ABD Başkanı seçilen Hüseyin Barack Obama, siyah kimliğini yok saymayan, ama siyahî kimlik üzerine de kurulu olmayan bir seçim kampanyası yürüttü. Bu kampanya sayesinde yalnız siyahların değil, farklı kimlikten Amerikalıların da oylarını aldı. Obama, siyahî kimliği ile uyumlu bir tutum ve davranış sergileyen; kimliğinin tüm reel zorluklarını, insani özelliklerini ve yeteneklerini ön plana çıkararak aşabilen başarılı bir örnek. Obama’nın bu özelliği, Harvard Hukuk Fakültesi’nde iken Harvard Law Review adlı derginin editörlüğüne seçilme sürecinde de ortaya çıkmış; beyaz ve siyahlarla beraber çalışarak 1887’den beri derginin ilk siyah editörü seçilmişti.
Sosyal kimlikler ile ilgili hak mücadelelerini üç döneme ayırabiliriz: Kimlik özgürlüğü mücadelesinin erken dönemlerinde, mücadele baskı gören kimlikteki kişiler tarafından yapılır. İkinci dönemde diğer kimliklerdeki kişiler de mücadeleye destek verir; böylece mücadele gücü artar, yaygınlaşır ve resmî haklar kazanılır. Kimliğin doğal hayat içinde bir sorun olmaktan çıktığı üçüncü dönemde ise, farklı kimlikler herhangi bir sosyal ve siyasal meseleyi kimliklerin ötesinde beraberce hallederler. Bu tasniften hareketle Amerika’nın bütünüyle üçüncü döneme girdiğini söylemek zor olsa da, Obama kişisel olarak üçüncü dönemi temsil ediyor.
Obama’nın çizgisi Malcolm X’ten farklı. Malcolm X, kendisiyle birlikte mücadele etmeyi teklif eden beyaz bir kadına hayır cevabı vermişti; zira henüz birinci dönem yaşanmaktaydı. Hacca gittiğinde ırk ile ilgili düşüncelerinin büyük bir değişime uğramasıyla Malcolm X, artık beyaz olanlarla beraber mücadele edebilecek noktaya gelmişti. Malcolm kişisel olarak ikinci döneme yaklaşsa bile, toplum henüz o aşamaya gelmemişti. Nitekim devletle bağlantılı güçler tarafından öldürüldü.
Bu tasnifi Türkiye gerçeklerine uyarladığımızda şöyle bir manzara ortaya çıkıyor: Türkiye hem başörtüsü hem de Kürt sorununda ağırlıklı olarak birinci dönemde; nadiren ikinci dönem işaretleri veriliyor. Üçüncü döneme geçebilmiş kişisel başarı öykülerine ihtiyacımız var; mesela başörtüsünün sosyal hayatta getirdiği katkı ve zorlanmaları kabullenmiş, kimliğini içselleştirmiş, bu kimliğe sıkışıp kalmamış, yetenekleri ve uzmanlığı ile topluma önemli katkılarda bulunur hale gelmiş bir başörtülünün gerçek başarı öyküsüne... Aynı şeyler Kürt veya Türk kimlik siyaseti için de geçerli. Etnik kimliğine sıkışıp kalmış olan bir Kürt, sadece Kürtler için bir şey söylerken; kimliğini üzerine yakışan bir elbiseye dönüştüren bir Kürt, bu toprakların tümü, hatta ötesi için de bir şeyler söyleyebilir. Kısaca kimliği, inkar etmeksizin başarı ile taşımak, ama etnik, dinî vb. sosyal kimliklerin sınırlarına sıkışıp kalmamak önemli.
Obama’nın hayat çizgisi, bir hakikat arayışı yolculuğu değil, bir başarı öyküsü. Bu başarı Obama’ya ait olduğu kadar, Amerikan devletinin ve beyaz/siyah tüm Amerikalıların da başarısı. Türkiye’de ise henüz böyle bir başarı söz konusu değil. En büyük sorun da, devletin kimlik siyasetinin ötesine geçebilme yollarını kapatmış olması.
Paylaş
Tavsiye Et