Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Seküler törenler arasında rüyasız geçen zamanlar
Nazife Şişman
ALTI yedi yaşlarında iken diğer köy çocukları ile birlikte mektebe başlar Rahile (1910’lu yılların ilk yarısı). Başarı sırasına göre oturulan mektepte, üçüncü sıradadır. İkinci yıl Kur’an’ı hatim eder. Mektepteki bütün çocuklar âmin alayı için hazırlanırlar. Onunla birlikte üç-dört kişi daha o yıl hatim etmiştir. Çok küçük olan öğrenciler hariç yaklaşık yirmi mektep talebesi, köy köy gezip bahşiş toplayacaklardır. Öksüz Rahile’ye annesinden kalma işli yağlıklar (iki ucu işlemeli, dikdörtgen şeklinde pamuklu dokuma) giydirilir. Âmin alayının önünde yaşı büyük olan ağabeyler vardır. 15 yaş civarındaki bu delikanlılardan bazıları hafızlığa çalışmakta, bazıları Arapça tahsil etmektedir. Âmin alayı önce köyün içini gezer. Her haneden, hane sahibinin kesesine ya da gönlünün zenginliğine mukabil bahşiş verilir hatim eden çocuklara. Bazen bu, bir tas ekindir (buğday). Çocukların beraberlerinde getirdikleri eşeğin üzerindeki heybeye doldurulur bu ekinler. Daha sonra sıra komşu köylere gelir. Her kapının önünde, âmin alayı ilahiler söyler, salavatlar getirir. Hatim eden çocuklar ya içeri girer ya da kapının önüne çıkan hane sahibinin elini öper. Hatim edenlerin başları okşanır dualar eşliğinde. Birkaç kilometrelik yolu yürüyerek gelen âmin alayına bazen somun ikram edilir. Kapı önünde dilimlenen ekmek, hane sahibinin ambar ve gönül zenginliğine göre ya yavan ya da üzerine yağ sürülmüş olarak dağıtılır çocuklara.
Komşu köyler bir günde bitmez, bu yüzden ertesi gün devam edilir âmin alayının gezmesine. Eğer hatim edenin o köyde bir akrabası varsa, bazen ona verilen bahşiş diğerlerinden farklı olabilir. Mesela Rahile, Güney Köy’e geldiğinde dayısı ona on para verir, yengesi bir yün çorap, diğer yengesi ise bir yazma hediye eder. İkinci günün sonunda, çuvalda toplanan ekinlerle birlikte mektebe dönülür. Ekinler hocaya teslim edilir. Hoca çarşıda buğdayı satar ve parasıyla kuru üzüm alır. Daha sonra bu üzümü mektepteki çocuklara eşit olarak paylaştırır. Böylece hatim, çocuğun yaşadığı çok önemli bir tören olarak hafızasına kazınır.
•••
Doksan yıl sonra... Hatim çocuğunun torununun kızı, ilkokul birinci sınıfa gider. Okumayı, yazmayı öğrenir. Öğretim yılı sonunda “okuma bayramı” düzenlenir. İki aylık hummalı bir çalışmanın sonucunu sergiler minik yavrular, velilerden ve öğretmenlerden oluşan topluluğa. Okul şarkılarıyla başlayan tören, Eurovizyon birincisi parçanın ‘playback’ seslendirilişi ile devam eder. Yedi yaşındaki kız, mimiklerinden dans tarzı ve kıyafetine kadar her açıdan küçük bir kopyadır adeta. Ardından bir diğer küçük kız, dansöz kıyafetini andıran bir kostümle bir başka pop müzik parçası eşliğinde dans eder. Cumhuriyetin kuruluşundan beri sembolik Batılılaşmanın göstergesi olan bale gösterisini, İspanyol dans grubu takip eder. Külkedisi piyesinin de yer aldığı programdaki tek yerli unsur, birkaç dakikalık halk oyunları gösterisidir.
Küçük kızın yıllar sonra zihninde muhafaza edeceği fotoğraf ne olur, bilmek mümkün değil. Ama bugün için, en çok alkış alan o iki popüler şarkının sözlerini mırıldanıp figürlerini taklit etmeye çalıştığını söyleyebilirim.
İkinci sınıfı bitirdiğinde hatim eden ağabeyi ise, sınıf arkadaşları arasından neden bir tek kendisinin Kur’an okumayı öğrendiğini anlamlandıramaz. Aile içinde yapılan hatim cemiyetinde, sınıf arkadaşlarından hiçbiri yoktur. Onların yanında gururla taşıyabileceği bir başarı olarak kodlanmaz zihnine, hatim etmiş oluşu. Beşinci sınıftan mezun olurken düzenlenen valsli tören, çekilen fotoğraflarla, hazırlanan CD’lerle ve çevreden alınan onayla, çok daha önemli bir yer kazanır çocuk muhayyilesinde.
Liseyi bitiren başka bir torun ise, kep töreni ve içkili mezuniyet eğlencesine katılıp katılmama çatışmasını yaşarken, hayatının bu önemli aşamasında, dini ile gençlik heyecanları arasında bir tercih yapmak zorunda hisseder kendisini.
•••
Din eğitiminin, İmam Hatip Liseleri dolayımından tartışıldığı şu günlerde, dikkat etmemiz gereken bir husus var. Hayatın ‘normal’ akışı içinde, dindarlığı önceleyenler için bile dine alan açmak çok zor. Toplumsal örgütlenme, ta çocukluğun ilk yıllarından başlayarak dini dışarıda bırakan bir yapı arz ediyor. Hayat ana damarında akarken, ona eklenen bir dış unsur gibi, mesela Kur’an öğrenmek, mesela namaz kılmak. Modern hayatın gündelik pratiği, seküler bir çerçeveye sahip. Dinî merasimlerden arındırılmış, seküler bir toplumsal atmosfer, hakim çerçeveyi oluşturuyor. Çocuğunuzun doğum günü kutlamasının merkeze yerleştiği, ama Kur’an’ı hatmetme törenine yer olmayan bir hakim çerçeve bu.
Böyle bir ortamda bizi biz yapan esasları sürekli hafızamızda, kalbimizde ve hayatımızda tutmayı nasıl başarabiliriz? Bizi biz yapan esasları, gündelik hayatımızda muhafaza etmek için, törenlere ihtiyacımız var. Bilindiği gibi dünya ve ahiret bilgisi ve bu bilgiye uygun hayat tanzimi, gündelik pratiklerle bilinçlere yerleşir. Kişiliğin ve kimliğin oluştuğu, hayatın öncelikler listesinin belirlendiği alandır gündelik hayat. Ve bu öncelikler listesinin oluşmasında en etkin işleve sahip olan unsur, gündelik hayattaki törenlerdir. Yani öncelikler listemizi belirleyecek olan, “okuma bayramı”, “mezuniyet balosu”, “besmele günü” ve “hatim töreni”nden her birinin hayatımızda kapladığı alan ve taşıdığı önemdir.
Yahya Kemal, ezansız semtlerde büyüyen çocukların, “Müslümanlığın çocukluk rüyası”nı göremeyeceği endişesini taşıyordu. Hatim törensiz büyüyen çocuklar için de aynı endişe baki. İsmet Özel’in, rüyanın hakikatine yaptığı vurguyu nazarda tutarsak, seküler hayaller arasında rüyadan mahrum kalmanın, akıbet açısından ne denli önemli sonuçlar doğuracağını idrak edebiliriz. Ve umulur ki, çocuklarımızın “Müslümanlık rüyası”nı görebileceği zaman ve zeminin mayasını çalma gayreti içinde oluruz.

Paylaş Tavsiye Et