I. Öncül
HÜSREV Paşa’nın 1830 sonrasında Paris’e tahsil için yolladığı, Fransız Harp Okulu mezunu, bir süre de Fransız ordusunda görev yapan Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa, Tanzimat Devri’nde de sadrazamlık yapan devlet adamlarındandır. Fransız ordusunda görev yaparken, bir gün, Fransa kralı, Paris’teki Osmanlı elçisi Fethi Paşa ile birlikte yanına gelir. Kral, konuşmasında, geleceğini gördüğü bu genç askere, Osmanlı Devleti’ne başta subay olmak üzere teknik sahalarda uzman ve eğitmen göndermeyi arzu ettiğini, böylece Fransa’nın Türklerin medeniyette ilerlemeleri için katkıda bulunmak istediğini belirtir. Mehmed Emin Paşa, Kral’ın bu sözlerine şöyle karşılık verir: “Haşmetmeab, yapmayı düşündüğünüz bu şey hiçbir işe yaramaz. Hem bu göndereceğiniz adamlar istekleriyle bizim canımızı sıkacaklar, hem de Fransa’nın ve Avrupa’nın medeniyetinden bizi soğutacaklardır. Gelin bunun yerine bize birkaç bin, akıllı ve güzel yosma gönderin. Bu yosmalar bizi daha çabuk medenîleştirirler; Fransızlaştırırlar bile…”
Mehmed Emin Paşa, bu ilginç isteğini önce kendi nefsinde tatbik etmiş, karısı Melek Hanım böyle birisi olmuş, kendisi de kestirmeden medenîleşmiştir(!). Öte yandan bu isteği duyan bazı uyanık Fransızlar pek çok Fransız yosmayı Türkiye’ye, özellikle İstanbul’a yollayarak seçkin(!), -belki de çılgın(!) demeliydik- Türklerin hizmetine sunmuş; bu çerçevede oluşturulan dadılık kurumuyla, bu Avrupalı yosma dadıların yetiştirdiği pek çok Türk çocuğu, daha hızlı medenîleşmiş(!), hatta Fransızlaşmışlardır. İşte Tanzimat erkânı…
II. Öncül
Düşüncesinde doğru’yu değil; yalan, yanlış, hatta saçma bile olsa faydalıyı esas alan, Türk misafirperverliğini bedevîlik âdeti kabul edip medenî insanların ondan kurtulmasını salık veren, karma evliliği bir Avrupaî âdâb-ı muaşeret ilkesi olarak savunan, ömrü boyunca kavm-i necîb dediği Anglosakson yaşama tarzını Türk toplumuna ithal etmeye çalışan, ilk beyannamesini hazırladığı İngiliz Muhibler Cemiyeti’nin kurucu üyesi, Bahaî, Abdullah Cevdet, bir din gibi benimsediği biyolojik materyalizmin belki de itikadî gereği olarak, Türk toplumunu ıslâh için Avrupa’dan damızlık getirtecek kadar faydalı(!) bir düşünceyi ileri sürer. Böylece Avrupa’dan, özellikle Anglosakson dünyadan getirtilecek damızlık erkekler süflî Türk ırkını ıslâh edecekler, sonuçta Türkler de medenîleşecektir. Kendisi ne kadar iyi niyetli olursa olsun, düşüncesi de ne kadar saptırılmışsa saptırılsın, en azından tekliflerinin dönemin kamuoyunda bu şekilde yorumlanması, elitlerimizin biz halk için ne kadar ciddi ve derin kaygıları bulunduğunu gösterir. İşte İttihat ve Terakki erkânı…
III. Öncül
Yedi düvelden yosmalar ve damızlıklar geldi bu ülkeye; İstiklâl Harbimizde hepsini denize döktük. Hem yosmalardan, hem de damızlıklardan istiklâl elde ettik derken, şimdi de turizmden ve turistlerden bizi medenîleştirmesini bekleyen aydınlarımız türedi ötede beride… Mehmed Emin Paşa ve Abdullah Cevdet’in bu yeni nesil temsilcilerine göre turistler, dolayısıyla turizm sektörü, şu anda Türk toplumundaki pek çok sorunu çözmeye aday bir felsefî-fikrî sistemdir(!). Örnek-insan turistler (elbette Batı Avrupalı ve Amerikalı), süreç içerisinde Türk insanını, inançlarından, gelenek ve göreneklerinden koparacaklar; kısaca, medenîleştireceklerdir. Turist bir önceki yosma ve damızlık teorilerini beraberce içeren üst bir kavramdır; çünkü gelen turistler arasında her ikisinden de bolca var… Çok kısa bir zaman içerisinde kat ettiğimiz felsefî seviye, turist sözcüğünün bu aydınlar nezdindeki kuşatıcılığını, kavrayıcılığını ve derinliğini göstermektedir.
Şimdiye değin verilen örnek-öncüllerden şu sonuçlar çıkartılabilir:
I. Sonuç
Özetlediğimiz düşünceleri temsil eden yosma-damızlık-turist kavramlarının derin felsefî seviyesi, Tanzimat münevveri ile Cumhuriyet aydınının da yüksek felsefî-metafizik seviyesini göstermektedir. Şu, artık açık-seçik bir hakikattir ki, Tanzimat münevveri ile Cumhuriyet aydını nazarında halk hiçbir zaman önemli ve güvenilir bir değer değildir. Halk hiçbir değer taşımaz; yalnızca seçkinlerin sürekli denetlemesi gereken manipülatif bir araçtır.
Kendi halkından bu kadar iğrenen bir yaratık olarak Tanzimat münevveri ile Cumhuriyet aydını için Türk’ün kayda değer hiçbir hasleti yoktur. Tarihi, dini, dili, siyaseti, giyim-kuşamı, oturuşu-kalkışı, kısaca maddî, manevî ve fikrî tüm gelenek ve görenekleri ile Türk olumsuzdur. Halkının hissiyatı, vicdaniyatı ve fikriyatından bu kadar uzak olan, uzak duran münevver ve aydın için Türk kavramı, içi doldurulması gereken boş bir kavramdır. Bunun bugün Batı’yla, Avrupalılıkla doldurulması önemli değildir; tarihte Tabgaçlar döneminde Çinlilikle, daha sonra Farslılıkla, Araplılıkla doldurulmuştu; ileride de, durumdan vazife çıkartacak aydınlarca, mesela tekrar Çinlilikle doldurulabilir.
Boş bir kabı doldurmak kolaydır. Uzun ve güçlü bir tarihî, dinî, siyasî, ahlakî, vs. birikimi olan, kısaca dolu olan Türk toplumunu nasıl başka bir şeyle dolduracaksınız? Elbette mevcut olanı boşaltarak; bunun için de mevcut olan her hasleti, birikimi her türlü aracı kullanarak kötüleyerek, karalayarak, tahkir ederek, kısaca Türk milletini Türksüzleştirerek. Bir kere boşalan kabı, başka bir şeyle doldurmak kolaydır: Yosmayla, damızlıkla, turistle…
II. Sonuç
Tanzimat münevveri ile Cumhuriyet aydınının metafiziği yoktur. Bu nedenle Türk milletini de hızla metafiziği olmayan bir toplum haline getirmeye çalışmaktalar. Metafiziği olmayan bir toplumun maddî gelişmişliği ne kadar ileri seviyede olursa olsun, manevî ve fikrî bir başarı gösteremez. Maneviyatı olmayan toplum vicdansızlaşır; birbiriyle savaşır; fikriyatı olmayan toplum ise gayesini kaybeder, iddiasızlaşır.
III. Sonuç
Milletler tarihte yalnızca maddî soykırıma uğramazlar; manevî ve fikrî soykırıma da uğrarlar. Tanzimat münevveri ile Cumhuriyet aydını Türk milletini manevî ve fikrî soykırıma uğratmış ve uğratmaya devam etmektedir.
IV. Sonuç
Bekâ-i devleti siyaset, bekâ-i milleti bilgi sağlar. Bilgi, siyaseti kuşatmalı; Tanzimat münevveri ve Cumhuriyet aydınının yerini Türk bilgini almalıdır.
Paylaş
Tavsiye Et