TÜRKİYE Iraklı Kürtlerle ilişkisini uzun yıllar PKK parantezinde, güvenlik anlayışı çerçevesinde değerlendirdi. Dolayısıyla ilişkilerin iniş-çıkışlarında PKK sorunu belirleyici oldu. PKK’nın kuruluşundan bu yana Irak Kürt Bölgesi’ndeki kamplarda hayat bulduğu bir realite; ancak PKK’nın ortaya çıkış sebebinin Iraklı Kürtler olmadığı da açık. Kısmi özerkliğin elde edildiği 1991’den 2003’teki Irak’ın işgaline kadar geçen dönem, ilişkilerde büyük ölçüde gerginlik ve düşmanlığın yaşandığı ve Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasının askerlerce belirlendiği bir dönem oldu. Askerlerin belirlediği politikalar, doğal olarak insani, ticari, siyasi ve komşuluk ilişkilerini değil, güvenlik adına korku ve paranoyaları önceledi.
Iraklı Kürtler 1990’lı yıllarda defalarca TSK ile birlikte PKK’ya karşı savaştılar, kayıplar verdiler. Kendilerinin doğurmadığı bu sorunun çözümünde silahların bir işe yaramadığı sonucuna vardıklarında ise artık PKK ile savaşmayacaklarını, Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasına alet olmayacaklarını söylediler. Türkiye ile PKK arasında sıkışan Iraklı Kürtler, zaman zaman da PKK’yı bir koz olarak kullandılar. O yıllar Iraklı Kürtlerin “tehdit” olarak görüldüğü, güvenilmez partner olduğu, medyada ve siyasi söylemlerde “aşağılandığı” yıllardı. Uluslararası konjonktür de böyle bir ilişkiye uygundu. Ancak 2003’te Irak’ın işgali, hem bölgedeki dengelerde hem de Türkiye ile Irak Kürt Bölgesi ilişkilerinde bir kırılma noktası oldu.
Paranoyadan Gerçekliğe
2003 sonrası dönem Türkiye’de bazı odakların “Bağımsız Kürt Devleti” şüphe/paranoyasının yükselişine sahne oldu. Sanal korku yaratanlar, kendi içlerindeki Kürt sorununu Iraklı Kürtleri gerekçe göstererek bastırmaya yöneldiler. Oysa o bölgede sokaktaki insandan yönetimdekilere kadar herkes, “Bağımsız Kürt Devleti”nin bir hayal olarak yaşatılmaktan öte herhangi bir gerçekliği olmadığını açıkça beyan ediyordu. Türkiye ise PKK meselesini örtme, “içerideki tüm sorunların dışarıdan kaynaklandığı” tezi ile iç kamuoyu oluşturma politikasını sürdürdü. Özellikle Bağımsız Kürdistan paranoyası ve “Kerkük Türk’tür, Türk kalacaktır” gibi efsanelerle kamuoyu oyalandı. 2003’ten sonra Türkiye, bölgedeki sorunları tek bir potada görme eğiliminden vazgeçmedi. PKK, Bağımsız Kürt Devleti, Kerkük gibi başlıkları birlikte çözme yanılgısı ile bugünlere kadar gelindi. Türkiye, bu sorunların birbirleri ile bağlantılı ama çözümünün ayrı olması gerektiğinin farkına vardığında “kırmızı çizgileri”ni bir kenara bırakarak ilişkileri düzeltme yoluna gitti. Tabii ki bu tek taraflı bir tasarruf değildi. 2003’ten bu yana Türkiye ile Iraklı Kürtlerin ilişkilerinde hiç olmadığı kadar fazla sayıda belirleyen söz konusu. Artık ne Türkiye ne de Iraklı Kürtler sadece kendi inisiyatifleri ile politika belirleme lüksüne sahipler.
Iraklı Kürtlerin Türkiye’ye İhtiyacı Var
ABD, 2003’te “işgalin koltuk değneği” eleştirilerine maruz kalan Kürtlere diyetini fazlasıyla ödedi. Amerikan yönetimi, Iraklı Kürtlerin bitmek bilmez taleplerini karşılayamaz hale geldiği, Irak’ın sadece Kürtlerle ayakta kalamayacağını anladığı, Sünni ve Şiilerle ilişkileri geliştirmeye başladığı zaman Türkiye de devreye girdi; çünkü buna ihtiyacı vardı. Türkiye, Irak’taki hiçbir gruba doğrudan angaje olmayan ama hepsiyle belli bir mesafede ilişkisi bulunan tek ülke. ABD’nin Irak’tan çekilme takvimi de işin içine girince bu kez Iraklı Kürtler, Türkiye ile daha yakın bir ilişkiye mecbur hale geldiler. Zira Iraklı Kürtler, ABD’nin çekilmesinin ardından Arapların baskısına maruz kalacaklarından korkuyorlar. Ayrıca Kerkük konusu hâlâ halledilmiş değil. ABD bile Kerkük’ü sadece Kürtlere bırakmayı düşünmüyor; bu yöndeki taleplerini sürekli reddediyor. Kürt Açılımı’nı da bu zeminde değerlendirmek yanlış olmaz. Şunu söylemek zorundayız: “Bugün bir ABD planını göz ardı edemeyeceğimiz gibi, Türkiye ve Iraklı Kürtlerin birbirlerine ihtiyaçları olduğunu da görmezden gelemeyiz. Hatta Iraklı Kürtlerin reelpolitik anlamda bu ilişkiye daha fazla ihtiyacı var.”
Türkiye paranoyalarından uzaklaştıkça, daha mantıklı, daha insani ve reel politikaya daha uygun adımlar atıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun cesur bir adımla 30 Ekim’de Erbil’i ziyaret ederek tüm tabuları yıkması ve Erbil’de bir konsolosluk kurulmasının ön adımını atması yeni bir dönemin işareti. Iraklı Kürt liderlerin tanımıyla ilişkilerde tam bir “bahar havası” yaşanıyor. Bu dönemin en önemli işareti ise “yeni ilişkiler aşamasında kimsenin kimseye feda edilemeyecek olması”. Yani artık her iki taraf da PKK ile -petrol, boru hatları ve Kerkük gibi- diğer konuları birbirine karıştırmamalı. Bu yeni dönemde ilişkiler “sorunlar üzerinden değil, ortak çıkarlar üzerinden” yürütülmeli. Bunun yolu da basit bir ihtiyaç ve dayanışmadan değil, karşılıklı çıkar ve sorunsuz komşuluk ilişkilerinden geçiyor. Irak petrol ve doğalgazının güvenliği ve Türkiye üzerinden taşınması da bu çıkar ilişkisinin bir parçası.
Kürt Açılımı’nın Bir Ayağı da Irak’ta
Türkiye’de Kürt Açılımı’nın başladığı bir dönemde Iraklı Kürtlerin de bu açılıma bir şekilde eklemlenmesi zorunlu görünüyor. Çözümün bir parçası olabilecek Iraklı Kürtlerin en büyük şikayeti, Türkiye’nin bu konuda net bir planının olmaması. Bu bulanıklık Iraklı Kürtlerin de kafasını karıştırıyor; açılımda nasıl bir rol oynayacaklarını netleştiremiyorlar. Ama silahlı herhangi bir çözümün parçası olmayacakları da kesin.
Abdullah Öcalan, Iraklı KürtlerinABD’nin icazeti ile var olduğu konusunda ısrarlı. Tespit çok yanlış değil ama eksik. 1990’larda Kürt sorununu uluslararası hale getiren PKK, 2003 sonrası bu konumunu kaybetti. Uluslararası alanda artık muhatap Irak Kürt Yönetimi. Bu PKK açısından bir dezavantaj. Nitekim Öcalan, haftalık görüşmelerinde Iraklı Kürtleri sürekli eleştiriyor, Türkiye ile Iraklı Kürtlerin yakınlaşmasını PKK’yı bitirme planı olarak görüyor. Ama Kürt Açılımı’nda herkesin birbirine ihtiyacı olduğu, Iraklı Kürtler olmadan bu sürecin yürümeyeceği ortada. Türkiye-Irak Kürt Bölgesi ilişkileri artık PKK prangasından kurtulmak zorunda; çünkü Ankara ve Erbil uzun yıllara yayılacak önemli işlerin arifesinde. Bu yüzden birçok ilkin gerçekleştiği 2009 yılındaki en önemli adımlardan birinin Erbil açılımı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü artık bölgesel gelişmelerde içe kapanarak, paranoya yaratarak, kendi içindeki sorunu dışarıda çözmeye çalışarak herhangi bir noktaya varılmıyor.
Medyanın Iraklı Kürtlerle ilgili aşağılayıcı söylemlerinden, Türkiyelileri akrabalarından ayıran sınırın psikolojik olarak kalkmasına uzanan bir sürecin önemli bir aşamasındayız. Yıllardır savunduklarımız bizi doğruladı: “Türkiyelilerin, akrabaları olan sınırın öte tarafındaki Kürtlerle, aşağılamadan, haklarını tanıyarak ve barış içinde yan yana yaşamak dışında bir seçeneği yok.”
Paylaş
Tavsiye Et