Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
İki yüzlü liberalizm
Atilla Pamirli
ÖZGÜRLÜK, insan hakları, demokrasi… Bunları savunan liberalizm ve liberal devlet son iki asırdır dünyaya hâkim. Adı en çok anılan, en parlak ambalajlarda sunulan bir düşünce ekolü liberalizm.
Liberal demokrasi kavramı bizi yanıltmasın. Bu doğal bir isim tamlaması değil. Liberalizm ile demokrasi evliliği tam bir servet evliliği. Yani bir mariage blanc. Liberalizm aslında son asır içinde nikâhına aldığı demokrasinin ekmeğini yiyen bir iç güveysi… Zira daha geçen yüzyıl ortalarına kadar demokrasi ile ilgisi olmayan pek çok şey liberalizmin has malıydı: sadece parası olanlara, kimine çifte kimine tek verilen oy hakları, sadece beyazlara ve erkeklere verilen oy hakları, kurumsallaşmış hatta ahlâkîleştirilmiş ırk ayrımcılığı, azınlıklara ve kadınlara verilmeyen mülkiyet hakları, vb..
Liberalizm, demokratik olmaktan çok elitisttir. Yani ekonomik, kültürel ve siyasî anlamda seçkinci bir düşüncedir. Bu bağlamda bugün İngiltere topraklarının %75’inin çoğunluğu kraliyet ailesi mensubu ve aristokrat olan 6000 kişiye ait olduğunu duymak bizi şaşırtmamalı. Dolayısıyla bizdeki bazı safdillerin sandığı gibi liberal devlet zayıf ya da gariban bir devlet değildir. Bayağı güçlü-kuvvetli, eli her yere ulaşan ve krallık ya da (Amerikan örneğinde olduğu gibi) sermayenin kurucu olduğu dönemlerden bu yana topluma teslim olan değil, toplumu istediği yönde sevk eden bir devlettir. Özgürlükleri ve hakları kendi arzusuna göre dağıtan da bu devlettir.
Liberalizmin çelişkileri bitmez. Bugünkü dünyada liberalizmin sancağını taşıyan ABD, 1776’da “Bütün insanlar eşit yaratılmıştır, Yaratıcıları onlara vazgeçilemeyecek bazı temel haklar bahşetmiştir” diyerek işe başlar. O tarihte Amerika’nın tarım yapılan topraklarında Afrika’dan ithal edilen ve hiçbir insanî hak tanınmayan köleler çalışmaktadır. O kölelerin “bütün insanlar eşit yaratılmıştır” prensibinin kapsamına girmesi tam 2 asır sonrayı, yani 1965’i bekleyecektir. O da sadece hukukî düzlemde, yoksa günlük hayatta beyaz olmayanların bugün bile daha az insan sayıldıkları açıktır. Zencilerin isim haklarına bile sahip olmadığı, ayrı mahallelerde, ayrı kiliselerde, ayrı otobüslerde, hatta ayrı savaş birliklerinde hayat sürdükleri bu uzun süre içinde ABD, kendini asla ayırımcı ve baskıcı bir devlet olarak göstermedi. Üstüne üstlük bu iki asır içinde güya köleliği sona erdirecek bir iç savaş, dünyadaki bütün insanların hak ve özgürlüklere sahip olması için de 2 küresel savaş ve yine özgürlük sancağı altında pek çok yerel savaş yaptı.
Enteresandır, daha çok değil 40 sene evvel dünyada ırk ayrımcılığını devlet ideolojisi olarak uygulayan iki devletten biri Güney Afrika idiyse, diğeri de ABD idi. Batı dünyasında evli kadınlara ilk mülkiyet hakkı verilen yer yine ABD idi. Tarih 1839’dur. Neye mâlik olma hakkı mı? Kölelere elbette!
Böyle bir demokrasi işte liberal demokrasi. Geçen asra kadar meşrutî düzenle idare eden liberalizm, ondan sonra demokrasiyi kendine kılıf yaptı. Yani oyun aynı oyun, yalnızca yüz değişiyor. Değişmeyen şey, liberalizmin yüzünün sürekli iki kalmasıdır.
Her düşünce ve dolayısıyla medeniyet üç temele oturur: İnsan telâkkisi, akıl telâkkisi, evren telâkkisi. Liberalizm, her üç ayakta da ikiyüzlü olan ve ikiyüzlülüğü ahlâk haline getirmiş bir düşüncedir.
Çifte standart dediğimiz bu ikiyüzlülüğün bir mahsulüdür. Ve liberal ahlâk çifte standart ahlâkıdır. Bizi rahatsız eden bu tutarsızlık, liberal düşüncenin ve liberal devletin hayat tarzı haline getirdiği ve onun kendini bulduğu ideal durumudur aslında…
Locke’tan beri Tanrı’yı ve manevi olan her şeyi dışlayan, insanı kendisi ile öteki arasında parçalayan, temsiliyet masalı altında paraya ve etkiye dayanan kesimlerin halk üzerindeki hakimiyetini garantileyen, geçmişi ile olduğu kadar bugünüyle de karanlık tarihe sahip bir akımdır liberalizm.
Bir kere liberal insan telâkkisi diğerinden kopuk, sadece akıldan ibaret bir bireyi insan olarak tanımlar. Toplumsal bütünlüğü yoktur bu bireyin. Parçadır, parçalıdır, parçalanmıştır. Sadece kendi hesapları ve çıkarlarına göre hareket etmekle mes’uldür.
Bu nedenle liberal toplumlar aynı zamanda en asosyal toplumlardır. Bireyler öylesine kendi içlerinde ve kendi aralarında bölünmüştür ki, ortada tek bir hakem kalır: Devlet. Evet, asosyal bireylerin oluşturduğu bir toplumun aralarındaki ilişkileri düzenleyecek tek ahlâki düzlem, devletin yani mülkiyete ve güce sahip lobilerin ve seçkinlerin belirlediği kurallar manzumesidir.
Kendine has inancı ve dini olmadığını ve tüm düşünce, inanç ve inançlara eşit mesafede olduğunu söyleyen liberal devlet, aslında bütün din ve inançlara geçerlilik mührü vurabilecek kadar kendi dini olan bir devlettir. Yani inançlar konusundaki tarafsızlık iddiası da ikiyüzlüdür. Mesela kolaylıkla imar kanununu bahane ederek bir caminin, bir Hindu tapınağının yapılmasını engelleyebilir. Toplum huzurunu öne sürerek ezanı yasaklayabilir, ama meselâ bütün şehri tüm gün gürültüye boğan tekno-geçitlerine ses çıkarmaz.
Liberal akıl telâkkisine gelince, rasyonalizmin hâkimiyetini görüyoruz. “Ahlâk, aklın emrettiği her şeydir” der Kant. Ancak liberal akıl, her nedense Batılı olmayan herkesi daha aşağı görmeyi emretmektedir. O aklın içinde şefkat ve diğerkâmlık yoktur; hesap vardır, hesapçılık vardır, çıkarlar vardır… Yani duygulardan bağımsız, ötekini dışlayan, asosyal bir akıl. Bu akıl, sadece hesapçı bir akıldır, karar verirken benliği öne alır. Asosyal bireylerin sosyalleşme yollarını döşeyen liberal devlet, burada da ortaya çıkar. Bu kadar özgür ve birbirinden kopuk bireyin ortak aklı bulmasına da yine liberal devlet yardımcı olur. Yani, liberal toplumlarda mâkul olan şeyler, yine maddî güce, maddî güç getirecek stratejilere yaslanır. Akıl da Batılı akılcı geleneğin tanımladığı modern akıldır. Sınırlıdır; Batı-dışı aklı ve insanı tanımaz. O nedenle, her fikrin ifade edilmesini savunmak kadar, şehirlerin üzerine atom bombası atmak da aynı derecede makûldür.
Liberal evren telâkkisi de sınırlıdır, mütehakkimdir. Liberaller, evrensel değerlerden bahsederken Avrupa-merkezcidirler. Avrupa’nın, Batı’nın üstün medeniyet, üstün insanlık, üstün değerlere sahip olduğunu savunurlar. Bu nedenle o evrensel değerlerin nedense Batı dışında tam zıddı işleri yapabilirler. Pek mağrurdur liberaller ve bu gurur güce, güçlünün daima haklı olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Bu 19. asır sonlarında yaşamış John Stuart Mill’den bugünkü Rorty’ye kadar böyledir. Böyle olmasa, emperyalizmde en başarılı devletler liberal devletler olamazdı. Yani liberal teorideki ikiyüzlülük, liberal devletlerin tarzına da yansımıştır: Evde özgürlükçü, sokakta despot.
Kısacası, liberalizm modernizmin, sekülerizmin, elitizmin ve emperyalizmin göbek adıdır.
Şimdi soralım: Kendi evinde bu kadar ikiyüzlü devletlerin bugün dünyada görülen her türlü münâfık söylemin de mucidi olmaları şaşırtıcı mıdır?
Yine soralım: İnsanı yaradılışından koparan, aklı ve gönlü arasında parçalayan, kendi ile öteki arasına uçurumlar koyan, refahı ötekini sömürmeye dayanan bu düşüncenin ve devletlerin bizim medeniyetimize verebilecekleri bir fayda var mıdır?

Paylaş Tavsiye Et