MARSHALL McLuhan 1968 yılında yazdığı Küresel Köyde Savaş ve Barış isimli eserinde “küresel köy” kavramını kullandığında, henüz küreselleşme kavramı toplumlararası ilişkileri çözümlemeye çalışanların kelime dağarcıkları arasında yer almıyordu. McLuhan, iletişim teknolojilerindeki gelişme neticesinde dünyanın bir örnekleşmesinden bahsediyor ve dünya tarihinin kabile çağı, okuma yazma çağı ve matbaa çağından sonra vardığı elektrik çağında ortak bir bilinçlilik halinin ortaya çıktığını öne sürüyordu. Küresel köyde, insanlık matbaa çağında edindiği ulus kavramından vazgeçecek, bireycilik yerini yeniden cemaatçiliğe terk edecekti. Bu kehanetin tutup tutmadığı bir başka konu olmakla birlikte bugün artık söz konusu kehanete konu olan ne varsa bunlara dair sayısı binlerle ifade edilen bir literatürle karşı karşıya olduğumuz çok açık.
“Küreselleşme”, oldukça yeni bir kavramsallaştırma. Küreselleşme kavramının literatürde görülmeye başlaması 1980’lerin sonunda, özellikle ekonominin uluslararası örgütlenmesi ile ilgili olarak yapılan analizlerle birlikte söz konusu oldu. “Küreselcilik” (globalism) kavramının kullanımı ise biraz daha geriye, 1970’li yılların başlarına dek uzanıyor. Bu yıllardan 1980’lerin sonuna kadar ilk örneği Stephen E. Ambrose’un Küreselciliğin Yükselişi: 1938’den Bu Yana Amerikan Dış Politikası isimli kitabı ile verilen ve temelde küreselcilik kavramı etrafında ABD dış politikasını ele alan 10’un üzerinde çalışma ve pek çok makale yayımlandı. (Bu arada “Avrupa küreselciliği” olgusundan dem vuran çalışmalar da yapıldı.) 1980’lerin son çeyreği ve 1990’ların birinci çeyreği arasında küreselleşme kavramı etrafında verilen eserler önce emeğin, sermayenin, üretimin, ticaretin, kalkınmanın ve teknolojinin, daha sonra iletişimin, siyasetin ve kültürün dünya çapındaki dolaşım biçimleri üzerinde odaklandılar. Ancak bu çalışmalarda çeşitli toplumsal, ekonomik, siyasal ya da kültürel görüngülerin küreselleşmesinden bahsediliyor; küreselleşmenin, değeri kendinden menkul bir gerçeklik, kapsayıcı bir kavram ve toplumlararası ilişkilerin farklı yönlerinin kendisinden hareketle yorumlandığı bir referans çerçevesi olmaya başlaması ancak 1990’ların ikinci çeyreğinden itibaren mümkün olabiliyordu. Bu dönemde sayıları onlarla ifade edilen kitaplar 1990’ların ikinci yarısı ile birlikte yüzlerle, 2000’li yıllarda ise binlerle ifade edilir hale geldi.
Kavramın oldukça kısa sayılabilecek bir süre içerisinde bu denli yaygın bir kullanım alanına sahip olmasını nasıl değerlendirmek gerekir? Entelektüeller moda kavramlar kullanarak birşeyler söylemeyi severler. Ancak Batılı bir düşünce ikliminde ve ana akım Amerikan akademik çevrelerinde Batı dışı dünyanın iktisadî, siyasî ve kültürel bakiyesine ve geleceğine ilişkin üretilen düşüncelerin kendisi aracılığıyla formüle edildiği bir kavram söz konusu olduğunda bu mesele üzerinde biraz daha durmak gerekir.
Küreselleşme kavramı yaygın olarak, yeni iletişim ortamlarının gündeme gelmesi ve dünya yüzeyine yayılması, Batı dışı dünyada Batı’dakine benzer yaşam biçimlerinin ve tüketim alışkanlıklarının gelişmesi, çokuluslu şirketlerin egemenlik alanlarını gittikçe daha fazla genişletmeleri, ulus-devletin gücünün azalması, uluslarüstü siyasi kurumların oluşturulması ve bu kurumların evrensel ölçekte kararlar alma yetkisini kendilerinde görmeleri vb. gelişmeleri nitelemek üzere kullanılmaktadır. Küreselleşmenin ekonomik, siyasi ve kültürel görünümlerinden bahsedilirken şu tanımlardan hareket edilmektedir: Ekonomik küreselleşme uluslararası ticaretin yaygınlaşması, uluslararası yatırımın artması, sermayenin küresel ölçekte örgütlenmesi, kısaca açık pazar ekonomisinin egemenlik kazanması; siyasi küreselleşme uluslarüstü idari mekanizmaların ve düzenleyici kurumların oluşması, ister neoliberal olsun ister neomuhafazakâr, Amerikan değerlerinin dünyanın geri kalan bölgelerindeki siyaset etme biçimlerini gittikçe artan bir oranda belirlemesi; kültürel küreselleşme ise Batılı gündelik yaşam pratiklerinin, özellikle de tüketim alışkanlıklarının dünyanın her bir yanını kaplamasıdır. Bugün gerek entelektüel, gerek popüler kamu nezdinde, yukarıdaki tanımlarla birlikte, Roland Robertson’ın ifadeleriyle “hem dünyanın mekansal anlamda daralması, hem de bir bütün olarak, dünya bilincinin yoğunlaşması” olarak anlaşılan küreselleşme, aslında bize bir başka kavramı, “modernleşme” kavramını hatırlatır niteliktedir.
Modernleşme kavramı, ABD’nin bir dünya gücü olma iddiası taşımaya, II. Dünya Savaşı’nın ardından evrenselci bir perspektif geliştirerek kendi dışındaki dünyayla yakından ilgilenmeye başladığı bir dönemde günümüz küreselleşme kavramının olumlu çağrışımlarını bünyesinde barındıran bir kavramdı. Ünlü bir modernleşme kuramcısının deyimiyle, modernleşme kavramı o dönemde “evrensel çağrışımları ve devingen niteliği” dolayısıyla kullanılmakta, Batılılaşma kavramının sahip olduğu öznelliğe ve iticiliğe karşın kuşatıcı ve benimsenebilir bir kavram olarak öne çıkmaktaydı. Bu olumlu çağrışımların yerini bir süre sonra başarısız modernleşme ve kalkınma politikaları aldı. Ne var ki evrenselci politikalar üretme iddiasından vazgeçilmedi. Bu süreçte “küreselleşme” kavramı keşfedildi. Küreselleşme kavramı nötr, herhangi bir siyasî ya da kültürel öznenin tahakkümünü ele vermeyen ve hatta karşılıklı bir etkileşim halini niteleyen bir kavram olarak yansıtıldı.
Küreselleşme kavramı Batılı güçlerin Batı dışı dünya ile arasındaki ilişkilerin tarihsel yükünü hafifletme hedefini bünyesinde barındıran bir kavramdı. 19’uncu yüzyıldan bu yana Batı’nın kendi dışındaki dünya ile ilişkilerini çözümlemek isteyenler “sömürgecilik”, “emperyalizm”, “Batılılaşma” ve “modernleşme” kavramlarını kullandılar. Yaşanan tarihsel deneyimleri olumlayanların tercih ettikleri kavram “modernleşme”, eleştirenlerin tercih ettikleri kavramlar ise “emperyalizm” ya da “sömürgecilik” idi. “Batılılaşma” kavramı ise zaman zaman olumlu, zaman zaman da olumsuz anlamlarda kullanılmaktaydı.
Küreselleşme kavramının keşfi ve bu denli hızlı bir biçimde yaygınlık kazanması uygulanmak istenen evrenselcilik siyasetinin üzerinin örtülmek istenmesi ile ilintilidir. Yeni dönemlerde birçok sorunlarla karşı karşıya kalınmakta, yeni sorunlar yeni formülasyonları davet etmektedir. Bu doğrultuda küreselleşme kavramının dünyanın Batılılaşması sürecini meşrulaştıran bir kavram olarak düşünülmesi siyasi bir evrenselcilik projesinin uzantısıdır.
Tüm bunlara rağmen ilginç olan nokta şudur ki, küreselleşme projesi kendi muhalefetini de beraberinde getirdi. Bununla, küreselleşme karşıtı eylemleri kastetmiyorum. Sürecin bizatihi kendisine karşıt olanlar hem aktörün daha bir farkına vardılar, hem de yeni iletişim teknolojilerinden yararlanarak evrensel bir muhalefet bilincinin oluşturulması için yeni bir imkanla tanıştılar.
Paylaş
Tavsiye Et