I- IRAKLI gazeteci Muntazar Zeydi’nin Bush’a ayakkabı fırlatma eylemi pek çok kişinin yüreğine su serpti. Bir muhalefet ortaya koymak isteyip de elinden bir şey gelmeyenler, sanki Bush’un yüzüne kendileri bir tokat atabilmiş ya da en azından tükürebilmiş gibi sevindiler. Bu çok insani bir tepkiydi. Diğer taraftan bir gazetecinin, meslekî kaygılarının dışına çıkıp insani bir tepki vermiş olması da “insanlık daha ölmemiş” kanaatimizi pekiştirdi. Halbuki BM yardım kampına zayıflıktan yürüyemediği için emekleyerek gitmekte olan Sudanlı bir kız çocuğunu ve onun ölümünü bekleyen akbabayı aynı karede görüntülemeyi başaran Kevin Carter bu fotoğrafıyla Pulitzer Ödülü almış (1994), böylece “meslekî ve insani sorumluluğun karşıtlığı” konulu bir tartışmayı da miras bırakmıştı bize. Çünkü Carter o çocuğun akıbetiyle ilgilenme gereği duymayıp, fotoğrafı gerekli mercilere yetiştirmeyi asıl vazife olarak addetmişti. Sonraları bu bir iç muhasebeye yol açmış olmalı ki ödül kazandıktan üç ay sonra intihar etmişti. Buraya kadar tamam. Zeydi, insanlığı mesleğine tercih etti ve duygulara tercüman olan bir eylemde bulundu.
Ama meselenin bundan daha öteye götürülmesi, aktivist bir eylemi reality show’a dönüştürerek imha etme ve anlamsızlığa mahkum etme riskini taşıyor. Söz konusu eylem ve benzerleri kendi çerçevesinin dışında ve olduğundan daha büyük bir yere konulduğunda, eylemin felsefesi popüler kültürün kodları içinde eriyor, hedefini yitiriyor ve bir gösteriye dönüşüyor.
II- Bu tür protesto eylemlerine olduğundan fazla bir anlam yüklemek, bazen onun dışında yapılan bütün faaliyetleri “pasiflik, eylemsizlik, kaçış” gibi çeşitli düzeylerde olumsuzluk ifade eden bir takım sıfatlara mahkum edebiliyor. Böyle olunca “Irak’ta bir işgal varken, insanlar açlıktan ölürken teorik fizik çalışmak, felsefî düşünce ortaya koymak, şiir veya roman yazmak anlamlı değil” şeklinde bir genel hükme varılabiliyor. Eylemi kutsayan, düşünceyi sahadan kaçmak olarak algılayan bir yaklaşım bu.
Teorik çalışmalar yapanlar çoğu zaman böyle suçlamalara maruz kalmıştır. Dünya kan gölü iken insanın gündelik hayatının akışını sorgulaması normal karşılanmaz. İnsan her zaman yaptığı şeyleri -okumak, yazmak, öğrenmeye ve öğretmeye devam etmek, düşünmek- yapmaya devam ediyor olmaktan utanç duyar bu gibi durumlarda. Böyle bir dünya tablosu varken bütün teorik çalışmalar “yersiz” görünür. Halbuki gündelik hayatın olduğu gibi devam etmesi, kuşatmaya karşı en önemli direnç noktasıdır. Bu bir tarafta, “olmakta olan”ın ne olduğunu anlama çabası da bizatihi savaşı, şiddeti, açlığı doğuran ortamları ortadan kaldırmanın bir ön şartı değil midir?
Ama yine de akut durumlar söz konusuyken, mesela şurada insanlar açlıktan ölürken kapitalist sistem eleştirisi yapmanın, başörtüsü yasakları yüzünden genç kızların hayatı kararırken protesto eylemi yapmak yerine “mesele”yi anlamaya çalışmanın, savaş devam ederken mikro tarih öğrenmenin sorumluluktan kaçış olarak görülmesi her zaman ihtimal dâhilindedir.
Slavoj Zizek bu tavrı aciliyet ideolojisi olarak tanımlıyor ve bunun büyük bir tehdit barındırdığına işaret ediyor. Zizek’e göre ihtiyacımız olan şey, geriye çekilmek, durmak ve düşünmektir. Çünkü ona göre bugün tam olarak ne olmakta olduğunu bilmiyoruz. Bu yüzden teoriye her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Çok acil angajmanlara girmekten kaçınıp, neler olduğunu anlamaya çalıştığınız için kendinizi suçlu hissetmeyin, diyor.
Bu açıdan bakıldığında protesto eylemlerine, imza kampanyalarına katılmayan, ama ciddi düşünce işçiliği yapanları haklı bulabiliriz. Çünkü herkesin meselelere aktivist gözüyle bakması söz konusu olamaz. Bir aktivist, güncel siyasetin içinde belki çoğu zaman başkalarına dirsek atarak kendine yol açmak zorundadır. Bu durum aktivistlerin ilkeleri önemsemediği anlamına gelmez elbette. Ama şu da bir gerçek ki işin doğası gereği hem sakız çiğneyip hem şarkı söyleyemezsiniz. Hem hızlı kararlar alarak uygulamaya koyup hem de felsefî analizler yapamazsınız. Çünkü düşünmek için durmak gerekir. Aktivist ise durmak ne kelime, koşandır.
İnsanların hayatını doğrudan etkileyen pek çok yakıcı tecrübe var günümüzde: Savaş, yoksulluk, adaletsizlik... İşte aktivist bu yangının içinden konuşandır. Bilindiği gibi yangının içinden çıkan kelimeler feryada daha yakındır; bazen de isyan ve öfkenin diline. Kova büyük mü küçük mü, su mu köpük mü diye hesaplar yapılamaz o an için. Ama geri planda ince mühendislik hesaplar yapan, yangının niteliğini araştıran, kimyasal araştırmalar yaparak yangının en az zararla en isabetli nasıl söndürüleceğini düşünen birilerinin de olması gerekir.
Yine de Peygamber Efendimiz’in “Bir kötülük gördüğünüzde onu el ile düzeltin, buna gücünüz yetmezse dil ile düzeltin. Ona da gücünüz yetmezse kalbiniz ile buğzedin.” Hadis-i Şerif’i tekrar bir muhasebe yapma gereğine işaret ediyor. Aktivist eylemler “dil ile düzeltme” kategorisinde olduğundan, mesela düşünce üretmekten daha mı efdal olacaktır? Kınamalar, protesto yürüyüşleri, sivil tepkiler… Bunlar el/dil ile düzeltmeye giriyor mu, yoksa her iki tarafa da belli bir rahatlama sunan stres topları mı bu eylemler?
Bilindiği gibi Irak işgali aleyhindeki protestolar konusunda ne düşündüğü sorulduğunda Bush, “Çok memnunum, biz zaten böyle demokratik bir ortam oluşsun diye Irak’tayız.” şeklinde pişkin bir cevap vermişti. Bu tür tepkilerin demokratik toplumdaki işlevini ya da işlevsizliğini elbette uzun uzun tartışmak gerek. Ama bu yazı çerçevesinde şu soruyu pekâlâ sorabiliriz: Dünyada neler oluyor diye düşünen ve bunları felsefi bir temele oturtmaya uğraşan kısaca ilm-i halimizi ortaya koymaya çalışanları, elle düzeltmeye çalışmayan, bu nedenle de imanın en zayıf mertebesinde olan kimseler olarak tanımlamamız mümkün müdür? Fotoğrafçı Carter’in konumundaysak, açlık ve sömürü üzerine teori yapmak elbette iman derecesine girecek bir tavır değil. Bir açla karşı karşıyaysak doyurmak ilk yapacağımız iş olmalı. Eli ile düzeltme öncelikli konumdadır böyle bir durumda.
III-Ama açlık, sömürü, işgal vs... aleyhtarı protesto yürüyüşü yapmak mı, yoksa olmakta olanı anlamak üzere beyin patlatmak mı derseniz, durum değişir. Çünkü çağdaş protesto eylemleri, kınamalar, vicdani tepkilerin dile gelmesi anlamında tartışmasız konuma sahip görünmelerine rağmen sistem içi bir denge unsuruna dönüşmüş durumda. Her şeyin aynı kalması için her şeyin eleştirilmesi gerekiyor bu sistemde. Protestolar da yukarıda bahsi geçen Bush’un tepkisinde açığa çıktığı üzere bu işlevi görüyor. Bu açıdan bakıldığında vurmak ile durmak arası bir yerde, vicdan susturucu bir işleve hapsedilmiş durumda protesto eylemleri.
Paylaş
Tavsiye Et