Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Gönül Kâbe’yi nasıl tavaf eder?
Nazife Şişman
YIL 1973... Rami’deki Hacı Ali Paşa Camii imamı Mehmet Hoca hacca gider. Aileden hacca giden odur; ama sadece ailesinin değil, adeta bütün mahallenin hayat akışı etkilenir bu mübarek yolculuktan. Hac öncesi, tatlı bir telaş sarar bütün aileyi. Tek tek akrabalar gezilir helallik dilemek için. Yedi yıldır beş vakit namazlarını kıldıran, cenazelerini kaldıran, teravihlerini, bayramlarını şenliğe tebdîl eyleyen hocalarını, tekbirlerle tehlillerle uğurlar cami cemaati son kıldırdığı öğlen namazı sonrası. Herkes gıpta ile bakar; gözlerde yaş, gönüllerde bir kıpırtı. Acaba bize de davet olur mu bir sonraki yıl ümidi.
Mehmet Hoca, “insanoğlu için bir sığınma ve selamet yeri” olan ve İbrahim Aleyhisselam’ın “Rabbim, bu toprağı mübarek bir yer yap!” duasıyla korunmuş olan o kutsal mekana gitmiştir; ama eşi oturduğu yerde tamamlamak niyetindedir, insanlığın temel cevherinin seyahatini. Yani ki gaflet zamanlarından sonra, varlığının ve bütün manaların kaynağı olarak Yaratıcısını tekrar tasdik edip, O’na teslim olmak üzere kendi içinde bir yolculuğa çıkmıştır. Kocası hacca giden kadın, o dönünceye kadar emanetine hıyanet etmez, namahreme görünmez, hacı nasıl ihrama giriyorsa, elini dilini öylece haramdan uzak tutarsa, hac sevabını kazanır vaadinin muhatabı olmaktır niyeti. Değil mi ki Mevlânâ “Akıl hac için bir deve buluncaya kadar, gönül Kâbe’yi çoktan tavaf etmiştir.” der; gerçek hacının giden mi, kalan mı olduğunu ancak Allah bilir. 
O, niyetiyle amel ededursun, ev halkı hacıyı uğurlar uğurlamaz karşılama telaşı içine düşer. Evde yediden yetmişe herkese yeşil kıyafetler dikilir. Hiç olmadık, yeşil bir başörtüsü temin edilir, yeni kıyafet ayarlanamayan büyük anneye. Çoluk çocuk herkes hac heyecanını yaşar. Büyükler bunu ibadetlerle süslerken, bu ortamdan çocukların payına düşen heyecandır, neşedir. Bahçe kapısının yeşile boyanmasının, evin hem bayram, hem hacı için dip köşe temizlenmesinin telaşı zaman zaman azarlanmak olarak yansısa da onlara, ‘özel günler’ yaşadıklarının farkındadırlar. Hem hacı uğurlama, hem de hacı karşılama, hediye ve harçlıkların da etkisiyle, önemli bir tören olarak kazınır hafızalarına.
Hacı uğurlama ve karşılama törenleri, hüzünle karışık bir neşvenin paylaşılmasını sağlar. Bu paylaşımdan, hacca gitme aşkıyla yananın yanı sıra, haccın ne olduğunu bilmeyen küçük bir çocuk da nasibini alır. Bir kişi hacı olur; ama tanıdık eş dost pek çok kişi aynı iştiyakla Kâbe, Ravza üzerine bir sohbet ve muhabbetin içinde bulur kendini. İmam Tirmizî’nin rivayetine göre Cennet’ten bir yakut olan Hacer’ül-Esved’e mesh edemese bile, onu uzaktan selamlamış olan avuç içlerinin öpülmesi gibi adetler, hacı üzerinden bir dînî atmosferin oluşmasına yardımcı olan unsurlardır. Ayrıca bu törensel uygulamaların, hacının, sahip olduğu isme layık olmasını kolaylaştıracak bir toplumsal atmosfer yaratılmasına da katkısı olur. Kabeyi gören gözler harama bakmamalı, Mescid-i Haram’da yürüyen ayaklar harama yürümemeli, Ravza’da semaya açılan eller, haramı alıp vermemelidir. Bu gidiş, sadece turistik bir gezi, bir seyahat değildir. Yunus Emre’nin “Ak sakallu pîr koca, bilmez ki hâli nice/Emek yimesün hacca, bir gönül yıkarısa” sözü mucibince, gönül Kâbe’sini ziyaret edenlere katılabilmesi ve haccının kendi içine yaptığı bir yolculuk olabilmesi için, elbirliği ile desteklenir hacı.
Benim yukarıda bahsettiğim dönem, henüz mevlîd-i şerîf okumaların, Yasin toplantılarının ‘gerçek İslâm’da olmadığı şeklindeki ‘bilimsel’ kanaatlerin halk düzeyine inmediği bir dönem. Bu nedenle de dini, neşve ile yaşamaya meydan veren bir ortam yaratan dînî merasimler için, her tür fırsat değerlendirilir: Lohusa Mevlîdi, sünnet Mevlîdi, kırk bir Yasin, hacı uğurlaması, adak Yasin’i vs... Günümüzde Müslümanların bir kısmı, dînî törenlerin ne kadarını; nafileleri, sünnetleri, hatta zaman zaman farz olanlarını nasıl hayatımızdan çıkarabiliriz şeklinde bir çaba içinde olmasına rağmen, halk düzeyinde bu uygulamalar önemini korumaktadır. Fakat televizyonlarda ilâhiyat uzmanı olarak sunulan kimselerin, ölülerin arkasından okunan Kur’ân’ın bir anlamının olmadığı, Mevlîd’in zaten ibadet anlamına gelmediği, Hanefîler hariç çoğu Müslüman’ın kurban kesmediği yolunda beyanatlar vermeye başlamaları, dînî atmosferin ayrılmaz bir parçası olan bu merasimlerin önemsiz addedilmesine yol açmaktadır.
Dînî mevzuların gelişigüzel tartışmaya açılarak, bu şekilde kutsiyetlerinin zedelenmesinin yanı sıra, bir başka önemli husus daha, dinin bir atmosfer olarak yaşanmasını engellemektedir; ki o da tüketim kültürüdür. Bilindiği gibi tüketim kültürü, geleneksel yaşam tarzlarının temelini kemirir ve bu yüzden dinsel pratikleri de aşındırır. Bu, bilinç düzeyinde bir aşındırma değildir. Pierre Bourdieu’nün ‘habitus’ dediği düzeyde bir aşındırmadır. Yani insanlar, rasyonel eleştiri sonucu Tanrı’ya ya da dine inanmaktan vazgeçmezler. Daha ziyade gündelik yaşamda öylesine dönüşümler yaşanır ve inanç bu dönüşümler tarafından öylesine kemirilir ki, artık alâkasız ve imkansız bir hale gelir. ‘Habitus’ düzeyindeki aşındırmayı en bariz görebileceğimiz örnek, merasimler alanıdır. Artık kişi için önemli olan merasimler, kandil, mevlid, Ramazan, Hac ve Kurban, amin alayı gibi merasimler değil; sevgililer günü, kadınlar günü, noel, doğum günü kutlamalarıdır. Dînî merasimler, başka merasimlerle yer değiştirmiştir. Zira Newton’un fizikî dünya için söylediği tabiatın boşluk kabul etmezliği ilkesi, toplum için de geçerlidir. Toplumsal hayat da boşluk kabul etmez. Gerek bid’at diye, gerekse gündelik hayatın seküler örgütlenişi içinde yer bulunamadığı için yapılmayan dînî merasimlerin yeri de boş kalmaz. Bu boşluğu seküler merasimler doldurur. Böylece din, modern insanın ‘habitus’u dışında kalır; onu çevreleyen atmosfer olmaktan çıkar.
Bugün pek çok kişi, abartı ya da bid’at olarak değerlendirse de, hayatın en sıradan olaylarını bile törenleştirme ihtiyacındadır. Hele bunlar, doğum, ölüm, düğün gibi insan hayatında dönüm noktası teşkil eden olaylar ise. Böyle olaylarda insanlar kendi hayatları ile ilgili muhasebe yaparlar; hüzünse hüzün, coşku ise coşku duyarlar. Hac da son yıllara kadar çok az insana nasip olan ve insan hayatında dönüm noktası teşkil eden önemli bir olay olarak kabul ediliyordu. Bu nedenle de hac, farz olan menasikînin dışında da Müslümanların özellikle törenselleştirdiği bir ibadettir. Gündelik hayat örgütlenmesinde hakim olan tüketim kültürünün, dini, alâkasız ve imkansız hale getirdiği şeklindeki tespiti göz önünde bulundurursak, modern-seküler atmosfere karşı dînî atmosferi muhafazanın, dînî merasimleri muhafazadan geçtiğini söyleyebiliriz. Çünkü dünya ve ahiret bilgisi ve bu bilgiye uygun hayat tanzimi gündelik pratiklerle, gündelik hayat içindeki törenlerle bilinçlere yerleşir.

Paylaş Tavsiye Et