TÜRKİYE’DE lise eğitimi almış hemen hemen her kişi ‘Kopernik Devrimi’ ifadesini duymuştur. Özelde astronomi genelde bilim için bir dönüm noktası olduğu kabul edilen böyle ‘sade’ bir tamlamanın bile insanların ‘hayat’larını kurduğu kavram-örgüleri ile ne kadar ilişkili olduğu, ifadenin okumuşlar nezdinde çağrıştığı muhtevayı tasavvur ederek tespit edilebilir. Denebilir ki, her Türk okumuşu bu ifadenin modern dünyayı ima ettiğini, “herşeyin bununla başladığını ama asla bitmediğini....” düşünür. Öyleyse bu ifadeye biraz daha yakından bakmayı deneyelim. Eğer devrim mevcut olandan tamamen farklı bir tasavvur getiren, eskiyi tarumar edip değiştiren, “sonra’da inşa ettiği, önce’de bulunmayan” bir ‘şey’ ise ilk sorumuz şu olmalıdır: Kopernik, astronomide ne tür bir devrim yapmıştır?
1957’den bu yana sürdürülen araştırmalar göstermiştir ki, Kopernik astronomosi ‘teknik’ anlamda ‘yeni’ hiçbir şey getirmemiştir. Kopernik astronomisinin içerdiği bütün modeller, başta Mueyyeddin Urdî, Nasiruddin Tusî, Kutbuddin Şirazî ve İbn Şatır olmak üzere, Merağa matematik-astronomi okulunun geliştirdiği modellerdir. Nitekim, Kopernik etrafında örülen ‘efsane’yi ilmî çalışmalarında resmeden Otto Neugebauer ile ömrünü bu konuya hasreden arkadaşı Noel Swerdlow, Kopernik’i “Merağa okulunun en büyük takipçisi” olarak adlandırmışlardır. Öte yandan Kopernik astronomisinin teknik matematik içeriği, bırakınız İslam dünyasındaki astronomiyi, Batlamyus astronomisine oranla bile ‘geri’dir. Alexander Koyré’nin, “Kopernik astronomisinin ihtişamı ‘equant’ sorununu ortadan kaldırmasıdır” iddiasına gelince Neugebauer bu ‘kaldırma’yı ‘kuvvetlendirme’ fiiliyle değiştirmiştir.
Bu çalışmalardan sonra, yukarıdaki çıkarımlara şöyle bir yanıt verilmiştir: Kopernik astronomide değil kozmolojide devrim yapmıştır. Bu devrimden kasıt da Güneş’i merkeze almasıdır. Astronomi tarihine ilişkin basit bir donanımı olan her kişi şunları bilebilir: Yermerkezli matematiksel bir modelde, Güneş’e ilişkin bir vektörü Yer’e çevirmek, basitçe söylenirse Güneşmerkezli modeli verir. İkincisi, tarihteki bütün birinci sınıf astronomlar küresel bir evren sisteminde matematiksel açıdan herhangi bir noktanın merkez olarak alınabileceğini kabul eder. Üçüncüsü, Aristarkhos’dan (M.Ö. 3. yüzyıl) itibaren pek çok astronom Güneş’i merkez olarak almıştır. Birunî’nin verdiği bilgilere göre bazı Müslüman astronomlar yalnızca benimsemekle kalmamış, bu kabule uygun, başta usturlap olmak üzere pek çok astronomi aleti de yapmıştır. Bütün bunlardan daha önemli olarak, Güneşin merkeze alınması, “Evrensel Çekim Yasası” bilinmiyorsa bilimsel değil felsefî, hatta itikadî bir kabuldür.
Şimdiye kadar ortaya konulan çıkarım doğru ise şu soruyu sormak hakkımızdır: Öyleyse ‘Kopernik Devrimi’ hâlâ var mıdır? Kanımca vardır ve zaten tarihte, Kopernik’in eylemine ‘devrim’ denmesi, birazdan açıklayacağımız özelliğe dayanır/‘idi’. Nedir öyleyse bu eylemi devrim yapan özellik? Bu soruya yanıt vermeden önce, bir kavramı, ‘Kilise’ kavramını açıklamak zorundayız.
Avrupa felsefe-bilim tarihinde ‘Kilise’ yalnızca bir kurumun adı değildir. Kilise, kısaca denirse, Tanrıya, evrene, doğaya, insana kısaca ‘herşeye’ arkasından bakılan bir prizmanın, bir Sistem’in adıdır. Bu Sistem binlerce yıl boyunca oluşturulmuş kolektif bir akıl, bu aklın kullanımından ortaya çıkan kolektif bir yöntem ve bu yöntemin ürettiği bilgiyi denetleyen kolektif bir ölçüttür. Her kişi, neye ait olursa olsun, ne tür olursa olsun ve ne amaçla olursa olsun her türlü bilgiyi bu kolektif aklı kullanarak, bu kolektif yöntem içerisinde ve bu kolektif ölçütle değerlendirerek, kısaca bu kolektif Sistem’in süzgecinden geçirerek elde etmek zorundadır.
İşte, kendisi de Sistem’in bir ‘görevli’si olan Kopernik’in eylemini devrim yapan, 1543’te yayımlanan De revolutionibus orbium coelestium adlı eseriyle Sistem’in aklı, yöntemi ve ölçütü dışında, bir kişi olarak, evreni bilme çabasıdır. Dolayısıyla, hemen söyleyelim ki, ‘Kopernik Devrimi’, astronomik ve kozmolojik değil, esas itibariyle teolojiktir. İşte bu nedenle Kopernik’in devriminde, her konuda Sistem’den daha doğru bilebileceği iddiası ‘gizli’ olarak vardır. Nitekim Galileo, bu iddiayı kendisine esas alarak, Sistem’in aklı, yöntemi ve ölçütü olmaksızın herşey hakkında daha doğru bilgi üretilebileceğini söylemiş ve bu görevi de ‘Doğa bilimleri’ adını verdiği yeni-Sistem’e yüklemiştir. Bu ifadelerden hareketle modern Batı felsefesinin niye bilgi merkezli olduğu; çağdaş düşüncede bilimi eleştiren Feyerabend gibi düşünürlerin niçin bilime Kilise dedikleri gibi pek çok noktaya gidilebilir; ama özellikle Kant’ın kritik felsefesine ‘Kopernik Devrimi’ demesi yukarıda dile getirilen düşünceler açısından yeniden yorumlanmayı hak ediyor. Öte yandan modern düşüncede ‘doğal’ kelimesinin daima kullanılması [doğal hukuk, doğal ahlak vb.] yine bu tespitle son derece yakından alakalıdır.
Yazımıza ‘Kopernik Devrimi’ ifadesinin bugün nasıl anlaşıldığı sorusuyla başladık; ama aslında nasıl anlaşılması gerektiği, daha doğru bir deyişle gerçekte nasıl olduğu yanıtına ulaştık. Söylenmek istenen şudur: Egemenlerin yazdığı tarihin bize empoze ettiği kavram-örgülerinin çok zararsız gözüken ifadelerde bile ‘hakikat’i [gerçeklik’i ve doğruluk’u] nasıl çarpıttığı açıktır. ‘Bilim’, Kopernik ve ardılları için Kilise’ye yani Sistem’e karşı bir duruş, hatta sahih bir itikad arayışı idi. Newtoncu Kiliseler ve bu Kiliselerde görev yapan Newtoncu din adamları derinden derine Sistem’le savaştılar. Sonuç, bin yıllık Sistem’in bu devrimi dönüştürmesi oldu. Direnenler sahih itikadlarını korumak için ya ateist ya da teist olmak zorunda kaldılar. Gerçekten de bu Sistem’in cenderesi içerisinde yaşayan bir kişi için sahih itikad arayışının başlangıç noktası reddediş, en azından kritiktir.
Bu tespit bugün için de geçerlidir: İnancı bilginin önüne koyan ve herşeye yayan bir zihniyet en nihayetinde reddedilme eylemine muhatap kalacaktır. Bu sonuç ‘bilimsel bilgi’ için de geçerlidir: İnsanı yalnız başına safî ‘inanç’, safî ‘bilgi’ veya safî ‘aşk’ kabul etmek insanı tek-boyuta indirgemek demektir. Halbuki insan abid, natık ve aşıktır; sahih itikad budur çünkü.
Şimdiye kadar bir noktayı açıklamayı hep erteledik: Kopernik ve hatta Galileo’nun doğanın bilgisi söz konusu olduğunda Sistem’e karşı dururken, dayandıkları ‘bilme tarzı’, yani sahih itikad arayışındaki yöntemleri ne idi? “Gözlemle uyumlu hesap”. Bu ilke nereden geliyordu? “Evreni idrak için yeni bir bilme tarzını geliştirmeye çalışan Merağa Okulu ve takipçilerinin çalışmalarından”. Öyle ki Ali Kuşçu, İbn Nakib ve Şemseddin Hafrî, evreni ilmî idrak için ‘yeni-bir-metafizik” ve “yeni-bir-fizik” kurmaktan bile bahsediyorlardı. Çünkü ‘Biz’de Kilise yoktu; Sistem yoktu. Şimdi mi? Şimdi ise “Biz” yok.
Paylaş
Tavsiye Et