Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Orta Doğu’nun nükleer gündemi
Mesut Özcan
İRAN’IN sahip olduğu nükleer programla ilgili tartışmalar, son aylarda sadece bölgemizin değil, aynı zamanda dünyanın da gündemine oturdu. Önümüzdeki günlerde bu konu hararetini korumaya devam edecek gibi gözüküyor. İran’ın geliştirmeye çalıştığı nükleer programın bu denli tartışma konusu haline gelmesinin en önemli sebebi, ABD ve İsrail’in programdan duydukları rahatsızlığı dile getirmeleri ve hatta İran’ın nükleer tesislerini vurmakla tehdit etmeleri.
Şah döneminde ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olan İran, petrol ambargosu sonrasında fiyatlarda yaşanan yükselişten faydalanmış ve ülkeye ciddi bir kaynak transferi gerçekleşmişti. İran Şahı, elde ettiği bu gelirin önemli bir kısmını bölgenin süper gücü olmak için silahlanmaya ayırmıştı. Ciddi miktarda konvansiyonel silah satın almanın yanı sıra İran, o dönemde nükleer enerji projesini de başlatmıştı. 1970’li yıllarda ABD ve Avrupa ülkeleri ile İran arasında yapılan anlaşmalarda, bu ülkede 20 nükleer santral kurulması ve nükleer teknolojinin transferi kararlaştırılmıştı. İran’ın nükleer silah sahibi olma çabası devrim sonrasında da devam etti. Bu yöndeki çabalarını mümkün olduğu ölçüde gizlilik içerisinde yürütmeye çalışan İran, bunun nedenini nükleer program için gerekli teçhizatı alabilmek olarak gösteriyor. İsrail’in bölgede nükleer bir güç olarak varlığı, İran-Irak Savaşı sırasında Irak’ın İran’a karşı kitle imha silahları kullanması gibi faktörler, İran’ın bu çabalarını destekleyen unsurlardı. Doğusundaki Pakistan ve Hindistan ile kuzeyindeki Rusya’nın birer nükleer güç olması, bu anlamda İran’ın çabalarını etkileyen diğer unsurlardı. Ama tüm bunların yanında, devrim sonrasında ABD ile olan sorunlu ilişkileri ve ABD’nin küresel politikaları İran’ın nükleer siyasetini belirleyen en temel faktördü. ABD’nin nükleer silah sahibi olan ülkelere müdahale edemezken, bu silahlara sahip olmayan ülkelere yaptığı müdahaleler, İran’ın muhtemel bir Amerikan müdahalesinden korunmanın yolunun nükleer silahlara sahip olmaktan geçtiği inancına varmasına neden oldu.
Bölgede nükleer bir güç olduğu bilinen İsrail’e baskı yapılmazken, İran’a bu kadar baskı yapılmasının hukukî dayanağı, İran’ın 1968 yılında nükleer silahları yasaklayan anlaşmayı imzalamış olmasıdır. 1993 yılında süresi dolan anlaşma, ek protokol ile varlığını sürdürdü ve İran 2003 yılında bu ek protokolü de imzaladı. Bu protokol nükleer programlara yönelik habersiz denetlemelerin yapılabilmesine imkan veriyor. Ancak bu ek protokol henüz meclis tarafından onaylanmadı. İran’ın, nükleer programı ile ilgili eleştirilere epey bir zamandır maruz kalmasına rağmen, Bush yönetiminin bu konudaki tavrı daha sert oldu. Clinton yönetimi de İran’ın nükleer programı nedeniyle müeyyideler uygulamayı gündeme getirmişti. Bush yönetimi ise İran’ı şer eksenine dahil ederek, bu ülkeye karşı çok daha sert bir tavır izleyeceğinin işaretlerini en başta verdi. Bu tavır, İsrail’e de İran’a karşı izlediği siyaseti sertleştirme imkanı verdi. ABD’li yetkililerin İran’ın nükleer tesislerine bir saldırıyı kendilerinin değil, ama İsrail’in yapabileceği yönündeki açıklamaları da bu konuda bir zemin hazırlığı izlenimini veriyor. İsrail hükümetinin hava kuvvetlerine saldırı için izin verdiği ve yine İsrail’in yer altındaki beton sığınaklara gizlenen hedefleri vurabilmek için ABD’den 5 bin adet Bunkerbaster bombası ısmarladığı haberleri de konuyla ilgili tartışmaları alevlendirdi.
İran’a karşı bu kadar sert bir siyaset izleyen ABD’nin, nükleer silah geliştirdiğini deklare eden ve kendisini tehdit eden Kuzey Kore’ye karşı daha yumuşak bir siyaset izlemesinin sebebi olarak çeşitli faktörler gösteriliyor. Bunlardan birincisi, İran’ın Orta Doğu’daki İsrail karşıtı politikası. Bir diğer faktör ise, Çin’in Kuzey Kore’ye destek vereceği beklentisi ve bu durumda muhtemel bir çatışmanın daha karmaşık hale gelmesi korkusu. Bunlarla bağlantılı diğer bir neden de, Kuzey Kore’nin Güney Kore ile olan sınırına çok ciddi yığınak yapması ve bir savaş anında ABD için önemli bir ülke olan Güney Kore’ye saldırma ihtimali. Bu ve benzeri nedenlerle ABD, İran’a karşı Kuzey Kore’ye olduğundan çok daha sert bir siyaset izliyor.
ABD ve İsrail’in bu sert politikasının yanı sıra, AB’nin en büyük üç üyesi olan Fransa, İngiltere ve Almanya İran’ı nükleer programından vazgeçirmek için diplomasi yolunu kullanarak farklı bir siyaset takip ediyor. Bu ülkeler ekonomik ve teknik yardımın yanı sıra, Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliğini desteklemek gibi vaatlerle İran’ı uranyum zenginleştirmekten vazgeçirmeye çalışıyor. İran geçtiğimiz yıl geçici bir süre için bu faaliyetlerini durdurdu. Nükleer programının barışçıl amaçlı olduğunu ve Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’nın uranyum zenginleştirmeyi yasaklamadığını bildirdi. İran, bir yandan Avrupa ülkeleri ile gerçekleştirdiği diplomasi yoluyla üzerindeki baskıyı hafifletmeye ve zaman kazanmaya çalışırken, bir yandan da Küba, Venezüella ve Suriye gibi ABD muhalifi ülkelere ziyaretler gerçekleştirerek karşı cepheyi genişletmeye çalışıyor.
Nükleer programına devam edeceğini ilan eden İran, Rusların inşa ettiği Buşehr Nükleer Santrali’ne yakıt sağlamak üzere yine Ruslarla anlaştı. Anlaşmaya göre yakıtın sağlanmasıyla santral yıl sonuna kadar devreye girecek. ABD anlaşmaya İran’ın nükleer silah üreteceği gerekçesiyle karşı çıkarken, İran elektrik üreteceğini söylüyor. İran’ın Rusya ile yaptığı bu anlaşmada ABD’yi rahatlatacak bir unsur ise, Tahran’ın harcadığı nükleer yakıtı Rusya’ya iade etmesi şartının yer alması olarak gösteriliyor.
 
İsrail “Gereğini” Yapar Beklentisi
İran’ın nükleer programı ile ilgili tartışmalara bölge ülkelerinin ve Türkiye’nin çok fazla katılmaması eleştiri konusu yapılmakta. Ama İran’ı bu türden bir çabaya iten en önemli faktörün, bölgedeki en ciddi düşmanı İsrail’in sahip olduğu silahlar olduğu biliniyor. ABD ve Avrupa ülkeleri İsrail’in nükleer programıyla ilgili herhangi bir endişeyi gündeme getirmezken, İran’a bu kadar baskı yapılması inandırıcılık sorununu gündeme getiriyor. Komşu ülkelerin ve bu arada Türkiye’nin İran’ın nükleer silah elde etmesinden rahatsız olacakları muhakkak. Ama bu programın hedefinin kendileri olmadığını düşündüklerinden olsa gerek, komşu ülkelerden çok fazla eleştiri gelmedi. Bu sessizliğin bir nedeni de, ABD ve İsrail’in bunu engellemek için gerekli çabayı zaten gösterirken, düşük bir profil izlemenin daha uygun olduğunu düşünmüş olmaları ihtimalidir. Hükümetin bölgeye yönelik politikasını eleştiren uzmanlar bile, Türkiye’nin bu konuda çok fazla ön plana çıkmasına gerek olmadığını, ABD ve İsrail’in “gerekeni” yapacağını söylüyorlar. Velhasıl, önümüzdeki aylarda bu konu, bölgemizin ve dünyanın gündemini meşgul etmeye devam edecek gibi gözüküyor.

Paylaş Tavsiye Et