İNSAN, çıkış (mebde) ile dönüş (mead) arasında, bu-ara-da bulunan bir var-olandır. Çıkış, bir yerden başka bir yere intikal; dönüş ise yürünülmesi gereken bir yer’dir. Fuzulî’ye göre, insan, çıkış noktası ile dönüş noktası ara-sında sürekli bir hareket’tir. İnsan’ın çabası bu hareketi anlamlı kılmaktır. Çünkü çıkış aşamasında insan bilgisizdir; dönüş yolu ise korkuyla doludur. İkisi arasında sürdürülen hayat ise bilgiyi gerektirir. Başka bir deyişle, hayatı sürdürmek için ortaya konulan hareket ancak ve ancak bilgiyle anlamlı kılınabilir.
Ara-da bulunan insan için var-olma lezzeti, yok-olma korkusuna karışır; yaşam, ölüm korkusuna bulaşır. İki nokta arasındaki gidişi mümkün kılan hareketi anlamlandırmak için elde edilmesi gereken, en alt dereceden en üst dereceye kadar bilgi, belirli bir çabanın, gayretin sonucunda tahsil edilir. Bu nedenle, meşakkat bu yolun en önemli niteliğidir.
İnsan, insan olma bakımından, bil-kuvve birçok özelliğe sahiptir; ancak bu özellikleri dışa vurmak, gerçekleştirmek için gayret etmek, çalışmak zorundadır. Çünkü insan, dönüş noktasına ulaşmak için gerekli donanıma çıkış aşamasında sahip değildir. Başka bir deyişle insan doğuşunda eksik bir var-olandır; bu eksikliğini gidermek için, ikmal için, bilgi edinmek zorundadır. Bilgi, iki nokta arasındaki mesafeyi kat etmek için zorunludur. Bu nedenledir ki, her insan kabiliyeti nispetinde ara-da olduğu sürece çalışmak zorundadır. Hem bir hareket olarak çalışma, hem de çalışmanın getirdiği kazanç dönüş noktasında ölümle biter gözükür.
Fuzulî’nin bu deyişleri çerçevesinde ortaya atılabilecek en önemli soru şudur: İnsan’ın, çıkış ile dönüş arasındaki mesafeyi kat ederken sahip olduğu yeti/ler nedir? Fuzulî bu soruya şöyle yanıt verir: Akıl ve irade (seçme/ihtiyar); çünkü “neden’i tespit etmek ve bu nedene göre iş görmek insana özgüdür” (Her hilkate gerçi bir sebeb var/Âyâ sebebi kim etdi izhâr). Bu yanıt, başka bir soruyu gündeme getirir: Bütün insanlar akıl ve irade yetilerinde eşit midir? Fuzulî’ye göre, bütün insanlar tür (nev) bakımından aynı, türdeşliklerinden kaynaklanan özellikler bakımından da ortak’tır (müşterek). İnsanlar arasındaki fark, bu-arada, akıl ve iradenin kullanımıyla elde edilen bilgi’dir. Başka bir deyişle, her bir insanın, çıkış ile dönüş noktaları arasındaki mesafeyi süpürürken elde ettiği bilgi, insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağıdır. Bunun ötesinde hiçbir nitelik insanî türdeşlikte fark yaratmaz, yaratamaz, yaratmamalıdır.
Başka bir açıdan bakıldığında iki nokta arasında insanın içerisinde bulunduğu hareket gelişigüzel olamaz. Dolayısıyla çıkış ile dönüş arasındaki hareket, insanın tab’an medenî olmasından; medenîliğin toplu yaşamayı gerektirmesinden; toplu yaşama da, düzen’in (nizâm) nedeni olan medenîlikte herhangi bir aksama vuku bulmaması için, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyecek bir yasa’ya ihtiyaç duyar.
Fuzulî, çıkış ile dönüş arasında tahsil edilen bilginin hem ferdî, hem de nevî cihetten sınırlandırılamayacağı görüşündedir. Çünkü bir bütün olarak Ara’nın yani Âlem’in mahiyeti, nitelikleri ve nicelikleri konusundaki insanî bilgi, insanın gücü oranındadır ve hiçbir zaman bu bilgi okuduklarımız ve öğrendiklerimizle sınırlandırılamaz; zira ilahî sıfatlar sayısız olduğundan tezahürleri de çoktur. Yine de göremediğimiz başka âlemlerin olabileceği varsayımı, hiçbir zaman Ara’da sahip olduğumuz inancımıza ve bilgimize zarar vermemelidir. Öte yandan Ara’nın bilgisinde yanlışlıkların ve eksikliklerin bulunması doğaldır; çünkü Fuzulî’ye göre, aklın bazı konularda verdiği yargıların eksikliği ve yetersizliği, ya nedenlerin ya âletlerin ya da bu âletlerin kullanım tarzlarının yanlışlığından kaynaklanması; veya akıl dışındaki insanî yetilerin yargıya karışması nedeniyledir. Başka bir açıdan, Ara’da insanın yol almasını mümkün kılan, aklın bil-kuvve üretme yetisine sahip olduğu bilgi ve fen, Âlem’in başlangıcından günümüze, tarihî süreç içerisinde peygamberler, filozoflar ve bilginler vasıtasıyla tedricî bir biçimde bilfiil haline gelmiştir ve gelmeye devam edecektir.
Fuzulî, bu-ara-da olan insanın iman’ını da tartışır. O’na göre, iman, bizatihi çıkış ve dönüş tasavvurundan kaynaklanır (Matlau’l-itikad fi’l-mebde ve’l-mead). Başka bir deyişle, insan bu-arada olduğu sürece iman sorunundan kurtulamaz; çünkü sürekli bir kaygı taşıyan ve bu kaygının yarattığı bunalımı yaşayan insan, kendisini çıkış ve dönüş ara-sında güvensiz hisseder; hatta akleder (Dünyâ nedir ü taallükatı / Endîşe-i mevtdir hayâtı). Bu nedenle iman ancak ve ancak emniyet’e kavuşmak içindir. Bu çıkarım, Hocazade’nin ifadesiyle beraber düşünüldüğünde, insanın metafizik güvenliğinin, hayatın anlamı için ne kadar aslî olduğunu gösterir. Nitekim Fuzulî, özellikle dönüş’ün insanın insan gibi yaşaması için en önemli endişe olduğunu ısrarla vurgular. Çünkü, düzen’in (nizam) en önemli nedenlerinden bir tanesi dönüş ile dönüş-sonrası’na ilişkin güven’dir (iman). İnsanı başka var-olanların değil, yalnızca Tanrı’nın kul’u kılan da bu endişe ile bundan neşet eden güvendir (Eşyâya çok etmezem tehayyür / Senden yanadır hemîn tefekkür).
Fuzulî’yi, şimdiye değin ele alınan düşünceleri, incelemeye yönelten neydi? Başka bir deyişle, Fuzulî ara-da bulunan bir insan olarak niçin bu sorunla uğraştı, hangi yöntemi takip etti, nihaî amacı neydi? Büyük şair, Ara’yı bir şiir (nazm) olarak gördü; Şair’ini (Nâzım) aramaya koyuldu (Ol dem ki edip binâyı muhkem / Çektin rakam-ı nizâmı âlem). Bu arayışta ise şairin şiiri ona yoldaş oldu. Kendine kulak verelim: “Var olanlara duyu-duygu (ihsâs) ve akıl nazarıyla baktım; onları tefekkür ve teemmülle ele aldım. Gördüm ki, her cinsin türü (nev), her türün sınıfı, her sınıfın ferdi, her ferdin parçası (uzuv), ister amaçlı ister amaçsız bir işle meşgul. /.../ Bunun üzerine şiir yöntemini (nazm-i kelam) benimsedim; bu yöntemde nizâm’ın (kozmos) hikmetini idrak ettim. Şiirim (nazmî) beni, eşyanın (manzûme) düzeninin (intizâm) bir düzenleyicisi (nâzım=şâir) olduğuna; mahsûs ve makûl nakşın (rakam ile harfin) bir nâkışı (râkım)bulunduğuna götürdü. Bunun üzerine O’nu bilmek için yola koyuldum.”
Fikr eyle ve gör nedir bu üslûb
Ne sâniadır bu sun-ı mensûb
Merak, soru’dur:
Ger ‘Kâf ile Nûn’dan oldu Âlem
Âyâ neden oldu ‘Kâf ile Nûn’ hem
Paylaş
Tavsiye Et