SOVYETLER Birliği’nin tarih sahnesinden kalkmasından sonra, 1990’lı yıllarda Kafkasya’da meydana gelen gelişmeler tüm dünya tarafından yakından izlendi ve bölgede hangi ülkelerin öne çıkacağı sorusunu akla getirdi. Bu bağlamda İran bölgede etkin olmaya aday devletlerden biriydi. Sonraki dönemde bu ülkenin beklediği kadar etkili olamamasının nedenlerinden birisi İran ile bölge ülkeleri arasında ideolojik farklılık bulunması. Azerbaycan ile kültürel açıdan yakınlıkların olması; ama aynı zamanda iki ülke arasında ekonomik kaynakların paylaşımı konusunda bazı sorunların yaşanması, İran’ın Kafkasya politikasında en çok Azerbaycan ile olan ilişkilerinin öne çıkmasına neden oluyor.
Soğuk Savaş döneminde hakim olan siyasi rekabetin ortadan kalkması ve komünist sistemin bir alternatif olarak değerini yitirmesiyle İran, kendi sistemine yayılma imkanı veren bir alan açıldığını düşündü ve bölgede siyasi anlamda etkili olmanın yollarını aramaya başladı. Bugün Güney Azerbaycan olarak bilinen ve İran’ın kuzeyinde yer alan bölgede, Azerbaycan topraklarındaki Azeri nüfustan daha fazla Azerî bulunuyor. Demografik yakınlığın yanında aradaki kültürel yakınlık ve her iki halkın Şii mezhebine mensup olmasından kaynaklanan dinî yakınlık İran’ın bölgedeki politikasını kolaylaştıracak gibi gözükmekteydi. Bu çerçevede İran, Karabağ sorununun çözümü konusunda arabuluculuğa niyetlendi; ancak yapılan ateşkesin Ermeniler tarafından ihlal edilmesi ve sonrasında Azerilerin ciddi kayıplar vermesi İran’ın barış çabalarını baltaladı. Bu başarısızlık, o yıllarda Azerbaycan’da İran’a dair olumsuz bir imaj oluşturdu ve sonrasında İran, soruna fazla müdahil olmadı. Sonraki dönemlerde ise, Azerbaycan’ın Türkiye ve ABD ile yakınlaşması karşısında İran, Rusya ve Ermenistan’la ilişkilerini geliştirerek Kuzey Kafkasya’daki bağımsızlık hareketleri konusunda Rusya’yı kızdıracak gelişmelerden kaçınmayı tercih etti. Tahran, Humeyni sonrası dönemde izlediği pragmatik dış politika çerçevesinde bölgedeki Müslüman grupları himaye etmeye yönelmişse de, bunlar daha çok iç kamuoyunu tatmin etmeye yönelik hamlelerdi.
Ekonomik ilişkilere gelince, İran’ın özellikle Ermenistan’la arasının gayet iyi olduğu görülüyor. Bunda Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan’a ambargo uygulaması ve bu durumda Ermenistan’ın kaynak temini hususunda coğrafî açıdan en uygun ülke olarak İran’ı görmesinin yanında, siyasi faktörler de etkili. Kültürel bakımdan İran’ın etkisine girme ihtimali olmayan Ermenistan kuşatılmışlıktan kurtulmak için İran’a ihtiyaç duyuyor. Bu anlamda İran, Ermenistan’ın önemli bir ticari ortağı durumunda. İki ülke arasında gaz boru hattı ve Aras nehri üzerinde baraj inşâsı için görüşmeler yapılıyor. Baraj inşâsı projesine AB de destek vermekte; çünkü bu sayede Sovyet yapımı eski nükleer santral devreden çıkartılabilecek. İran’ın Azerbaycan ve Gürcistan ile olan ekonomik ilişkileri 1990’lı yılların başından itibaren gelişme gösterse de, petrol boru hatları konusunda bu ülkelerle yaşadığı görüş ayrılıkları ilişkilerin daha da gelişmesini engelliyor. İdeolojik farklılıklara rağmen İran’ın coğrafî yakınlığı kullanarak bölgedeki ekonomik faaliyetleri etkileme imkanı var; çünkü petrol ihracatında en kısa yol İran’dan geçiyor.
Büyük devletler arasında enerji kaynaklarının paylaşımında yaşanan rekabet, Hazar Denizi’nin statüsü, petrol boru hatları, coğrafî yakınlık ve İran’da yaşayan Azeri nüfus İran ve Azerbaycan arasındaki ilişkinin önemini artırıyor. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra üç yeni kıyıdaş devlet olarak Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın da, yatağında ciddi petrol kaynakları olduğu bilinen Hazar Denizi’nden nasıl yararlanacağı ve Hazar’ın coğrafî olarak nasıl paylaşılacağı bölge siyasetinde önemli bir konu olarak ortaya çıktı. İran’ın Azerbaycan petrollerinin işletilmesi ve pazarlara ulaştırılması ile ilgili olarak 1994’te imzalanan anlaşmalardan istediğini alamaması, bu konuda daha sert bir tavır izlemesine zemin hazırladı. Enerji kaynaklarının paylaşımı bölgedeki güvenlik ve istikrarı ciddi şekilde tehdit etmeye başladı. Örneğin; Rusya’nın Hazar Filosu 1991 sonrasında büyüklüğünü artıran nadir filolarından birisi oldu. İran da Hazar’daki Rus filosunun etkinliğini sınırlamak için, bir yandan yakın zaman önce Hazar Denizi’ne 30’dan fazla gemi indirirken, diğer yandan Hazar’ın silahsızlandırılması yönünde çeşitli önerileri gündeme getirdi ve Azerbaycan’ın petrol arama çalışmalarını güç kullanarak engelledi. Tahran’ın bu tavrına karşı Türkiye ve ABD, Azerbaycan’ın yanında yer aldılar.
Hazar’daki Rus askerî varlığından rahatsız olan İran’ın endişeleri; Azerbaycan’ın ABD ve Türkiye’den destek alması ve ABD’nin bu çerçevede Azerbaycan’a donanma kapasitesini artırması için askerî yardımda bulunmasıyla daha da arttı. Bu gelişme İran’ın isteğinin tam tersine Hazar Denizi’nin güvenliğini azaltıyor ve silahsızlandırılması hedefinden uzaklaştırıyor. 11 Eylül sonrasında Kafkasya ve Orta Asya’da artan Amerikan varlığı hem Rusya’yı, hem de İran’ı rahatsız ederken bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelere karşı sahip oldukları askerî avantajı da ortadan kaldırıyor. İran’ın bu konuda Azerbaycan’a baskı yapma imkanı da bölgedeki Amerikan varlığı nedeniyle azalıyor. Ancak Haydar Aliyev’in rahatsızlığı ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları bu alanda yeni gelişmelere neden olabilir. Aliyev’den sonra kimin cumhurbaşkanı olacağı, geçişin nasıl gerçekleşeceği ve Azerbaycan’ın siyasi istikrarının devam edip etmeyeceği soruları İran’ın Kafkasya siyasetini etkileyecek. Böylesi bir geçiş döneminde ortaya çıkabilecek boşluğu iyi değerlendirmek isteyen İran, Hazar konusunda daha tavizsiz bir politika izleyebilir. Bir başka seçenek de, Tahran yönetiminin yeni gelecek kişiyle iyi geçinip uzlaşma yoluyla politikasını uygulaması. Bu anlamda yakın gelecek, Kafkasya’da önemli gelişmelere sahne olabilir.
Paylaş
Tavsiye Et