“DÜNYA, Roma’nın düşüşünden ve Barbarların istilalarından bu yana, barbarlığın ve cehaletin kol gezdiği binlerce yıllık bir uykuya daldı. Ancak 1453’ten beri medeniyet yeniden dirilmeye başladı; çünkü Türkler medeniyet yolunda hem kendileri büyük ilerlemeler gerçekleştirdiler, hem de gerçekleşmesine yol açtılar. Batı Avrupa’da bu tarihten itibaren coğrafi keşifler yapıldı, değişik icatlar gerçekleştirildi ve bilgi hayatı büyük atılımlar içerisine girdi. Ve bu süreç hâlâ devam ediyor. Ama...”
Bu sözler 17’inci yüzyılın ünlü gökbilimcisi Johannes Kepler’e (1571-1630) ait. Bu düşünceleri, çağının genel kabullerine uyarak dile getiren Kepler bir yandan ortaya çıkan durumu olumluyor, öte yandan Türklerin merkezinde yer aldığı ve belirleyici konumda olduğu bir dünyada yaşamaktan şikayet ediyor. Nitekim “Ama...” diye başlayan cümlenin devamı şöyle: “Türklerin geleceği ne olacak?” Başka bir deyişle gelecekteki dünyada Türklerin yeri, konumu ve etkisi ne olacak?
Modern felsefe-bilim tarihinin, özellikle modern astronomi tarihinin önemli adlarından birisi olan Kepler’in bu soruya nasıl cevap vermeye çalıştığını, ne tür araçları ve yöntemleri kullandığını incelemek oldukça ilginç. Çünkü ünlü bilgin, pozitif bilim tarihi kitaplarının hikaye ettiği kadar ‘pozitif’ değil. Büyük oranda animistik ve mekanik-olmayan bir dünya tasavvuruna sahip bilgin bu soruya astrolojiden hareket ederek cevap bulmaya çalışıyor.
Annesi büyü sanatlarını icra etmekle suçlanan bir ‘cadı’ olan ve astronomi bilimini “ilahi vahiy” olarak gören Kepler, bir çok kitapta astrolojiyi olumsuzlayan bir kişi diye takdim edilir. Ancak Kepler’in eleştirdiği ve eski-astroloji dediği, büyük ölçüde İslam medeniyetinden tevarüs edilen astrolojidir. Ona göre, eski-astrolojinin en büyük yanlışı dini ve siyasi olayları yıldız-astrolojisiyle tespit etmeye çalışmaktı; bu açıdan eski-astroloji yanlıştır. Çünkü dini ve siyasi büyük tarihi değişiklikler, ancak ve ancak kuyruklu yıldızlar ile yeni keşfedilen yıldızlara dayanılarak yapılan yeni-astroloji tarafından öngörülebilir.
Kadim medeniyetlerde astroloji, hizmetine sunulduğu misyon sahibi kişiye, Varlık’ın, (özellikle ay-üstü kosmosun) onun projesini desteklediğini gösterir. Bu ilahi destek ve eylemin kozmik karşılığı kişiye büyük bir moral destek ve güç verir. Zemininde bulunan kozmolojik ilkelere bağlı, astronomi ile matematik bilimlerinin bileşiminden oluşan astroloji geleceğe ilişkin mümkün olayların tespiti konusunda insan zihnini diri tuttuğu gibi, kamuoyuna mistik bir moral aşılar. Bu nedenlerle astroloji tarih boyunca proje sahibi ve kendisine misyon biçen bütün insanların ve toplumların dikkate aldığı bir disiplin olmuştur.
16’ncı yüzyılın ikinci ve 17’nci yüzyılın ilk yarılarında Batı Avrupa’da dini, siyasi, iktisadi ve içtimai sahalarda ortaya çıkan bunalımlar ile Türk hakimiyeti ve baskısı Batı Avrupalı aydın ve bilginleri, sonuçları tarihte gözlemlenebilen değişik arayışlara itti. Örnek olarak Machiavelli’nin Prens (Hükümdar) adlı yapıtında çizdiği çerçeve Osmanlı Devleti’nin Batı Avrupa’ya yönelik ‘hile’ kavramına dayalı geliştirdiği dış politikanın bir anlatımıdır. Machiavelli bu politikayı Avrupalı yöneticilere genel siyasi yaklaşım olarak takdim eder. İşte Kepler de bu arayışlar çerçevesinde mensubu olduğu kamuoyunu diri tutmak ve mistik moral aşılamak için astrolojiden medet ummuştur.
Kepler’e göre 1604’de keşfedilen yeni yıldız, sanıldığı gibi tesadüf ya da doğanın zorunluluğundan kaynaklanan bir sonuç değil; tersine Tanrı’nın ilahi takdiri ve kaçınılmaz bir planıdır. Bu yıldızın görünmesiyle Dünya’da büyük bir hareketlenme ‘tetiklenmiş’tir. Astrolojideki “tetiklenmenin doğal etkisi” teorisinden hareket eden Kepler şu öngörülerde bulunur: Avrupalı krallar güç için savaşacak; yeni görüş ve bu görüşleri savunan yeni gruplar ortaya çıkacak; ama en önemlisi Türkler düşürülecek, devrilecek ve yıkılacak. Zamanında İslam dinine yönelik Batı Avrupa halkları nezdinde ortaya çıkan teveccühten rahatsız olan Kepler, tespit ettiği şu bilimsel (!) sonucu da kamuoyuna duyurur: “İslam’ı benimsemek için hiç bir ‘doğal’ neden yoktur”. Ancak Kepler’in astrolojik öngörülerinde en önemli nokta, sık sık vurguladığı, eserinin son bölümünde vardığı sonuç ve verdiği tarihtir: Hıristiyanlar Türkleri yenecekler; başka bir deyişle Türklere karşı çığır açıcı bir zafer kazanacaklar”. Bu astrolojik öngörüleri Nova’nın zuhuru ile Satürn’ün hareketlerinden yola çıkarak pekiştiren Kepler son olarak şunu ekler: “Bütün bu olaylar 60 yıl sonra yani 1664’den sonra gerçekleşecek”. Tarihi bilgilerimize geri döndüğümüzde bu ‘kehanetin’ gerçekleştiği bile söylenebilir: ‘Viyana bozgunu’.
Batı 1071’den bu yana daima Türklerin geleceğiyle ilgilendi. Türklerin geleceğini yok etmek için siyaset, teknik, iktisat, vb. birçok araç geliştirdi. Niyetleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’yla kursaklarında kalan Batılılar, hâlâ Türklerin geleceğiyle ilgilenmeye devam ediyorlar. Ancak bir farkla: Bu milletin geçmişini dikkate almadan, kısaca “Türklerin geçmişi ne olacak” (Türkler kendi geçmişlerini nasıl yorumlayacak) sorusuna cevap vermeden “Türklerin geleceği ne olacak” sorusuna cevap verilemeyeceğini gördüler. Çünkü bir milletin tarihine ilişkin ‘kavram-çanak’ını amacınıza uygun şekilde tanımlayabilirseniz, o milletin geleceğine istediğiniz gibi yön verebilirsiniz. Bu ilkeden hareket eden içeridekiler ve dışarıdakiler, Türkleri tarihleriyle muhatap kılmamak için bütün bilimsel (!) teknikleri kullanıyorlar. Türklerin hem geçmişe ilişkin ‘tarihlerini’ hem de geleceğe ilişkin ‘niyetlerini’ tırnak içerisine almaya çalışıyorlar. Neden? Çünkü Türkleri hem bir daha içlerinden bir ‘Gazi’ çıkartamayacak şekilde anlam-dünyalarından yani tarihlerinden, hem de bir daha ‘Kurtuluş Savaşı’ yapamayacak şekilde ümitlerinden tecrit etmek şart da ondan. Peki bütün bunlar olurken Türkler ne yapıyor? Zor bir soru. Ancak ne yaparsak yapalım şu ilkeyi dikkate almadan hileyi bozmak zor: Geçmiş, geleceğine ilişkin bir niyeti; gelecek ise geçmişine ilişkin hissi ve fikri bir ünsiyeti bulunan milletler için anlamlıdır.
Paylaş
Tavsiye Et