KAOTİK ve disfonksiyonel ailelerden kaynaklanan sorunlar psikiyatri polikliniklerine sıkça yansır. Bu tür ailelerde fertler arasındaki ilişkide bir düzen yoktur. Baba ile anne uyumsuzdur ve kavgalıdır. Çocuklar ihmal edilmiştir ve çoğunlukla travmatik yaşantılara maruz kalmışlardır. Çocuk ya sinmiş ve yetersiz bir birey olmaya doğru gidiyordur ya da isyankârdır, şiddete bulaşmıştır, madde kullanıyordur. Aile ya dağılır ya da psikiyatri sistemine kalıcı müşteri olur.
Fonksiyonel ailelerde ise durum tam tersidir. Aile fertleri arasında karşılıklı uyum vardır. Baba, anne ve çocuklar kendi rollerine uygun davranırlar. Aile üyeleri birbirine güven ilişkisi ile bağlıdır. Eğer ağır genetik ve biyolojik yönü çok baskın bir ruhsal hastalık ortaya çıkmazsa psikiyatri hizmetlerine kolay kolay müşteri olmazlar. Böyle bir durumda da koruyucu aile yapısı hastalığın hafif geçmesini sağlar.
Aile en küçük grup yapısıdır. Dernek, vakıf, parti, şirket gibi yapılar biraz daha büyük gruplardır. Disfonksiyonel ve kaotik yapı bu orta büyüklükteki organizasyonlarda da oluşabilir. Üyeler arasında uyumsuzluk, ortak hedef edinememe, liderlik ve yönetim sorunları, hukuksuzluk vb. sorunlar bu yapıları kaotik hale getirebilir. Ailenin dağılması gibi bu yapılar da iç çatışmalara düşer, verimsiz olup gelişemezler.
Bu orta ölçekli grup yapılarının bir kısmı ise bazı aileler gibi fonksiyoneldir. Organizasyonun iyi tanımlanmış bir amacı vardır. Üyeler veya mensuplar arasında uyum ve işbirliği mevcuttur. Karşılıklı güven ilişkisi vardır. Kişiler bu organizasyona aidiyet duygusu ile bağlıdırlar. Yapının yönetim kademesi, mensupları tarafından meşru görülür. İşlerin adaletle yürüdüğü duygusu hâkimdir. Organizasyonun hem mensupları hem de yöneticileri özgüvene sahiptir.
En büyük grup yapılarından “millet”in örgütlenme biçimi olan devlet yapısı disfonksiyonel veya fonksiyonel olabilir mi? Evet, olabilir. Devletler de en küçük grup olan aile veya orta büyüklükteki organizasyonlarla aynı sosyal kanunlara tabidir. Aile fertleri arasındaki ilişki düzensiz, kaotik, yıpratıcı olabildiği gibi millet ile devlet arasındaki ilişki de kaotik olabilir. Bu durumda aile dağılırken devletlere ne olur? Bu soruya dış politika bağlamında cevap arayalım.
Uluslararası ilişkiler teorilerinden realizm, güce vurgu yapar. Bir devletin dış politikaya yansıyan gücünü oluşturan birçok bileşen vardır. Milletin ve devletin tarihi, vatan coğrafyasının özellikleri, nüfusun büyüklüğü ve niteliği, ülkenin ekonomik-askerî-teknolojik kapasitesi gibi. Bunlara eklenmesi gereken en önemli faktörlerden biri de millet-devlet ilişkisidir.
Peki ideal millet-devlet ilişkisi nasıldır? Aşağıda açılımlarını da vereceğimiz aidiyet, meşruiyet, adalet, özgüven ve bilgelik kavramları üzerinden bir millet-devlet ilişkisi tanımlamaya çalışalım.
Aidiyet: Milletin devletine gönülden aidiyet hissettiği bir ilişkiyi tanımlar. Devletin, milletin ete kemiğe bürünmüş hali olduğu kabulüyle, millete ait olduğunun düşünüldüğü ve hissedildiği hal.
Meşruiyet: Milletin devleti, devletin de milleti tüm unsurları ile meşru gördüğü bir ilişki. Devletin milletin sadece bir kısmını meşru gördüğü, milletin de sadece bir kısmının devleti meşru kabul ettiği bir halin olmaması.
Adalet: Devletin milleti oluşturan tüm unsurlarına adaletle davrandığı hali tanımlar. Milletin devlet aygıtının adaletli işlediğine dair bir kanaati vardır.
Özgüven: Bireysel psikolojinin kullandığı bu kavram, büyük gruplar ve organizasyonlar için de kullanılabilir. Milletin, “Ben devletimle beraber devletler arasında birinci ligdeyim, üstün bir medeniyete mensubum, kendim ve insanlık için iyi değerler üretebilirim” diyebilmesi hali. Devletin de “Ben derin milletle bütünüm, güçlüyüm, bağımsızım” diyebildiği güven hali.
Bilgelik: Milletinin bir kısmının yaptığı yaramazlığı onları geliştirecek şekilde ele alan devlet. Milletine öncü olarak davranan ve tüm unsurlarını stratejik bir zihniyetle geliştiren devlet. Terapist devlet.
Bu beş unsurun iyi işlediği bir millet-devlet ilişkisinde içeride düzen, istikrar ve barış olacak, dışarıya karşı da devletin gücü artacaktır.
Peki, Türk devletinin milletiyle ilişkisi nasıl yürümektedir? Yukarıda tanımlanan ilkelerle uyumlu mudur yoksa bambaşka bir hal mi vardır? Sorularımızın cevabını bulmak için biraz tasvir yapalım:
1. Devlet, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan vatandaşlarının bir kısmını “bizimkiler”, diğer kısmını ise “düşmanlar” şeklinde kategorileştirmiştir. Örneğin farklı sosyal ve siyasal taleplerde bulunan dindarlar, Kürtler ve Aleviler neredeyse “düşman” kategorisine sokulmuştur. Halbuki devletin meşru görmediği bu kesimler, bu toprakların asli unsurlarıdır. Bahsi geçen kesimler ise bu sınıflamanın farkındadır ve aynı sertlikte karşı tavır geliştirmişlerdir. Kendilerini bu topraklara ait görürken, devlete ise tam bir aidiyet hissetmemekte, var olan haliyle devlet yapısının meşruiyetini sorgulamaktadırlar. Devlet aygıtının adaletsizce davrandığını düşünmektedirler.
2. Devlet enerjisinin büyük kısmını düşman kategorisinde gördüğü kesimleri kontrol altında tutmak için harcamaktadır. Yöntem olarak da zaman zaman bir toplumsal kesime sırtını dayayıp, diğerlerini onlar üzerinden dövmeye çalışmaktadır. Millet içindeki yaramazlık yapan unsurlar için ise bilgece bir dönüşüme rehberlik edilememekte, terapist rolündeki bir devlet yerine güç kullanan zorba devlet görünümü oluşmaktadır.
3. Devletin milleti ile uyumsuzluğu hem millette hem de devlette sükunet halinin oluşmamasına sebep olmakta, özgüven içinde güçlü bir ekonomi, istikrarlı bir sosyal yapı ve etkin bir dış politika gelişmemektedir.
Peki, devlet aygıtı yukarıda ifade edilen düşünme biçiminden haberdar değil midir? Haberdar olduğu daha muhtemel. Fakat oluşan devlet yönetme geleneği kısır döngü içinde değişim geçirememekte, kendini çaresizce tekrarlamaktadır. Devlet kendini koruma ve varlığını devam ettirme güdüsünü aşamamakta ve kendi bekasına zarar verecek bir süreçten çıkamamaktadır. Diğer bir ihtimal ise bu türden yaklaşımları entel idealist ekol sözleri olarak görüp, askerî bir tarzda yorumlanmış realist çizgiyi sürdürmektedir.
Realist çizgideki babaların çocukları psikiyatri kliniklerine düşüp bize müşteri olmakta. Bireysel patolojiler psikiyatri kliniklerinde tedavi şansı yakıyor; ancak devlet kime başvuracak da tedavi olma şansı yakalayacak? Siyaset psikolojisi ile uğraşan Vamık Volkan: “Muayenehanemde bireyleri görmekten vazgeçtim, şimdi devletleri muayene ediyorum” iddiasında. Bizim devlet bu iddiayı dikkate almaz. Zira o daha çok Machiavelli’yi dinliyor gibi.
Paylaş
Tavsiye Et