DAR çerçevede tanımlanan başarı kavramının, geniş bir çerçevede tanımlanması gerekliliğinden yola çıkılmış ve bakınız, nelerle karşılaşılmıştır. En geniş anlamıyla başarı; akıl, kalp ve vicdan ile donanmış insanın, yeryüzündeki misafirliğinde ürettiği enerjisini, varlığının kârına dönük olarak, iyi, güzel ve faydalı işlere dönüştürerek, zamanını ve mekânını organize etmesi sonucunda kazandığı mutlu bir karşılık olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle, insanın, harcadığı zaman ve emeğe değer, faydalı olduğu kadar, iyi ve güzel hedefler ortaya koyması ve bu hedeflere ulaşma biçiminin takdiri ve tatminidir. Başarı soyut, genel, kapsayıcı, değişken ve olumludur.
Uzun yıllar emek verdiğiniz işinizden/işyerinizden ayrıldığınız günü tasavvur ediniz. Bu bağlamda başarı, birlikte çalıştığınız insanların, onları arkanızda bıraktığınız gün, hakkınızda ne düşündükleri sorusunun yanıtı olabilir mi acaba? Kanımca başarı, insanların söz konusu kişi hakkında, orada ifade ettikleri değil, gönüllerinde tasdik ettikleri toplamın ne olduğudur. Günümüz iş dünyası ve geliştirdiği değerler, bu kavramı çocuksu bir bakış açısıyla tanımlamayı tercih ediyor. Beş aylık bir bebek, renkli bir nesneye nasıl yönelir dersiniz? Tüm vücudu ve kuvveti ile adeta ona abanır, onu kavradığı anda ağzına götürür ve başarma duygusunun hazzını alarak, saflıkla gülümser. Ne hoş, bütün çocuklar güzeldir. Ancak başarıya, yetişkin ve olgun bir insan mertebesinde tanımlayıcı bir karşılık bulmak gerekliliği ortadadır: Kavrayan, muhakeme eden aklı, hisseden, seven kalbi ve yargılayan vicdanı ile insanın gönlüne sinmiş, ulaşılmış hedefler bütünü. Böylece, sakin saatleri yakalar, sükûnet içinde hayata dalabilir ve onu doğru okuyabiliriz. İşte bu noktada, iş ve özel alan ayrımı ortadan kalkar ve bizi başarıya götüren kriterler aynılaşır; bizi biz yapan değerler su yüzüne çıkar. Özgür ve özgün bir biçime bürünürüz. Kısacası biz, biz olur ve huzuru duyumsarız.
Toplumdaki gözlemlerimiz, iş dünyasında mutsuz bir insan profilini resmetmektedir. Gelişen reklam sektörü ile uzun vadeli kalite hedefleri ile zihnimiz aydınlanırken, nedense gönüllerimiz mutmain olmuyor. Bir yerlerde bir şeyler eksik; yoksa fazla mı? Söz konusu işin ruhunu tamamlamak herkesin ve her kültür düzeyinin harcı olamaz. İnsanı müşteriden, hayatı piyasadan ibaret algılayan, başarıya odaklanmış bu henüz bebeklerden müteşekkil topluluğa, ihtiyar taifenin söyleyeceği sözler vardır. Bunun için kısa süreli bilgi aktarıcı programlar yerine uzun vadeli birikim oluşturan, bilgiyi kullanmayı ve tecrübeye saygı duymayı öğreten, farklı öğretim biçimlerine ihtiyaç vardır ki zaman kıymetlensin, insan kıymetlensin!
Kapitalizm, insanı, iş dünyası ile iç dünyası arasında keskin bir açmaza sürüklüyor. İş dünyanızın başarısı, iç dünyanızın derinliğinin azalmasına paralel artıyor. İş dünyasında yüksek başarılar kazanan ve alkışlanan insanlar, özel alanlarında onları taşıyan, ötekilerinomuzlarında yükseliyorlar. Bu vakıa, şimdiye değin insanların, insan olma onurunu temsil adına yayınladıkları sözleşme, bildiri, belgelerde karşılık bulmuyor. Özel alanımızda bizi biz yapan, değer verdiğimiz insanları, büyük başarı tanımı adına vaziyeti idareye zorluyor, neyin ve kimin adına bu ödünü onlardan istiyoruz? Dış dünyanın başarı hedefleri, kısa vadeli, risk içeren, zamanın ve mekânın sınırlarını kendi amacına dönük olarak değiştiren, aktif süreçler olarak temsil ediliyor. Bu dünyada sizi yükseltecek değerler, insanı, adeta süper güçlere sahip bir kahraman olmaya zorluyor; çocuklarımızın elinden düşürmediği action man, spiderman veya mükemmel ölçüyü yakalamış barby, sindy bebekler gibi. Bu sanal dünya, hızla enerjinizi emiyor ve sizden, hemen yenisini üretmenizi, en doğal hakkı olarak istiyor. Bizler, birinci derece sorumluluğunu taşımamız, yeni deyişle paylaşmamız gereken insanlardan, âdeta kaçıyor ve dünyayı tüm sevdiklerimize ve işin kötüsü kendimize rağmen kurtarmaya çalışıyoruz. Yüksek başarılara zorlanan insanlar, sayıları hızla azalan çocuklarına dünyadaki kısa birlikteliklerinde verilebilecek en değerli, yani en uzun vadeli, en az risk içeren, tüketmeyen, üreten değerleri vermek istiyorlar. Vefa, cömertlik, tevazu, izân ve dirayet gibi. Ama olmuyor. Çünkü ya olduğumuz gibi görünmeli ya da göründüğümüz gibi olmalıyız. Dış dünyamız iç dünyamızın doğal yansıması olmalı. Biz ister istemez göründüğümüz gibi olmaya zorlanıyoruz. Çünkü hayatı ve insanı piyasa ve müşteri ilişkisi gibi dar bir alanda kavrıyoruz. Böylece kaçınılmaz olarak bir çıkmaz sokağa doğru yol alıyoruz. Yol boyunca sıralanmış, çağın hastalıklarına duçar olanlara şifa dağıtan mesleklerin mekânları yükseliyor. Müşteri bakış açısıyla piyasaya açılmış bir çok psikolog, psikiyatr ve nörologla bolca ilişkiye giriyoruz. Bizi bize yeniden anlatmaları için onların müşterisi oluyoruz. Söz konusu kıskaç, kapitalist sistemin beslendiği ana arterin tıkanıklığı sürecini yansıtıyor. Köklü bir geleneğin ardından, güdük biçimlerle taklidî olarak yaşamaya ve yeni dünyaya alışmaya, büyük bir tutku ile yol alan insanımızın karşısındaki diğer engel, kötü temsillerle ortaya konulan bağnaz kültürel tutumlardır. İç dünyamıza bir tehdit gibi yönelmiş iç saik, bizi, disiplin sorunu ve körü körüne kaderciliğe götürürken; dış saik, iş dünyasını ve onun temel değerlerini kutsayarak, bedelini sorgulamaksızın süper güç olma aşırılığına davet ediyor. Böylece insanlar, sınırlarını öğrenme şansını yitiriyor ve elindekileri hızla tüketerek, realiteden kopuş süreci yaşıyor. Son aşamada iç ve dış ilişki kurma ve bunu yansıtma kıskacında kalan bizlere üflenen psikoloji ve ruh halleri, kalıcı biçimlere dönüşmeye başlıyor.
Aklın davetine icabet etmek gerektiği gün gibi aşikârdır. Fakat onu kutsamadan, putlaştırmadan, kalbimizin sesinin ritmi ile tazelemek, terbiye etmek ve tecrübeden istifade etmek lâzımdır. Hayatımıza, süreklilik taşıyan okumalar, gözlemler, küçük mekân gezileri ve farklı düşünen insanlar dahil etmeli; sistematik birim zaman geliştirme becerisi kazanmalı; buradan, karşılaştırmalı düşünce yoluyla, soyutlar dünyasına açılmalı ve kendimizi orada seyreylemeliyiz. Kısaca kalbimize ve onu âbad edenlere kulak vermeli ve aklımıza bir rota çizmeliyiz. Başarıyı sadece iş dünyasından değil; kalbimizi adadığımız insanlardan, sosyal sorumluluk üstlenmemiz gereken kişilerden veya komşularımızdan sorsak, nasıl bir istatistiki sonuca ulaşırız dersiniz. İş dünyamızın büyük başarısı, iç dünyamızda daha büyük bir başarısızlığa dönüşmez mi? Başarı bir süzgeç gibidir. Önemli olan süzgeçten aşağıya süzülebilen ve süzüldüğü an mutluluğa dönüşen bir huzur tortusu oluşturabilmek. Tüm bu süzülme sürecinden sonra ortaya çıkmış başarılı ve mutlu geleneğe, en azından saygı duymak ve piyasası olmayan malın zayi olmayabileceği üzerine düşünmek, günümüz modern insanını, çok mu yorar; yoksa onun zamanı, bu işe harcanmayacak kadar değerli mi? Lütfen, ayaktaysanız oturunuz; oturuyorsanız arkanıza yaslanınız. Geçmiş hiç hükmünde, gelecek bir o kadar belirsizken, tüm gücümüzle bu âna tutunup, fırsat varken, bir an düşünün!
Paylaş
Tavsiye Et