapalı tavır sergileyen, kilitleyen, çeşitli sıfatlarla reddedici bir duruş sergileyen öbekleri de yine korumaya almışlardır. Çünkü bu tür öbekleri, toplumdaki köktenci kişilerin toplandığı bir göl, hatta bataklık gibi düşünmüşlerdir. Göllerin en azından iki işlevi vardır: Birincisi toplanan insanların daha rahat kontrolünü sağlarlar; ikincisi de işgalci güce karşı biriken şiddet duygularını tatmin, hatta rehabilite ederler. Her halükârda göl, akıcı olmadığından, tazelenmediğinden, zamanla kendi kendine kurur. Üçüncü öbek ise Fransızların tahammül edemediği, bu nedenle de yok etmeye çalıştığı öbektir. Bu öbeğin temel yaklaşımı, karşıdakini bilmek, tanımak, sahip oldukları araçlarla donanmak, mensuplarının toplumsal durumlarını (statülerini) yükseltmek, direnişi zamana yaymak, vb. biçiminde özetlenebilir. Hâkim güç kendini reddeden ya da karşı-duran kişiden korkmaz; kendisini tanıyandan, kendisiyle aynı donanıma sahip olmaya çalışandan korkar. Bir toplumda kişilerin konum değişikliğine yol açacak bilgilenme ve donanım süreçleri her zaman ürkütücü olmuştur. Yoksa kendilerini toplumdan soyutlayan düşünce ve davranışlara sahip öbekler toplumsal gücü kontrol eden ve yönlendiren hâkim odaklarca her zaman el altından desteklenirler. Oturup kalkmasını, konuşmasını ve davranmasını bilen kişiler, muhatap alınmak isterler; bilmeyenlere emir etmek, olmaz ise bağırmak yeterlidir.
• Ne sarık, ne fes, ne şapka… Eşeklik baki kaldığı sürece semerin bir anlamı yok! Akıl-özürlü toplumlar, semerleri ne olursa olsun, akıllı toplumların eşeği olmaya mahkûmdurlar.
• Ne bilim, ne din, ne felsefe, ne de sanat… Hiçbiri onları üreten ya da idrak eden düşünceye takaddüm etmez, edemez. Düşüncenin yerine konulan herhangi bir ürün ötekiler aleyhine yadsıyıcı hatta yıkıcı olur. Bilimin de, dinin de, felsefenin de, sanatın da ölçüsü ve sınırı insandır; insanın tekilliğine ve türlüğüne zarar veren bir ürün, ötekiler aracılığıyla sınırlandırılmalı, kontrol altında tutulmalıdır. İnsanı hem birey hem de tür olarak yok eden, sakatlayan herhangi bir şey, ne olursa olsun, insan adına ve insan için savunulamaz.
Paylaş
Tavsiye Et