Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Resmî ideoloji yeni ambalajında
Bekir Berat Özipek
BİR gaf­let anı­ma gel­di. Üs­te­lik ba­na iki sa­at sü­re­ce­ği­ni de söy­le­me­miş­ler­di. Son gün, bel­ki vaz­ge­çer­ler umu­duy­la “İz­le­me­den yaz­sam ol­maz mı?” de­diy­sem de din­le­te­me­dim. “Ha­yır Di­ye­bi­len Tür­ki­ye”den ol­ma­dı­ğım­dan ve bir ke­re söz ver­miş bu­lun­du­ğum­dan, ça­re­siz Can Dün­dar’ın bel­ge­sel sü­sü ve­ril­miş fil­mi­ni iz­le­me­ye git­tim. Gi­der­ken ak­lım­da, “neo­con” der­gi­le­ri iz­le­mek­le gö­rev­len­di­ri­len De­mok­rat ga­ze­te­ci­nin ken­di­si­ni te­sel­li için söy­le­dik­le­ri var­dı: “It’s a dirty job, but so­meone has to do it!” (Kö­tü bir iş, ama bi­ri­le­ri yap­ma­lı!)
Fil­mi iz­le­mek is­te­me­me­min asıl ne­de­ni, öte­den be­ri Can Dün­dar’ın yap­tı­ğı­nı bil­mem ve ah­la­ki ba­kım­dan onay­la­ma­mam­dı. İz­le­dik­ten son­ra da fik­rim de­ğiş­me­di, pe­kiş­ti. Or­to­doks Ke­ma­list­le­rin fil­me yö­ne­lik tep­ki­le­ri ne ka­dar akıl­dı­şı ve­ya in­saf­sız olur­sa ol­sun, so­nuç­ta iki sa­at bo­yun­ca res­mî ide­olo­ji­nin da­ha “soft” bir ver­si­yo­nu­na ma­ruz kal­dı­ğım ger­çe­ği de de­ğiş­me­di.
Ta­mam, Ata­türk’ün bir in­san ola­rak res­me­dil­me­si Tür­ki­ye’de­ki ege­men ta­rih ya­zı­cı­lı­ğı açı­sın­dan ye­ni ola­bi­lir. Ba­zı Ke­ma­list­ler, Dün­dar’ın res­mî ide­olo­ji­nin pas­la­nan cı­va­ta­la­rı­nı yağ­la­mış ol­du­ğu ger­çe­ği­ni tak­dir ede­me­ye­bi­lir­ler. Yıl­dı­ray Oğur’dan oku­du­ğu­mu­za gö­re, Ata­türk Araş­tır­ma­la­rı Mer­ke­zi’nin yap­tı­ğı gi­bi, film­de Mus­ta­fa Ke­mal’in ik­ti­da­rı yer­yü­zü­ne in­dir­di­ği id­di­ası­nı yan­lış an­la­yıp, “Türk kül­tü­rün­de İs­lam ön­ce­sin­de ve son­ra­sın­da ruh­la­rın öl­me­di­ği[ne] an­cak ‘uç­ma­ğa var­dı­ğı­na’ ina­nı­lır. Mil­le­ti­ne ve mem­le­ke­ti­ne bü­yük hiz­met­ler et­miş bi­ri­nin ru­hu[,] kö­tü ruh­lar gi­bi ye­rin al­tı­na uç­ma­ya­ca­ğı­na gö­re[,] gök­te farz edil­me­si son de­re­ce ta­bii gö­rül­me­li­dir” tü­rün­den akıl dı­şı, in­sa­na saç baş yol­dur­tan tep­ki­ler, içi­miz­de­ki in­saf duy­gu­la­rı­nı ha­re­ke­te ge­çi­re­bi­lir. Ver­gi ge­lir­le­ri­mi­zin, için­de, ik­ti­da­rın yer­yü­zü­ne in­di­ril­me­si te­ma­sı­nı yan­lış an­la­yan bir pers­pek­ti­fin mev­cut ol­du­ğu bir ku­ru­ma har­can­dı­ğı­nı gör­mek, bi­ze “Aca­ba Can Dün­dar’a hak­sız­lık mı edi­yo­ruz?” de­dir­te­bi­lir.
Ama öy­le ol­ma­ma­lı. Ba­zı dar gö­rüş­lü, Or­to­doks ve­ya mec­zup Ke­ma­list­le­rin tep­ki­le­ri bi­zi et­ki­le­me­me­li, se­rin­kan­lı bir tar­tış­ma­yı en­gel­le­me­me­li. Ço­ğu sö­zü­nü et­me­ye değ­me­ye­cek dü­zey­de­ki bu tür tep­ki­le­ri göz ar­dı et­mez­sek, Dün­dar “iki aşı­rı­lık ara­sın­da­ki mu­te­dil yol” ve­ya “or­ta nok­ta” ola­rak gö­rü­le­bi­lir. Oy­sa hiç de öy­le de­ğil. Film, as­lın­da in­kı­lap ta­ri­hi ders­le­rin­de bi­ze bel­le­ti­len res­mî ta­ri­hin hiç­bir te­mel ön ka­bu­lü­nü sor­gu­la­mı­yor; ter­si­ne onu kon­so­li­de edi­yor. Mustafa Ke­mal’in Kürt­le­re özerk­lik fik­ri gi­bi de­ği­ni­lip ge­çi­len ba­zı “ye­ni” bil­gi­ler de bu tes­pi­ti yan­lış­la­ma­ya yet­mi­yor. Bi­ri­le­ri res­mî ta­ri­hin kır­mı­zı çiz­gi­le­ri için­de ka­la­rak ve te­mel dog­ma­la­rı­nı sor­gu­la­ma­ya kal­kış­ma­ya­rak bir film yap de­sey­di, içe­rik ola­rak en faz­la bu ka­dar ya­pı­la­bi­lir­di.
So­nuç­ta film, kreş­ten üni­ver­si­te­ye, üni­ver­si­te­den me­za­ra ka­dar her alan­da ara­lık­sız de­vam eden ve ders ki­tap­la­rın­dan med­ya­ya, ca­mi­de­ki hut­be­den üni­ver­si­te­ler­de emek­li pa­şa­la­ra ver­di­ri­len kon­fe­rans­la­ra ka­dar hiç­bir ala­nı dış­ta bı­rak­ma­yan dok­trin aşı­la­ma fa­ali­ye­ti­nin be­yaz­per­de­ye yan­sı­ma­sı ola­rak özet­len­me­yi hak edi­yor. Çün­kü film­de ya­kın ta­rih, alı­şıl­mı­şa uy­gun ola­rak tek yön­lü oku­nu­yor, es­ki res­mî tez­ler ye­ni gör­sel mal­ze­mey­le, az ve­ya çok dik­kat çe­ken ses ve gö­rün­tü efekt­le­riy­le des­tek­le­ne­rek sof­ra­mı­za ko­nu­lu­yor. Ör­ne­ğin Mus­ta­fa Ke­mal’in “ik­ti­da­rı gök­yü­zün­den yer­yü­zü­ne in­dir­me­si”nden söz edi­li­yor ki, bu yak­la­şım Os­man­lı’nın son yüz­yı­lı­nı, Tan­zi­mat’tan II. Meş­ru­ti­yet’e ve son­ra­sı­na iliş­kin ko­ca bir dö­ne­mi ve Os­man­lı Ka­nunu Esa­sî’si­ni yok say­mak an­la­mı­na ge­li­yor. Çün­kü ik­ti­dar, Cum­hu­ri­yet ku­rul­ma­dan çok ön­ce yer­yü­zü­ne in­miş ve son ola­rak II. Meş­ru­ti­yet’le ve 1909 ta­di­la­tıy­la Ana­ya­sa’da so­mut­laş­tı­ğı üze­re bu du­rum tes­cil edil­miş­ti. Bel­ki Os­man­lı’nın kla­sik dö­ne­mi için tar­tı­şı­la­bi­lir olan bu du­rum, yüz­yı­lın ba­şın­da söz ko­nu­su bi­le de­ğil­di; ik­ti­dar tas­ta­mam yer­yü­zün­dey­di.
Öte­ki res­mî ön­yar­gı­la­ra ge­çe­lim. Ör­ne­ğin şap­ka “dev­rim”i an­la­tı­lır­ken Kas­ta­mo­nu’yu “ta­as­su­bun en güç­lü ol­du­ğu yer” (ne­ye gö­re ta­as­sup?) di­ye tar­tış­ma­nın âle­mi yok. So­nuç­ta res­mî ön­yar­gı­lar ay­nen ko­run­muş. Yi­ne res­mî ta­ri­he öz­gü bü­yüt­me-kü­çült­me ku­ra­lı da ol­du­ğu gi­bi du­ru­yor. Ki­şi­ler dü­ze­yin­de za­ten ge­çer­li olan bu du­rum, olay­lar dü­ze­yin­de de bil­dik şe­kil­de iş­len­miş. Ya­kın ta­ri­hin ba­zı olay­la­rın­da za­man ya­vaş akar­ken, ba­zı kı­sım­la­rın­da rüz­gar gi­bi geç­miş. Ne Bi­rin­ci Mec­lis’ten hak­kıy­la söz edil­miş ne de sa­vaş­tan he­men son­ra Kürt­le­rin, din­dar Müs­lü­man­la­rın ve azın­lık­la­rın du­ru­mun­dan. Te­rak­ki­per­ver Fır­ka ola­yı ge­çiş­ti­ri­lir­ken, Şeyh Sa­it İs­ya­nı tek cüm­le­de tü­ke­til­miş. Ba­zı kı­sım­lar­da ise za­man ışık hı­zıy­la geç­ti­ği için film­de hiç yer al­ma­mış; tıp­kı Ser­best Fır­ka’nın ve Der­sim’in “unu­tul­du­ğu” gi­bi. Keş­ke Can Dün­dar’ın o “his­si­yat­lı” se­sin­den ta­ri­hin bu öte­ki yü­zü­nü de din­le­ye­bil­sey­dik.
El­bet­te “ön­ce­lik” so­ru­nu bu, kim­se bir şey di­ye­mez. Kim­se “Ne­den Mus­ta­fa Ke­mal’in Ma­dam Co­lin’e
-her kim ise- yaz­dı­ğı mek­tup­la­rın okun­ma­sı için ve­ri­len za­ma­nın çok kü­çük bir bö­lü­mü bu olay­la­ra ay­rıl­ma­dı?” di­ye­mez; çün­kü sa­nat­çı “eser”ini oluş­tu­rur­ken ken­di psi­ko­lo­jik, dü­şün­sel, es­te­tik ve ta­bii ki ah­la­ki ön­ce­lik sı­ra­la­ma­sı­na gö­re ha­re­ket eder. So­nuç­ta bu du­rum, ön­ce­lik sı­ra­la­ma­sı fark­lı olan baş­ka­la­rı­nı tat­min et­mez; hep­si bu.
Ke­ma­lizm bu ül­ke­de eko­no­mik ve si­ya­si ik­ti­da­rı elin­de bu­lun­du­ran bir züm­re­nin ay­rı­ca­lık­lı ko­nu­mu­nu meş­ru­laş­tı­ran bir ide­olo­ji. Bu ül­ke­de sta­tü­ko­yu ol­du­ğu gi­bi mu­ha­fa­za et­mek is­te­yen­ler, ken­di ko­num­la­rı­nın bağ­lı ol­du­ğu Ke­ma­lizm’in ta­ri­he, top­lu­ma ve si­ya­se­te iliş­kin te­mel tez­le­ri­nin aşın­ma­sı­nı da is­te­mi­yor­lar. Mus­ta­fa’ya iti­raz­la­rın ço­ğu da mec­zup­luk­tan de­ğil, bu kay­gı­dan kay­nak­la­nı­yor. Dün­dar’ın çiz­di­ği şek­liy­le bi­le epey­ce ger­çe­küs­tü olan Ata­türk im­ge­si­nin za­rar gör­dü­ğü­nü dü­şü­nü­yor­lar ve muh­te­me­len Mus­ta­fa Ke­mal’in tan­rı­sal bir var­lık ve­ya Tan­rı ola­rak res­me­dil­me­me­si du­ru­mun­da, ide­olo­ji­nin da­yan­dı­ğı kül­tün sar­sı­la­ca­ğın­dan ve bü­yü­nün kay­bo­la­ca­ğın­dan kor­ku­yor­lar. An­cak bir kül­tü son­su­za dek ko­ru­ma­nın müm­kün ol­ma­dı­ğı­nı, bu­gün Dün­dar’ın yap­tı­ğı gi­bi, bi­çim­den fe­da­kar­lık ya­pa­rak özü ko­ru­mak­tan, ya­ni res­mî ide­olo­ji­nin Ata­türk’ünü re­vi­ze et­mek­ten baş­ka bir yol ol­ma­dı­ğı­nı gö­re­mi­yor­lar. Bel­ki de gö­rü­yor­lar; ama en ha­lis, en su ka­tıl­ma­mış Ke­ma­list’in ken­di­le­ri ol­duk­la­rı­nı gös­ter­mek için bu­nu fır­sat ola­rak kul­la­nı­yor­lar. Her ha­lü­kar­da Dün­dar’ın Ke­ma­lizm’e hiz­me­ti­ni tak­dir et­mi­yor­lar.
Oy­sa o bu­nu ba­şa­rıy­la ya­pı­yor; tıp­kı bir okul mü­na­za­ra­sın­da ken­di­si­ne kö­tü te­zi ka­nıt­la­ma (ko­nu­muz açı­sın­dan Ke­ma­lizm’i sa­vun­ma) gö­re­vi ve­ri­len par­lak bir öğ­ren­ci ka­dar ba­şa­rıy­la. Si­ne­ma sa­na­tı açı­sın­dan ek­sik­lik­le­ri ne olur­sa ol­sun, on­ca cen­de­re ara­sın­da ve res­mî ide­olo­ji­nin ana akı­mı­nın için­de ka­lı­na­rak da­ha iyi­si ya­pı­la­maz­dı.

Paylaş Tavsiye Et