Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
AK Parti’nin karnesi
Bekir Berat Özipek

“İLK altı ayda geldik yaptık, yaptık. Altı ay sonra millet bizden hayır beklemesin.” Bu ifadeler Besim Tibuk’a ait. Liberal Demokrat Parti’den Oktay Çit’in anlattığına göre Tibuk, “İktidara geldiğimizde ilk altı ayda ne yapabilirsek odur; eğer bu süre içinde gereken reformları yapamazsak, bir daha yapamayız” demiş.
Acaba AK Parti iktidara gelmeden önce bu “iktidarda ilk altı ay kuralı”nı duymuş olsaydı, her şey farklı olur muydu? Bu konuda iyimser olmak için fazla sebep yok. Çünkü bu sözü duymuş veya bu gerçeği hissetmiş olsaydı bile, geçtiğimiz beş yılın tarihi daha farklı yazılmayabilirdi. Çünkü AK Partililerde asıl eksik olan, bilgi değildi. İyimser bakacak olursak bir yol haritası ve kararlılıktı eksik olan; kötümser bakacak olursak niyet. Sonuçta YÖK örneğindeki gibi ilk birkaç başarısız reform girişiminden sonra değiştiremediklerine karar verdikleri “müesses nizam”la yan yana oturmaya -belki altlı-üstlü demek daha doğru olacak- razı oldular.
Burada sorun “devlet tecrübesi” olmayan bir kadro sorunu değildi. İçlerinde “devlete hizmet etmiş deneyimli isimler”, “yıllarca en üst kademelerde görev yapmış ‘müspet’ bürokratlar” vardı. Ama zaten çözümsüzlük de tam bu noktada ortaya çıkıyordu. Bürokratın sağcısı-solcusu, müspeti-menfisi, dünyevisi-uhrevisi olmazdı; bürokrat bürokrattı ve en heyecanlı veya en devrimci arzularla iktidara gelenleri bile “makul bir süre içinde” kötürüm ederdi. Öyle de etti.
Ama kurulu düzeni ve onun ayrıcalıklarını koruyan yapı ve işleyişi değiştirememelerini, her iktidarın karşı karşıya bulunduğu “bürokratik felç” gerekçesiyle açıklamakla yetinemeyiz. İktidara talip olmak “ben yapabilirim” demektir ve bu tür riskleri öngörebilmeyi de gerektirir. AK Parti bu konuda ‘çevre’den gelen, 28 Şubat’ın getirdiği ekonomik ve siyasi iki büyük silindirin altında ezilmiş bir toplumun yaralarını sarmak gibi tarihsel bir işlevi olan ve tek başına iktidar gibi olağanüstü bir avantaja sahip bir parti olarak, önemli bir tarihî rol oynayabilirdi.

İyi…
İktidarının ilk dönemlerinden itibaren AK Parti hükümetinin icraatları iki ana grupta değerlendirilebilir. İlk grupta, kendisinden önceki dönemde başlatılan AB sürecini devam ettirebilmek için yapılması gereken reformlar ve atılması gereken önemli adımlar vardı. Hükümet, Türkiye’de bu süreci destekleyen “müesses nizam”ın etkili güçlerinin bir bölümünün (örneğin TÜSİAD) teşvikiyle bu adımları attı. Bu anlamda hükümet, Türkiye’de önemli reformlara imza attı. Hatta bu reformları olağanüstü bir isteklilikle yaptığından dolayı söz konusu etkili güçlerin diğer bölümü tarafından (örneğin ordu) kuşkuyla karşılanır hale geldi. Demokrasinin kurumsallaşması, özgürlüklerin alanının genişletilmesi ve ihlal üreten mevzuatın değiştirilmesi gibi konularda, önceki hükümetlerin alışıldık oyalama taktiklerine sığınmadı; AB’yi tatmin edecek adım atıyor gibi yapma politikası izlemedi; tersine, gerçekten somut, cesur ve ciddi adımlar attı. Ekonomide başarılıydı, enflasyon düştü ve milli gelir arttı. Özelleştirmelerde başarılıydı ve bunu çalışanlardan büyük tepkiler almadan yapmayı başardı. Bu bakımdan AK Parti hükümeti, Özal sonrası dönemde, Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası sayılabilecek bir değişim ve reform sürecini simgeliyordu.

Kötü…
İkinci grupta değerlendirilebilecek faaliyetler ise bir başarısızlık öyküsü olarak okunabilir. AK Parti hükümeti, AB sürecinin dışında, kendi gündemini ifade eden ve Türkiye’deki maddi ve sınıfsal ilişkileri en alttakilerden yana değiştirecek yapısal reformları gerçekleştiremedi. Sadece bu reformları değil, meslek liselerinin üniversiteye girmesini fiilen imkansızlaştıran bariz adaletsizliğin ortadan kaldırılması talebi gibi, onu tek başına iktidara taşıyan geniş toplum kesimlerinin acil beklentilerini de ifade eden pek çok konuda çözüm getiremedi. YÖK, bu konuda bir dönüm noktası oldu. Orada attığı geri adım ve içine girdiği acizlik duygusu, hükümetin iktidar yılları boyunca aşamayacağına inandığı bir psikolojik bariyer olarak kaldı. Geçen yıllar içinde katsayı ve başörtüsü gibi konularda adım atmaması, hukuksuzluğun normalleşmesine ve bunları değiştirmeye yönelik niyet ifadelerinin bile “gerginlik çıkarmak” olarak tanımlanıp, baskıların daha da yoğunlaştırılmasına hizmet etti. Kısacası AK Parti hükümeti, tek başına iktidar olmanın avantajını kullanmayı başaramadı. Bu başarısızlık, katsayı örneğinde daha sonra telafisi mümkün olmayan, hiç abartmıyorum, korkunç bir zulüm anlamı taşıyordu; çünkü kazanılmış hakları yok sayılarak üniversiteye girmelerinin yolu kapatılan öğrencilerin durumu ilk bir, en çok iki yıl içinde düzeltilmediği takdirde en az üç kuşak gencin hayatı kararacaktı. Nitekim öyle de oldu. Bir süre sonra hükümet, kendi gündemini meçhul bir geleceğe erteleyerek, kendisine tanınan sınırlar içinde “gerginlik çıkarmadan” icraatta bulunmaya razı edildi.

Ve Çirkin
Ekonomik ve siyasi iktidar mücadelesinde bir kez acizlik görüntüsü verildiğinde, bunun arkasının geleceğinin bilinmesi gerekirdi. 2006’ya kadar AK Parti hükümeti, hem kendi tabanı, hem de demokratik çevreler tarafından yapamadıklarından ötürü suçlanıyordu. Bu tarihten sonra ise yaptıklarından ötürü de suçlanacaktı. Şemdinli olayları ile ilgili olarak, “Hırsız evin içindeyse…” diyen bürokratın görevden alınması, iddianamesinden dolayı Savcı Ferhat Sarıkaya’nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na şikayet edilerek cezalandırılmasının sağlanması, asker bürokratların suçüstü halinde dahi gözaltına alınmamasına ilişkin düzenleme, önceki yıllarda iyileştirilen mevzuatın Terörle Mücadele Kanunu ile tekrar eski haline doğru geriletilmesi gibi uygulamalar, artık sorununun “olumlu adım atamama” sorunu olmaktan çıkıp “olumsuz adım atma” sorunu haline geldiğini gösteriyordu.

İyinin ve Kötünün Ötesinde

2006 sona ererken AK Parti hükümetinin karnesinde bunlar var. Ona olumlu bakanlar, bütün hatalarına rağmen mevcut büyük partiler içinde demokratik ve sivil yüzü en belirgin olanın AK Parti olduğunu, dolayısıyla onun kurduğu hükümetin de alternatifler arasında en iyiyi veya en az kötüyü ifade ettiğini düşünüyorlar. Olumsuz bakanlar ise, aslında bütün bunların beceriksizlikten veya bürokratik yönetim yapısına teslim olmaktan kaynaklanmadığını, bu partinin yansıtılanın aksine asıl halka karşı ‘takiye’ yaptığını veya niyetleri başlangıçta iyi olsa bile, iktidara geldikten sonra kendi konumunu tehlikeye atacak bir maceraya girişmektense kolayı seçip statükoyla bütünleştiğini düşünüyorlar.
Niyetine ilişkin tartışmalardan anlamlı bir sonuca varmak kolay değil. Ama bir yandan AK Parti hükümetinin, yukarıda kendi perspektifimden resmetmeye çalıştığım yüzlerinden üçüncüsünün son portre olması, diğer yandan öteki partilere baktığımda ortaya çıkabilecek hükümetlere ilişkin portrelerin daha asık yüzlü görünümü, gelecek için umutlu olmayı güçleştiriyor.
Ama umutsuzlukla bitirmeyelim: Neyse ki Türkiye’de toplum her zamanki gibi, siyasetin, hükümetin ve devletin onu sırtından çekiştirmesine rağmen kendince ileriye doğru yol alabiliyor.


Paylaş Tavsiye Et