“HAYATIMIN en çok nesinden mutluyum? En çok neden zevk alıyorum? Zevk aldığım şeyi yapabilecek fiziksel yeterliliğim var mı? Düşündüğümde beni mutlu eden bir hedefim var mı? Sevdiklerim yanımda mı? Değilse bile sağlıklı ve mutlular mı? Fiziksel yönden herhangi bir engelim var mı? Bu sabah kahvaltıda istediğim şeyleri yiyebildim mi?” Bunlar bir NLP (Nörolinguistik Programlama) danışmanının mutluluğu hissetmek için kendimize sormamızı önerdiği sorular. Doğru sorular sorulduğunda, mutlu olmak çok kolay ona göre. Bir başka NLP danışmanı ise geçmişimizin ve gelecek düşüncemizin, içinde yaşadığımız anı mahvetmesine izin vermezsek, mutluluğu kolayca elde edebileceğimiz iddiasında. Bu konuda çocukları örnek almamızı öneriyor. “Çünkü” diyor, “çocuklar geçmişi ve geleceği umursamazlar ve anı yaşamaya bakarlar.” Bu nedenle de maske takmak zorunda kalmaksızın anın tadını çıkarırlar.
Kendine güven, kendini gerçekleştir, içindeki çocuğu serbest bırak...
Başarının sırları, on derste iyi anne-babalık, yedi aşamada karşındakini nasıl ikna edersin, mutluluğun altın kuralları...
Bu tür iddialı paket programların beni hep rahatsız eden bir havası oldu. Kişi için kendini tanımak, iletişimini düzene sokmak, iş hayatında ve özel hayatta başarıyı yakalamak gibi hedefler belirleyen; “mutluluğun anahtarı”nın satışı üzerinden ciddi paralar kazanan bir sektör bu bahsettiğim. Geçen gün arkadaşım Fatma Barbarosoğlu ile bu eğitimlerin insanların gündelik hayat felsefesi ihtiyacını karşılama iddiasında olduklarından bahsettik. Kalıp davranışlar önererek, modern hayatın karmaşasında bir yol bulmak isteyenlere hazır reçeteler sunuyordu bu eğitim programları. Peki beni rahatsız eden yönü neydi? Arkadaşım, gündelik hayatı okuyup kavramlaştırmada mahirdir. “İş yaşamında başarının altın kuralları eğitimi” almış olanları tanımlamak için, yüzlerine yapışmış “halkla ilişkiler gülümsemesi” terimini kullandı. Bir kavram da ben icat ettim: “NLP mutluluğu”. Ve bunun üzerinden düşünmeye başladım.
Bu programlar belirli bir “mutlu insan” tanımını esas alıyor ve bunun eğitimini yapıyor. Öncelikle insanlar kendilerine “Mutlu muyum?” sorusunu sormaya başlıyorlar. Bu sorunun bu formatta sorulması da doğal bir süreç değil aslında. Herkesin kendi cevabını kendisinin verdiğini zannettiği ısmarlama bir soru bu.
Bu işin paket olarak pazarlamasını yapanlar, soruları sorarken cevapları da; daha doğrusu kriterleri de veriyorlar. Mesela, başarı, kariyer, hedefe odaklanma üzerine yapılan eğitimler de, kişinin iletişimini düzelterek kendisini mutlu hissetmesini sağlayan terapiler de daha ziyade psikolojik süreçler üzerine yoğunlaşıyor. İşte beni rahatsız eden hususlardan birinin bu olduğunu anladım, konu üzerinde düşünürken.
Birincisi, hayatla ilgili daha derinlikli sorular ve cevaplar sormanıza izin vermeyen, sadece benliğin içinde kilitli kalan bir yaklaşım bu. Psikolojik düzeyi benlikle sınırlı, toplumsal düzeyi ise ilişkileri yönetme becerisi ve var olan kalıpları tekrarlamaya dayalı. Bunun ötesinde de başka bir düzeyi yok bu mutluluk anlayışının. Kendi içine dönen, soruları kendisinden başka bir yerde yani ötelerde aramaya izin vermeyen bir bakış açısı hâkim. Yani mutluluk sadece duyusal bir süreç. Kişinin kendi benliğini, psikolojik süreçlerini gözden geçirip yeniden örgütleyerek elde edebileceği bir duygu.
Bu yaklaşımda da kadim anlayışta hâkim olan “kendini tanıma”dan bahsediliyor zannedilebilir. Oysa benliği sadece psikolojik boyutta tanıma ile nefsi, var oluşun farkına varılacak aşamalardan biri, ama yalnızca biri olarak kabul eden kadim yaklaşım arasında ciddi bir farklılık söz konusu. Çünkü mesela İslam tasavvufunda nefsi bilmek, Rabbi bilmenin bir yoludur sadece. Yani kişinin kendi var oluşunun katmanlarından yola çıkarak ötelere yükselmesinin bir aracıdır nefs bilgisi.
Mutluluğu Kazanma diye tercüme edebileceğimiz bir kitabın (Tahsilü’s-Saade) yazarı olan İslam filozoflarından Farabi, mutluluğu “en yüksek hayır” diye nitelendirmiştir. İnsan için amaç mutluluk, en büyük erdem de bilgeliktir. Mutluluğu kazanmak için insan öncelikle kendini anlamalı, bunun için de evreni ve evrenin amacını kavramalıdır. İnsan, gerçek, iyi, doğru ve güzeli ortaya çıkaran bilimle, sanatla, felsefeyle uğraşarak ruhunu temizleyip saflaştırır ve böylece Tanrı’ya varan yola girmiş olur. Bu ise evrenin gerçek amacını anlamasını sağlar, yani onu tadabileceği en büyük mutluluğa kavuşturur.
Farabi örneğinde gördüğümüz üzere İslam filozofları için mutluluk, salt psikolojik bir süreç olmadığı gibi, sadece duyusal bir deneyim de değildir. İnsanın mutluluğu ile kendi anlamlılığını bulması, kainatın var oluş gayesini kavraması ve Tanrı’ya giden yola koyulması arasında doğrudan bir irtibat vardır.
Biraz önce bahsettiğim yeni mutluluk anlayışının dikkat çekici ikinci özelliği ise iyilikle arasında herhangi bir irtibat kurulmaması. Çağdaş seküler felsefenin “İyi hayat nedir?” sorusunu sormaktan vazgeçmesine paralel bir şekilde, günümüzde tedavülde olan mutluluk anlayışıyla iyilik arasındaki bağ da koparılmış durumda. Böyle olduğu için de “mutlu olan” insanlar, dünyanın gidişatı ile ilgili sorular sormayan kimseler genellikle.
Böyle bir durumda insanın kendisine mutlu olmak iyi bir şey mi diye sorması gerekir. Bugünkü şartlar altında sağlıklı, normal, mutlu insanlar aslında dünyada olup bitenler konusunda bir razı oluş içine düşmüş insanlardır. Oysa ancak olup bitenlerden rahatsızsak, iyinin ve iyiliğin talibi olursak, insan oluşla alakalı bir duruma yaklaşmış oluruz.
‘İnsan’, ‘iş’, ‘başarı’, ‘mutluluk’ gibi konularda, hayatın anlamı ile ilgili farklı görüşlere sahip olan insanların farklı yaklaşımlar sergilemesi beklenir. Nitekim “Hayat, avunmak ve teselli olmaktır” diyen Hemedanî (Ahmet Yesevi’nin hocası), insanların, teselli oluş tarzlarına, yani mutluluk anlayışlarına göre farklılık arz ettiğini söyler. Dünya ve onun nimetleri ile teselli olan, yani onları elde etmekle huzura erenlerle, yaratılış gayesinin farkında olarak itaat ve ibadetle avunup huzura erenler arasında bir fark vardır. Herkesin makam ve durumuna göredir teselli mahalli.
Günümüzde piyasa ekonomisinin küreselleşmesi ve ekonominin, toplumsal, kültürel, dinî ve ahlaki olanın önüne geçmesi nedeniyle, tipik pragmatik Amerikan yaklaşımı dünyanın her yerinde insanı da, işi de, başarıyı da tanımlar ve belirler hale geldi. İş hayatında, insan ilişkilerinde, evlilikte vs. başarının on altın kuralı kabilinden yayınlar, bu belirleyiciliğin en bariz görüldüğü alanlar. Sadece iş ve başarı değil mutluluk da paket program halinde servis edilen bir tanımlamaya mahkum. Nefs terbiyesi yok artık. Kendine güven, kendini gerçekleştir, içindeki çocuğu serbest bırak... Bu tavsiyeler nefsi besleyen, ne olursa olsun hayattan zevk alma üzerine kurulu bir anlayıştan kaynaklanan bir dünya görüşünün ürünü. Böyle olunca hiç kimsede, iki cihan saadetinin peşine düşecek, teselli mahalleri arasında ayrım yapacak uyanıklık kalmıyor.
Paylaş
Tavsiye Et