Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
Kayıtdışı ekonomi “olmazsa olmaz” mı?
Hasan Çetin
KAYITDIŞI ekonomiyi azaltmak ve birikimleri kayıtdışında kalmış sermaye sahiplerine bir anlamda ‘Af’ çıkarmak amacıyla kanunlaşan “Mali Milat” uygulamasına ilişkin düzenlemeler, önce gelen tepkiler üzerine bir kaç yıl ertelendi; sonrasında ise hiç yürürlüğe girmeden tamamen kaldırıldı. Maliye politikalarının girişimcilere güven vermediği ve kayıtdışı ekonominin toplam ekonomi içindeki payının %50’lere ulaştığı iddia edilen bir ülkede bu tür düzenlemelerin uygulama imkanı oldukça sınırlıdır. Zira, piyasa şartları, rekabet ortamı, ağır mali yükümlülükler gibi çeşitli sebeplerle, ister istemez kayıtdışına itilmiş olan birçok girişimcinin bir günde kayıt altına girmesini beklemek gerçekçi değildir.
Söz konusu düzenleme (girişimcilerin kayıtdışına yönelişi sebebiyle ekonominin uğradığı zarar dışında) geride hiç bir iz bırakmadan ortadan kayboldu. Bu tür geniş kapsamlı düzenlemelerin hayata geçirilmesinden önce etkilerinin çok yönlü olarak değerlendirilmesi gerekirdi. Sosyal boyutu irdelenmeden uygulanmaya çalışılan bu düzenleme, getiriliş amacıyla taban tabana zıt sonuçlar doğurdu.
“Mali Milat” düzenlemesi, uygulamadan yararlanan mükelleflerin geriye dönük olarak sebepsiz servet artışlarının incelenmeyeceğini taahhüt etmişti. Ancak, geçmişte bazı taahhütlerin yerine gelmediğini düşünen ve Maliye İdaresi’ne karşı güven eksikliği bulunan girişimcilerden bütün kirli çamaşırlarını bir anda ortaya dökmelerini istemek doğru değildi. Bu düzenlemeye ilişkin uygulamanın gündeme geldiği dönemde, “Nereden buldun?” sorusuna muhatap olmaktan çekinenlerin birikimlerini yerel bankacılık sisteminden çekerek, ticari işlemlerini nakit (kağıt para) esasına göre yürütmeye başladıkları ya da paralarını yurtdışındaki bankalara transfer etmeyi tercih ettikleri biliniyor. Türkiye’de halen milyonlarca dolarlık ödemelerin kağıt parayla yapılabildiği bir piyasa ortamı mevcut.
Kayıtdışı ekonomi ülkemiz için yeni bir kavram değil. Bu kavramı “resmi kayıtlara yansımayan ve ülkenin mali otoritesinin denetimi, vergilemesi ve kontrolü dışında olan ekonomik aktivite” olarak tanımlayabiliriz. Ülkemizde “kayıtdışı ekonomi”ye (tüm olumsuz değerlendirmelerin yanısıra), ekonomiyi krizlere karşı dirençli hale getirdiği, dış ticaret açığının azalmasına katkıda bulunduğu, serbest piyasa şartlarının daha etkin bir şekilde oluşmasına yol açtığı gibi sebeplere dayanılarak olumlu nitelikler de atfedilmektedir. Ancak, şunu kabul etmek durumundayız ki, etkin ve verimli bir şekilde çalışan, gelişmiş bir ekonomide kayıtdışı ekonominin payının en aza indirilmesi zorunludur. Bu nedenle, Türkiye, uzun vadede “kayıtdışı ekonomi” sorunu ile yüzleşmek durumundadır.
Geçmişte yapılan yasal düzenlemelere ve kapsamlı tedbirlere rağmen, ülkemizde kayıtdışı ekonomik faaliyetleri teşvik eden ve ayakta tutan unsurlar neler olabilir?
- Kayıt altında olmanın getirdiği ağır mali sorumluluklar,
- Rekabet ortamının dayatmaları,
- Vergi uygulamalarının adil olmadığı yönündeki inanç,
- Kanunsuz yollarla (kaçakçılık gibi) kazanılan para,
- Kamu idaresinin işleyişinden (yolsuzluk gibi) kaynaklanan sorunlar...
Bu maddelere birçok ilave yapılması mümkün olmakla birlikte genel bir değerlendirme için ana başlıklar yukarıdaki şekilde özetlenebilir.
Geçmişte, kayıtsız ticari faaliyetlerin önlenmesi amacıyla, yazar kasa uygulaması, faturaların Maliye Bakanlığı ile anlaşmalı matbaalara bastırılması, ücretlilere sağlanan vergi iadesi (özel gider indirimi), yeminli mali müşavirlerce yapılan karşıt inceleme çalışmaları gibi masraflı, yoğun emek isteyen ve özünde muazzam kırtasiye ve bürokrasi yükü barındıran düzenlemeler hayata geçirildi. Ancak bu uygulamalar neticesinde çok fazla yol katedilmiş olduğunu söylemek mümkün değil. Maliye İdaresi hayata geçirdiği çözümlerde artık, bürokratik ve güvensizliğe dayanan yöntemler yerine, güven esasına dayanan, basit, anlaşılır ve modern yöntemleri esas almak durumundadır.
Birçok Batı ülkesinde, üzerine ‘fatura’ yazılan her kağıt, ‘tevsik edici belge’ olarak kabul ediliyor ve bu belgeye istinaden kurumların gelir/gider kayıtlarını yasal olarak belgelemeleri mümkünken; ülkemizde bir faturanın, seri ve sıra numarası içermek, anlaşmalı matbaada basılmış olmak gibi birçok şekil şartını taşıması gerekiyor. Öte yandan, düzenlenen faturada en küçük bir şekil şartının eksik olması durumunda (gerçekte bir art niyet olmaması ve vergi kaybına yol açılmamış olması durumunda dahi) belgenin geçersizliği ileri sürülebilir. Birçok konuda olduğu gibi bu uygulamada da, ‘esas’tan çok ‘şekil’ ön plana çıkmaktadır.
Kayıtdışı ekonominin piyasadaki nispi payını azaltmak için uygulamaya konabilecek önlemlerden birinin, ticari işlemlerde kağıt para kullanımının azaltılması ve ödemelerin bankacılık sistemi vasıtasıyla yapılmasının teşvik edilmesi olduğu görüşündeyiz. Bu yönde çeşitli teşvikler geliştirilebilir ya da belirli bir rakamın üzerindeki her türlü ödemenin banka kanalıyla yapılmasını zorunlu kılan bir yasal düzenleme yapılabilir.
Aynı amaca hizmet etmek üzere, bir gün içinde (kişisel tüketim için gerekli olabilecek) belirli rakamın üzerindeki paranın, bankadan nakden (kağıt para olarak) çekilmesini engelleyen yasal değişiklikler yapılabileceği görüşündeyiz. Böylelikle, ekonomide kaydî para kullanımının artması sağlanacak, bu durum birçok getirisinin yanısıra bankacılık sistemini de destekleyecektir.
Kağıt para kullanımının nispî olarak azalması ve belli başlı bütün para transferlerinin bankacılık sistemi vasıtasıyla yapılmaya başlanması sonrasında ise, banka kayıtlarında yer alan para hareketlerine ilişkin bilgilerin, belirlenen standartlar dahilinde, Maliye İdaresi bilgi sistemine aktarılması ve burada etkin bir şekilde analiz edilmesine yönelik çalışmalar yapılabilir. Yapılacak analizlerde sistemdeki sorunlar ve kaçaklar çok daha etkin bir şekilde tespit edilebilecek ve mercek altına alınabilecektir. Bankaların bilgi işlem sistemleri ile Maliye İdaresi sisteminin ‘entegre’ bir şekilde çalışması sonucunda hızlı ve etkin çözümler üretilebilir. Türkiye’deki mevcut insan kaynağı ve bankacılık sisteminin elektronik altyapısı, bu tür kapsamlı projelere cevap vermeye fazlasıyla müsaittir.
Kaydî para hareketlerinden yola çıkılarak yapılacak mali takip, belge hareketlerinden yola çıkılarak yapılan mali takipten çok daha etkin ve güvenlidir. Üstelik, para transferlerinin izlendiğini bilen girişimcilerin, daha dikkatli ve özenli olacakları öngörülebilir. Maliye Bakanlığı halen mükelleflerin KDV beyanları ile kredi kartı satışlarını karşılaştırmak yoluyla, bazı sınırlı sonuçlara ulaşabilmektedir.
Benzer bir amaçla uygulamaya koyulmuş olan “Vergi Kimlik Numarası” düzenlemesi, ne yazık ki, halen etkin bir şekilde uygulanamamaktadır. Esasen, gerçek ve tüzel kişilerin vergi kimlik numaraları, ekonomi içerisindeki para hareketlerinin ve ticari faaliyetlerin izlenmesinde bir referans olarak kullanılabilir. Fakat, bir kişinin kamu otoritesi nezdindeki işlemlerinin takibi için bir referans yeterliyken, ülkemizde vergi numarasının yanısıra, kurumlar için ticaret sicil numarası; gerçek kişiler için ise vatandaşlık numarası, SSK numarası gibi sair referansla birey ve kamu arasındaki işlemlerin takibi karmaşık hale getirilmiştir. Her kurum ve gerçek kişiye verilecek ve bütün kamusal işlemlerde kullanılacak olan bir ‘kimlik numarası’, işlemlerin basitleştirilmesi ve takibi açısından gerekli ve yeterlidir.
Madalyonun diğer tarafında ise, mükellef konumundaki girişimcilerin yaklaşımları ve mali konularda gösterdikleri hassasiyetler vardır. Ağır mali yükümlülükler, adil olmadığı düşünülen bir vergi sistemi ve piyasadaki mevcut rekabet şartları, girişimcileri kayıtdışına çıkmaya (yada kayıt altına girmemeye) zorlamaktadır.
Birçok sektörde üretim maliyetlerinde önemli bir payı oluşturan işçi ücretleri özelinde, sosyal güvenlik kesintilerini bir örnek olarak ele alalım: Çalışanlar için ülkemizde ödenen sosyal güvenlik primi oranları dünyanın birçok ülkesindeki oranlardan daha yüksektir. Bununla birlikte, özel sektör çalışanlarının Sosyal Sigortalar Kurumu’na tabi olması halen bir zorunluluktur. SSK, bu tekel hakkını kullanarak ve kendi işleyişinden kaynaklanan verimsizlikleri sübvanse etmek üzere, çalışanlardan adaletsiz bir şekilde yüksek sosyal güvenlik primleri talep etmektedir. Bir taraftan, sigortalı işçi çalıştırmanın yüksek maliyetleri ve dolayısıyla rekabet imkanının kısıtlanması; diğer taraftan vergi ve prim gibi ödemelerin adaletsizce alındığı inancı, girişimcilere kaçak işçi çalıştırmayı mazur göstermektedir. Türkiye’de halen birçok saygın özel sektör kurumunun kayıtlarında, çalışan işçi sayısı gerçek sayının altında gösterilmekte ve/veya işçi ücretleri, kayıtlarda gerçekte olduğundan çok düşük bedellerle yer almaktadır.
Diğer taraftan, on yıllardır yüksek enflasyon ortamında çalışan özel sektördeki kurumlar, kazançlarını enflasyonun etkisinden arındırmaksızın beyan etmek zorunda oldukları için zaman zaman elde etmedikleri gelirlerin vergisini vermek durumunda kalmışlardır. Adil ve makul bir vergileme yaklaşımı için vergi kanunlarında yer alan kazanç tespit esaslarının, enflasyon muhasebesi ve diğer “Uluslararası Muhasebe Standartları” ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.
Ekonomiyi kayıt altına alma girişiminin öncesinde, vergi sisteminin basit, adil ve gelişmiş bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Böylelikle, mükelleflerde, elde ettikleri (gerçek) kazançlar üzerinden ve makul bir ölçüde vergiye tabi tutulacakları inancı pekiştirilecek ve sisteme daha fazla gönüllü katılım sağlanabilecektir. Halen yürürlükte olan yüksek vergi, prim ve harç oranlarının düşürülmesi, mali yükümlülüklerin azaltılarak girişimciler açısından kolaylıkla kabul edilebilir seviyelere indirilmesi gerekiyor.
Öte yandan damga vergisi, işlem harçları, veraset ve intikal vergisi gibi ekonomik aktivitenin önünde direnç oluşturan; ticari işlemlerin ve para transferlerinin gizlenmesini teşvik eden; fazlaca kırtasiye yükü ve yasal düzenleme gerektiren ve toplamda Hazine’ye ciddi bir getirisi olmayan (yükte ağır, pahada hafif) vergi ve harçların tamamen kaldırılması gerektiği görüşündeyiz. 
Mali sistemin ve bu sistemdeki mali yükümlülüklerin basit, anlaşılır, makul ve adil bir yapıya kavuşturulmasına yönelik çalışmalar sonrasında (ya da eşzamanlı olarak), kağıt para hareketlerinin sınırlandırılmasına ve kaydî paranın ekonomideki payının artırılmasına yönelik düzenlemeler hayata geçirilebilir. Bu çalışmalar esnasında, vergi kimlik numarası uygulamasının etkin kullanımı yoluna gidilerek (Maliye İdaresi ile bankacılık sistemlerinin entegrasyonu sonrasında) mali denetimlerin teknoloji yardımıyla ve çok daha etkin bir şekilde takibi sağlanabilir.
Kayıtdışı ekonominin toplam ekonomi içindeki payının azaltılması, hem ekonominin serbest piyasa ortamında işleyişinin daha etkin bir şekilde sürdürülmesi, hem de vergi gelirlerinin artırılması açısından önem taşımaktadır. Türkiye’de verimli bir şekilde çalışan, gelişmiş bir piyasa ortamının ve sağlıklı bir ekonominin oluşması için kayıtdışı ekonominin payının azaltılması yönünde çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaca yönelik çözümlerde, bürokratik ve güvensizliğe dayanan yöntemler yerine güven esasına dayanan, basit, anlaşılır ve modern yöntemlerin uygulanması gerekmektedir.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR