NAPOLYON, tarihin kaydettiği en eski siyasi güçlerden biri olan Çin’i uyuyan bir deve benzetmişti. 1970’li yıllarda dünyaya evinin kapılarını aralamaya başlayan bu dev artık uykusundan uyandı. Yavaş fakat emin adımlarla küresel sistemin merkezine doğru yol alıyor. 1990’lara kadar Çin bölgesel bir güç olarak görülmekteydi; şimdi dünyanın dört bir yanında artan China Town’larla küresel bir aktör olma yolunda.
Çin-Avrupa Birliği ilişkilerini tarihsel, ekonomik ve siyasi olmak üzere üç açıdan ele almak mümkün. Fakat bunu yaparken şunu gözden kaçırmamak gerekiyor; ekonomik ve siyasi alan birbirinden bağımsız değil, bilakis bir bütünün birbirlerini tamamlayan parçalarıdır. Tarihsel arkaplan ise iki tarafın birbirlerine bakışını şekillendiriyor. Ekonomik açıdan bir dev olarak görülen AB özellikle ekonomik araçlarla siyasi alandaki güçsüzlüğünün sebep olduğu etkisizliğini gidermeyi amaçlıyor. Bu açıdan bakıldığında Çin-AB ilişkilerinde siyasi yönden daha ziyade ekonomik yönün ağır bastığı göze çarpmaktadır. Çin ekonomisinde 1970’lerde başlayan ve halen devam etmekte olan reform politikaları ve bu politikanın dışa açılma sürecinde gelmiş olduğu konum Çin’in 11 Aralık 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıyla yeni bir boyut kazandı. Çin tarihinde ilk defa küresel bir aktör olma yolunda ciddi emareler göstermeye başladı. Çin ve AB arasındaki ekonomi-politik yakınlaşma ABD’nin hegemonik konumunu sarsan önemli bir adımdır.
Çin-AB İlişkilerinin Tarihsel Arkaplanı
Avrupalıların zihninde Çin dünyanın uzak ucudur. Uzak Doğu tanımlaması bunun en net yansımasıdır. Avrupa’da sefilliğin kol gezdiği Ortaçağ boyunca kıtanın doğusu Avrupalılar için zenginliğin, refahın ve huzurun adresiydi. Haçlı Seferleri’yle ulaşılan bilgiler ve Marko Polo gibi seyyahların Avrupa’nın doğusu hakkında yazdıkları bu hayranlığı daha da artırdı. Doğusunda geçit vermeyen bir güç karşısında alınan yenilgiler nedeniyle Avrupa çareyi batısındaki denize açılmakta buldu. Bir kısmı doğu diye Amerika’yı keşfettiğinden haberdar bile değildi. 1500’lerde Afrika’yı dolaşıp Hindistan ve Çin’e ulaştılar. Çin’in güçlü siyasi yapısı Avrupalıların 1820’lere kadar Çin pazarına girmesine engel olabildi. Avrupalılar yaptıkları yoğun ithalata rağmen kendi ürünleri ile Çin pazarına girmeyi başaramadılar. Çin-Avrupa ticaret dengesini Avrupa lehine değiştiren ürün ise haşhaş oldu. 1820-1840 döneminde artan haşhaş ithalatı, Çinliler arasında yaygın uyuşturucu madde bağımlılığını beraberinde getirdi. Çin yönetiminin haşhaş ithalatını yasaklamak istemesi üzerine İngiliz savaş gemileri Çin’e müdahale etti. 1842’de Çin’in yenilgisi ile sona eren Afyon Savaşı’ndan sonra İngiltere Hong Kong’u sömürgeleştirdi. Savaşın en önemli sonucu Çin’in serbest ticaret anlaşması imzalamak zorunda kalmasıydı. İngiltere’nin bu kazancı diğer Avrupalılar için örnek teşkil etti. Nitekim Portekizliler başta olmak üzere diğer Avrupalılar Çin pazarına girdiler. Piyasanın ucuz ithal mallarla dolması sonucu halk fakirleşti ve Çin ekonomisi çöktü. Çin, Mao Zedung liderliğinde 1949’da Komünist Çin Halk Cumhuriyeti kuruluncaya kadar bir daha toparlanamadı. Bu tarihten sonra kapılarını dış dünyaya kapatan Çin 1970’lerin sonunda yavaş yavaş küresel sisteme entegre olmaya başladı.
AB-Çin İlişkilerinin Genel Çerçevesi
AB’nin resmî yayınlarında AB-Çin ilişkilerinin şu dört temel başlık altında toplandığını görmekteyiz: İkili ve dünya ölçeğinde artan siyasi diyalogu güçlendirmek; Çin’in insan haklarına saygılı ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir açık topluma geçiş sürecini desteklemek; dünya ticaret sistemi içine çekmek amacıyla Çin’in dünya ekonomisine entegrasyonunu teşvik etmek ve Çin’de devam eden sosyal ve ekonomik reform sürecini desteklemek; Çin’deki AB profilini artırmak.
Çin ile AB arasında ilk resmi ilişkiler 1975’te başlamış ve 1978’de Çin-AET Ticaret ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştı. Aynı yıl Çin, Açık Kapı politikası çerçevesinde öncelikli olarak tarım sektöründe reformlar yapacağını beyan ederken, 12 şirkete de dış ticaret izni vereceğini açıkladı. Çin Lideri Deng Xiaoping “kedinin siyah ya da beyaz olması değil, fare tutması önemli” derken Çin’in kapılarının yabancı sermaye için de yavaş yavaş açılacağını haber veriyordu. Nitelim Çin, 1980’de dünya para piyasasını ve politikalarını belirlemede etkin bir örgüt olan İMF’nin üyesi oldu. 1986’da da küresel ticaretin serbestleşmesini amaçlayan GATT Anlaşmasına taraf olmak için görüşmelere başladı. 3 Haziran 1989’da Pekin’in ünlü Tienanmen meydanında Komünist rejime karşı gösteri yapan öğrencilere askerlerin sert müdahalesi sonucu Çin-GATT müzakereleri askıya alındı. 1994’te tekrar başlayan görüşmeler sırasında Avrupa Birliği Çin’in 1995’te kurulan Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması amacıyla geçiş süreci uygulanması yönünde bir proje sunmuştu. Aynı yıl Brüksel, AB-Çin ilişkileri ile ilgili olarak ilk uzun vadeli stratejisini “Çin-Avrupa İlişkileri için Uzun Vadeli Bir Politika” başlığı ile açıkladı. 1998’de açıklanan “Çin ile Kapsamlı Bir Ortaklık İnşa Etme” bildirisi 15 Mayıs 2001’de AB’nin daha etkili bir Çin politikası geliştirmesi amacıyla “AB’nin Çin Stratejisi” olarak güncellendi ve kabul edildi. Bu belge AB’nin bugünkü Çin politikasının ana çerçevesini çizmektedir. 13 Ekim 2003’te oluşturulan yeni belgede 1998 ve 2001 bildirileri tekrar gözden geçirilerek “AB-Çin İlişkilerinde Paylaşılan Çıkarlar ve Meydan Okumalar” adı altında güncellendi. AB-Çin ilişkilerinin seyrini takip ederken bu belgelerin başlıkları bile bize çok şeyler söylemekte. Adım adım ilerleyen ilişkilerin giderek işbirliği alanlarını genişletmeye başladığını görmekteyiz. 1995, 1998, 2001 ve 2003 belgelerinde ilişkiler üç ana başlıkta toplanıyor. İnsan hakları konusunda özel bir diyalogu da içeren siyasi diyalog; ekonomik ve ticarî ilişkiler ve AB-Çin işbirliği programı. İlişkilerde en önemli konuları yasadışı göç, insan hakları, ekonomik ve ticarî ilişkiler, bilim-teknoloji ve enerji alanlarında işbirliği kapsamaktadır.
Buna karşılık Çin, AB ile ilişkilerle ilgili ilk politika belgesini 13 Ekim 2003’te açıkladı. Bu belgede Çin ile Avrupa arasındaki işbirliği alanlarının genişletilerek yoğunlaştırılması gerektiği üzerinde duruluyor; AB politikasının amaçları şu şekilde açıklanıyordu: Faklılıkları koruyarak ortak bir zemin arayışını ve karşılıklı saygı ve güven ilkesi altında AB ile siyasi ilişkileri artırmak; karşılıklılık, müşterek kazanç ve eşitlik temelinde müzakere ilkelerine dayalı ticaret ile Çin-AB ekonomik işbirliğini derinleştirmek ve Doğu ile Batı arasındaki kültürel uyumu ve ilerlemeyi geliştirmek için değişim programları yoluyla Çin-AB arasındaki kültürel işbirliğini genişletmek.
Her iki taraf da aralarındaki işbirliğinin dünya barışına ve istikrarına ortak katkıda bulunacağını vurgulamaktadır. Enerji konusunda dışa bağımlı olan iki güç arasında 1990 sonrasında ciddi bir kriz yaşanmamış olması önemlidir. Çin-AB arasındaki işbirliğinin siyasi yönünü, önümüzdeki yıllarda bu dışa bağımlılığın belirleyeceğini söylemek yerinde olur. Nitekim ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında her iki taraftan da benzer sesler yükselmişti. Savaş senaristleri Çin’e akan petrol ve doğal gazın herhangi bir nedenle kesintiye uğramasının Çin açısından bir savaş nedeni olabileceğini belirtmektedir. Irak ve Körfez’deki enerji kaynaklarına ABD’den daha fazla ihtiyaç duyan Çin ve AB’nin önümüzdeki günlerde aralarındaki işbirliğini siyasal platforma da taşımaları muhtemeldir. 10 Mart-20 Nisan 2004 döneminde 20 üst düzey Avrupalı diplomat ve AB yetkilisi Çin’i ziyaret etti. 15 Nisan 2004’te Çin’i ziyaret eden AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, AB ile Çin arasındaki ikili ilişkilerin önümüzdeki yıllarda daha da derinleşerek devam edeceğini açıkladı. Konuşmasında AB’nin “Tek Çin” politikasını desteklediğini vurgulayan Prodi’nin Çin’de yaşanan insan hakları ihlallerinden bahsetmemesi dikkat çekiciydi.
Paylaş
Tavsiye Et