ABD’DE ortaya çıkan ve kısa sürede tüm dünya ülkelerine sıçrayarak küreselleşen finansal bir krizle karşı karşıyayız. 1929’daki Büyük Buhran’dan sonra etki alanı en geniş olan bu kriz önemli bir sürecin başlangıcına da işaret ediyor. Öyle ki şimdiye kadar uygulanan politikalar ve bu politikaların temelinde yatan iktisadi görüş artık tartışmaya açıldı. İçinde bulunduğumuz dönem hâkim paradigmanın değişmesine, yenilenmesine gebe bir süreç olabilir.
Krizin etkilerinin ne zamana kadar devam edeceği ve küresel ekonominin bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceği ise merak edilen en önemli konular. Bunları değerlendirebilmek için öncelikle krizin kaynağı olan Amerikan ekonomisiyle ilgili yapılan tahminlere göz atmakta fayda var. Amerikan ekonomisinde krizin gidişatıyla ilgili yapılan değerlendirmelerin ve bundan sonra neler olacağına dair öngörülerin önümüze serdiği tablo çok da olumlu değil. Wall Street Journal tarafından elli dört ekonomistle yapılan bir tahmin anketine göre, ekonomideki negatif büyüme değerlerinin 2008’in son çeyreği ile 2009’un ilk iki çeyreğinde de devam etmesi öngörülüyor. Ekonomistlerin beklentileri doğrultusunda Amerikan ekonomisinin toparlanması 2009 yılının Haziran ayından itibaren olursa, toplamda on sekiz ay süren bir ekonomik küçülme yaşanmış olacak ki bu, Büyük Buhran’dan sonraki en uzun durgunluk sürecinin içinde olunduğunun bir işareti. Bu durgunluğun önemli bir özelliği de hane halkları ve tüketicilerin esas etkilenen kesim olması. Düşmekte olan gayrimenkul fiyatlarının yanı sıra son günlerde yaşanan işten çıkarılmalar, tüketiciler için daha da zor günlerin habercisi.
IMF tarafından yayınlanan ve küresel finansal krizin etkileri göz önünde bulundurularak güncellenen “World Economic Outlook” raporunda da küresel ekonominin büyümesine dair beklentiler aşağıya çekilmiş durumda. Raporda 2008’de %3,75 olan büyüme oranının 2009’da %2’nin biraz üstünde kalması bekleniyor. 2006’da %9,8 artan dünya ticaret hacminin ise 2009’da %2,1 azalması bekleniyor ki bu oran, dünya ticaret hacminde 1975 yılında yaşanan %1,9’luk daralmadan bu yana gerçekleşmesi beklenen en büyük düşüş olacak.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ayrı ayrı incelendiği raporda, gelişmiş ülke ekonomilerinin 2009’da %0,25 oranında küçüleceği tahminine yer veriliyor. Gelişmekte olan ülkelerde ise krizin etkilerinin yeni yeni hissedilmeye başlandığı görüşü yaygın. IMF tarafından yapılan tahminlerde bu kategorideki ülkelerin 2009 yılı içinde ortalama olarak %5,1 oranında büyüyeceği belirtiliyor. Bu oran her ne kadar gelişmiş ülkelerdeki gibi olumsuz olmasa da, 2007 yılındaki %8’lik büyüme oranıyla kıyaslandığında, krizin bu ülkelerin büyüme sürecine olan etkisinin gelişmiş ülkelerden çok da farklı olmayacağı söylenebilir. Bölge bölge bakıldığında Afrika ülkeleri için %5,1, Çin için %8,5, Hindistan için %6,3, Ortadoğu bölgesi için ise %5,3’lük bir büyüme tahmini yapılıyor. Bu rakamlar 2007 yılındaki büyüme oranlarıyla kıyaslandığında, bölgeler arasında krizden etkilenme anlamında belirgin farklar beklenmediği söylenebilir. Ancak bu grupta yer alan ülkelerde krizin etkisinin farklı kanallar aracılığıyla yayılacağını söylemek mümkün.
Finansal krizden kurtulmak için Amerika ve diğer gelişmiş ülkelerde alınan önlemler, mali yardım paketleri, bu ülkelerde finansal sistemin büyük kısmını garanti altına almış gözüküyor. Bu gelişmeler yükselen piyasalardaki finansal varlıkları göreceli olarak riskli hale getirdiğinden bu ülkelerden sermaye kaçışını hızlandırabilir. Dünya Bankası’nın yayınladığı rapordaki tahminlere göre gelişmekte olan ülkelere giren sermaye miktarının 2009 yılında 530 milyar dolar olması bekleniyor. Bu rakam 2007 yılındaki sermaye girişinin neredeyse yarısına karşılık geliyor. Bu durumda yabancı sermayeye bağlılığı daha fazla olan, kriz öncesinde büyük cari açıklar veren ve kredi hacminde kontrolsüz artışların yaşandığı ülkeler için tehlike biraz daha büyük gözüküyor.
Çoğunlukla Afrika ülkelerinden oluşan, küresel finans piyasalarıyla fazla entegre olmamış fakir ülkeler grubunda krizin etkilerinin biraz daha farklı ve dolaylı kanallardan yayılacağı tahmin ediliyor. Bu grupta yer alan ülkelerin ekonomilerinin, ihracatlarında gerçekleşmesi beklenen yavaşlamadan zarar görmeleri gibi, gıda ve hammadde ihraç eden ülkelerde ciddi gelir düşüşlerinin yaşanması da beklentiler arasında. Ayrıca bu ülkeler için önemli bir finansman kaynağı olan göçmen transferlerinde de bir azalmanın gerçekleşmesi bekleniyor. Bu durum, göçmen transferlerinin gelişmekte olan ve fakir ülkelerde tüketim harcamalarını finanse eden ve gelir dağılımını dengeleyen bir özelliğe sahip olması sebebiyle bir süre için de olsa sıkıntı oluşturacaktır.
Kriz gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarını da halihazırda olumsuz bir şekilde etkilemiş gözüküyor. Ekim ayının başından beri kamu ve özel kesime ait borç senetleri üzerindeki faiz aralığı iki katına çıkarak 2002 yılındaki seviyesine ulaşmış bulunuyor. Ayrıca gelişmekte olan ülke grubuna girenlerden on sekizinin parasının dolar karşısında %20’den fazla değer kaybetmesine bağlı olarak bu ülkelerdeki hisse senedi piyasalarında da dolar bazında %40’tan fazla düşüş kaydedilmiş durumda.
Finansal piyasalardaki bu olumsuz gelişmelere bir çare bulunmaması durumunda, gelişmekte olan ülkeleri daha zor günlerin beklediğini söyleyebiliriz. Krizin bu ülkeler üzerindeki etkilerinin yumuşatılması ancak üreticilere kredi akışını tekrar sağlamakla mümkün olacaktır. Amerika ve diğer gelişmiş ülkelerde finansal sektörü kurtarmak için mali yardım paketleri ve faiz indirimleri gerekliydi; ancak yeterli olmadıkları ortada. Bundan sonraki politikaların sınırlar ötesi bir tutarlılık ve dayanışma içinde olması gerekiyor. Buna yönelik olarak Dünya Bankası tarafından önemli bir adım atıldı. Banka, gelişmekte olan ülkelerin bankacılık sektörlerini ayakta tutmak için danışmanlık hizmeti vermekle beraber, gerektiğinde bankacılık sektöründe sermaye artırımını sağlamaya yönelik bir fon oluşturmuş durumda. Şimdilik Japonya’nın da katkılarıyla 3 milyar dolarlık bir kaynağa sahip olan bu fon, krizle mücadele yolunda atılmış önemli bir adım. Çünkü hızla yayılan küresel bir krizle mücadele etmek için alınan önlemlerin de küresel, hızlı ve koordineli olması gerekir.
Paylaş
Tavsiye Et