MODERN iletişim çalışmaları içerisinde iletişim, çoğunlukla, bir iletinin bir kaynak aracılığıyla bir verici tarafından bir alıcıya aktarılması süreci olarak tanımlanır. İletişimin bu sihirli,ancak tarih ve toplum dışı tarifi her şeyden önce sağlıklı bir medya çözümlemesini de imkânsız kılar. Neden mi? Kitle iletişimi ve yüz yüze iletişim arasındaki farkı yok sayar da ondan.
Yüz yüze iletişim irade sahibi aktörler arasında cereyan eden bir iletişim biçimidir. Yüz yüze iletişimde aktörler arasındaki hiyerarşik konumlanma son derece açık ve nettir. İletişim süreci ve sonucunda edinilen kanaatler sahici gerekçelere dayanır. İkna, yüz yüze iletişim söz konusu olduğunda iletişimin temel gayesi değildir. Kitle iletişiminin temelinde ise ikna ve güdümleme vardır. Kitle iletişiminin tarafları yoktur, bu süreçte gizli hiyerarşiler hükmeder iletişim pratiklerine. Kitle iletişiminde temel hedef “iktidarın buyruğu”na dönüşen söylemin kitlelerce içselleştirilmesidir. Bir yönüyle, kitlesel iletişim “tahrif edilmiş iletişim”dir.
Kitle iletişimini mümkün kılan araçlar, kitlenin siyasî bir güce dönüştüğü dönemle birlikte sahneye çıkar. Önceleri sınırlı toplum kesimlerinin kendi aralarındaki iletişimi sağlayan araçlar, zamanla bir siyasî güce dönüşmeye başlayan kitlelere hitap etmeye başlar. İster modernliğin yükselişi, ister kapitalizmin teşekkülü, isterse de Batı dünya egemenliğinin tesisi olarak adlandırabileceğimiz süreç, aynı zamanda kitle iletişim araçlarının da her geçen gün yeni formlar kazanarak toplumsal (ve toplumlararası) ilişkilerin düzenlenmesinden özel alanların himaye edilmesine kadar geniş bir alanda tarihin inşasına katkıda bulunmaya başladığı bir döneme de işaret eder.
Her yeni teknolojik keşif yeni bir iletişim ortamını (medium) gün yüzüne çıkarmıştır. Temelde askerî ve siyasî kaygıların kaynaklık ettiği araştırmaların sonucunda ortaya çıkan iletişim teknolojileri, siyasî-askerî değerleri azaldığı oranda kitleselleşmiştir. Siyasî ve askerî motivasyonlarla biçimlendirilen iletişim teknolojileri zamanla iktisadî beklentilerin, kolektif bilinç inşası arayışlarının ve siyasî propaganda amacının karşılanmak istendiği iletişim ortamlarına dönüşmüştür. Önce gazete, daha sonra sinema, radyo, televizyon ve kişiye özel bilgisayar bir yandan “yerel”, diğer yandan “küresel” iletişim dünyasının tedarikçilerine dönüşmüşlerdir.
Bu araçlar üzerinden kitle iletişimini örgütleyenlerin temel tutamağı “medyanın gerçeğin aynası” olduğu, iletişim ortamlarının (kaynak) bir aracıdan başka bir şey olmadığı tezidir. Bu tez, 19. yüzyıldan beridir yalnızca medya patronları için değil, medya emekçileri için de iman edilmesi gereken mistik bir öğretidir. Son derece kendinden emin bir tarzda formüle edilen bu tez, aynı zamanda geniş bir kitlesel kabul de görmüştür. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de bir iletişim ortamı olarak gazetenin güvenilirliğini sorgulayan bir ankette, gazeteye güvenenlerin yüzdesi çok yüksek çıkmış ve bu cevabı verenlere nedeni sorulduğunda çoğunluğun yanıtı “gazeteye güveniyorum, çünkü gazetedeki haberlerin aynılarını akşam televizyonda görüyorum” olmuştur. Medyanın gerçekliğin aynası ve haberlerin taşıyıcısı olması bir mittir. Medya söz konusu olduğunda bahsedilmesi gereken gerçeğin aktarımı değil, medya gerçekliğidir.
Medya, gerçekliği yeniden üretmekte ve bu gerçekliği belli düşünsel ve siyasal bağlamlar içerisinde yeniden kurgulamaktadır. Tam da bu noktada, birçok yeni anlam gün yüzüne çıkmaktadır. Medyanın en önemli fonksiyonu, anlamın toplumsal inşasında üstlendiği ideolojik işlevdir. Medya, gerçekliği yeniden üretme ve yeniden tanımlama çabasını ideolojik işlevi gereğince hayata geçirir. Meydanın ideolojik işlevi zenginlik ve iktidarın sürekli meşrulaştırılması olabileceği gibi, marjinal bir yapılanmaya düşünsel bir kodlanma alanı sağlamak da olabilir.
Peki, gerçekliğe ayna tutmak gibi bir derdi olmayan kitle iletişim araçları kendi başına bir güç olarak algılanabilir mi? Siyasî ve askerî projelerin yan ürünleri olan kitle iletişim araçları ortaya çıktıktan sonra bizatihi kendisi bir iktidar mekânına/mekanizmasına dönüşmez mi? Hele hele çağdaş siyasetin bir gösteriye dönüştüğü bir dönemde bu gösteriyi yönlendirenlerin, iktidarı dönüştürme güçleri yok mudur? Politik oyunların sahnesi durumundaki iletişim ortamlarına hükmeden güçler nelerdir?
Marshall McLuhan’ın “iletişim ortamı mesajın kendisidir” şeklindeki meşhur ifadesini abartılı bulabiliriz. Ancak bu, iletişim ortamlarının bizatihi kendilerinin ürettikleri mesajın ötesinde de anlamlar taşıdığını, farklı iletişim ortamları aracılığıyla verilen mesajların muhataplarını değişik düzeylerde etkilediğini ihsas ettirmesi açısından dikkate alınması gereken de bir ifadedir.İletişim ortamları modern dönemle birlikte yeni bir iktidar mekânına/mekanizmasına dönüşmüş durumdadır. Kitle iletişim ortamlarına sahip olmak bu yönüyle, Karl Marks’ın, “üretim araçlarına sahip olanların iktidara da sahip olacağını” söylemesi gibi bir iktidar yapısını beraberinde getirir. Ne var ki, kitle iletişim araçlarına temel istikametlerini sağlayan kısa ve uzun vadeli gelecek tasarımlarına ilham veren iki güç var ki; bunları zikretmeden medya gerçekliği anlaşılamaz, medyanın mesajı doğru okunamaz. Bu iki gücü kısaca reklam verenler ve teşvik verenler olarak formüle edebiliriz. Bir başka deyişle, sermaye ve devlet.
Bir başka mit de, kitle iletişim araçlarının özgürce yayın yapmasının açık toplumun ve halk katılımının hem sembolü, hem garantisi olduğudur. Amerikan kaynaklı bu bakış açısı, kendisini 18. yüzyıl sonunda Kuzey Amerika’da gün yüzüne çıkan “özgür basın” ilkesine referansla açıklar. Oysa özgür basın söylemi ABD’nin Büyük Britanya’ya karşı verdiği savaşta kullandığı bir propaganda aracından başka bir şey olmamıştır. 19. yüzyıl boyunca ABD’de zencilerin haklarını savundukları gerekçesiyle onlarca basın kuruluşu tahrip edilmiş, yakılmış ya da kapatılmıştır. Kitle iletişim araçlarının özgürce yayın yapmasının açık toplumun ve halk katılımının hem sembolü, hem garantisi olduğu yönündeki görüşün izlerini medyada, siyasette ve toplumda bulmak mümkündür. Ampirik iletişim araştırmaları için bu tespit, önemli oranda benimsenmesi gereken bir değerler dizisine işaret etmektedir.
Kitle iletişim araçlarına sahip olanlar açısından temel endişe, tutum ve davranış değişikliği sağlayabilmektir. Bunun içindir ki, 1920’li yıllardan bu yana ampirik iletişim araştırmalarının en temel kaygısı, medyanın tutum ve davranış değişikliklerindeki etkisini araştırmak olmuştur. Medyaya muhatap olanların aktif katılımlarının nasıl sağlanabileceği, insanların hangi tür yenilikleri daha kolay benimseyebilecekleri ve kamuoyunun biçimlendirilmesinde ne tür stratejilerin daha yararlı olabileceği gibi soruların yönlendirdiği pek çok araştırma, kitle iletişim araçlarının temel hedefleri hakkında bariz ipuçları vermektedir.
Ne var ki, söz konusu hedefler toplumsal süreç, tarihsel geçmiş, kültürel yapı gibi unsurlar ile birlikte bir anlam ifade eder. Unutmamak gerekir ki, ne toplum bir hamurdur, ne de kitle iletişim araçlarını ellerinde bulunduranlar hamur yoğurur gibi toplumu biçimlendirebilirler.
Kitle iletişim araçları topluma bir eylem programı sunmaz; ancak bir anlam dünyası yaratma noktasında başarısız oldukları söylenebilir mi?
Paylaş
Tavsiye Et