Victor Hugo bir keresinde “Voltaire demek on sekizinci yüzyıl demektir” demişti. Eğer Osmanlının en uzun yüzyılı 19. yüzyıl ise, Avrupa’nın en uzun yüzyılı 18. yüzyıldır. Bugün modern dediğimiz her şey bu dönemde ete kemiğe büründü. Modernite öncesi Avrupa düşüncesi, son nefesini o günlerde verdi. Avrupa insanlığı kendine yeni bir rota çizmeyi 18. yüzyılda başardı. Voltaire, sonuçlarını bugün her birimizin yaşadığı bu büyük dönüşümün baş mimarlarından biriydi.
BÜTÜN Aydınlanma filozofları gibi Voltaire de yeni bir milat peşindeydi. Felsefe, din, tarih, siyaset yeniden yazılmalıydı. Bu yeni yazım, kilisenin, tarihin ve geleneğin gölgesinde değil, aklın saf ışığında hayat bulacaktı. Voltaire, hakikati olduğu gibi değil; bize göründüğü şekliyle tanımlamak gerektiğine inanmıştı. Bu noktada onu çağdaş “kurgusalcılığın” (constructivism) öncüsü olarak görmek mümkün. Buna göre, “verili olan” her şey yeni bir kurguya tabi tutulabilir. Bu kurgunun hangi ilkelere dayanacağına yine biz karar veririz. Tarih boyunca bütün büyük düşünce sistemleri böyle vücut bulduğu için, bizi onlardan ya da onları bizden üstün kılan ontolojik bir gerekçe yoktur. İşini iyi yapan yoluna devam eder. Voltaire bu projeyi gerçekleştirmek için bitip tükenmek bilmeyen bir enerjiyle çalıştı; onlarca kitap, yüzlerce mektup yazdı.
Akademik felsefe açısından baktığınızda Voltaire sıkı bir filozof olmaktan çok, iyi bir polemikçi ve denemecidir. Lakin Voltaire’in keskin kalemi, felsefeciden kilise mensuplarına, siyasetçiden edebiyatçıya kadar herkesi hedef alır. Voltaire’in kullandığı dil, en az düşüncesinin muhtevası kadar önemli ve belirleyicidir. Voltaire, Avrupa düşünce tarihinde yeni “aydın” tipinin belki de ilk büyük temsilcisidir. O ne bir Yunan filozofu, ne Romalı bir hukukçu, ne Çinli bir bilge, ne de bir skolâstik düşünce adamıdır. O, edebiyatla felsefeyi, tarihle siyaseti, mantıkla trajediyi birleştiren ve yeni bir dil kuran Aydınlanma’nın çocuğudur. Voltaire’in çağdaşlarını en rahatsız eden yönü belki de buydu. Voltaire’i düşünce tarihinde önemli kılan, onun fikirlerinin gücü yahut ikna ediciliği değil; böylesi bir milatta yer almasıdır. Bu miladı parantez içine alın; Voltaire sıradan bir yazardır.
Bir Aydın Hikâyesi
Asıl adı François Marie Arouet olan Voltaire, 1694 yılında Paris’te doğar. Bir Cizvit kolejinde eğitim görür. İyi bir Latince’nin yanı sıra, kendi ifadesiyle “bir sürü saçmalıklar” öğrenir. Voltaire geniş bilgi dağarcığını ve ansiklopedik zekâsını, sert bir dille eleştirdiği bu okulda edinir. Bu eğitim dönemi Voltaire’in en önemli projelerinden biri olan Ansiklopedi’nin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Voltaire 17 yaşında okulu terk eder. Keskin dili yüzünden başı beladan kurtulmaz. Bir kaç defa hapsedilir. 1726 yılında İngiltere’ye göç etmek zorunda kalır. Üç yıl kaldığı İngiltere’de, John Locke ve Isaac Newton’un düşüncelerinin etkisinde kalır. 1746’da prestijli Fransız Akademisi üyeliğine seçilir. 1749’da Prusya kralı Büyük Frederik’in daveti üzerine Berlin yakınlarındaki Postdam şehrine gider ve dört yıl kadar burada yaşar. 1759 yılında Fransa-İsviçre sınırı yakınlarında Ferney adında bir yer satın alır. Ferney kısa sürede Voltaire hayranlarının entelektüel merkezi haline gelir. Voltaire müstear adını kullanan Francois Marie Arouet’in şöhreti artık her taraftadır. 83 yaşında Paris’e geri dönen Voltaire, bir kahraman gibi karşılanır. Bu heyecana dayanamayarak 1778’de Paris’te ölür.
Bütün kavgacı düşünürler gibi Voltaire’in de dostundan çok düşmanı vardı. Mozart babasına yazdığı bir mektupta, Voltaire’in ölümünü seçebildiği en gaddar kelimelerle anlatır: “Belki biliyorsundur: Şu meşhur dinsiz sapık Voltaire tıpkı bir köpek gibi sefil bir şekilde ölmüş.” Mozart’ın bu öfkesini paylaşan pek çok kişi bulmak mümkün. Fakat bu öfkeyi Voltaire’in “hür düşünceleri”ne ya da Mozart’ın bağnazlığına vermek düşünce tarihinin girift yapısını hafife almak olur. Voltaire’in düşüncesini hayatının büyük çelişkilerinden bağımsız ele alamayız.
Velut bir yazar olan Voltaire onlarca eser kaleme aldı. Bunların arasında Felsefe Sözlüğü’nün özel bir yeri var. Tıpkı Bayle’ın 1697’de yayımlanan meşhur Dictionnaire historique et critique adlı dev eseri gibi, Voltaire’in Felsefe Sözlüğü de döneme damgasını vuran, “Aydınlanma’nın cephaneliği” niteliğinde bir eser. Voltaire burada felsefî düşüncesinin en kapsamlı takdimlerinden birini yapar. Sözlük’te ruh, dostluk, aşk, onur, melek, yamyamlar, tanrıtanımaz(lık), hayvanlar, hayır ve şer, Çin ve Japon kültürü, Hıristiyanlık, kader, Tanrı, eşitlik, fanatizm, savaş, erdem gibi yüzün üzerinde madde yer alır. Her bir madde, sistematik bir analiz sunmaktan çok müellifin konu hakkındaki serbest düşüncelerini, şüphelerini ve inançlarını ihtiva eder.
Düşünce tarihi açısından okunduğunda Felsefe Sözlüğü, 18. yüzyıl Avrupa düşüncesi hakkında bize önemli ipuçları sağlar. Bugün bize sıradan gelen pek çok kabul, Sözlük’te bir ilk olmanın acemilik ve körpeliğini üzerinde taşır. Voltaire’in ansiklopedik zekâsı, ünlü Ansiklopedi için yazdığı maddelerde olduğu kadar, Felsefe Sözlüğü’nde de kendini gösterir. Voltaire, tarihe yeni bir milat atmanın heyecanıyla her konuda bir şey söylemeye çalışır.
“Dostluk” maddesinde erdemli ve duygulu olmaktan bahseder ve şöyle der: “Dostluğa düşkünlük Yunanlılarla Araplarda bizdekinden daha güçlüydü. O ulusların dostluk üzerine kurdukları öyküler hayran olunacak şeylerdir; o öykülerin bizde hiç benzeri yoktur. Biz her şeyde biraz kuruyuz.” “Sokratesvâri Aşk” maddesinde bu aşk türünün yanlış anlaşıldığını ve lutilikle karıştırıldığını yazar. Lutiliğin insan tabiatına aykırı olduğunu söyler ve ekler: “Hayır, doğa ile çelişen, onu hor gören bir yasa kurmak insanların yaradılışına uygun değildir… Hiçbir çağda ahlaka aykırı yasalar yapmış uygar bir ulus bulunabileceğini sanmıyorum.”
Düşüncenin Namusu
Kilise teolojisinin ağır yükü altında ezilmek istemeyen pek çok düşünür gibi Voltaire de deizme sarılmıştı. “Tanrıtanımaz” maddesinde gerçek ateistlerin felsefî manada “ben Tanrı’nın varlığını reddediyorum” diyen değil, gündelik yaşamlarında ahlaksızlık yapıp başkalarına zarar veren kişiler olduğunu söyler. Ona göre Tanrı’dan korkmayan kişi için Tanrı yoktur. Tanrı inancını uygar olmanın bir şartı olarak gören Voltaire ekler: “Uygar bir kentte kötü de olsa bir din olması, hiç olmamasından elbette çok daha faydalıdır.” Yani, “âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Kısacası, Voltaire’in düşüncesinin doğruluğunu test etmenin yolu, fikirlerinin iç tutarlılığından değil, kendisinin bunlara ne kadar bağlı olduğundan geçiyor. Voltaire’in Katolik Kilisesi’ne ve Ortaçağ düşüncesine karşı kullandığı en büyük silah da buydu: Düşünce namusu, dürüstlük, harbilik.
Peki, Voltaire ne kadar dürüsttü? Onun asilzadelere duyduğunu söylediği nefret ne kadar sahiciydi? “Müsamaha ve özgür düşünce için canımı veririm” derken ne kadar inandırıcıydı? Voltaire’in hayatının ayrıntıları bize farklı bir resim sunuyor. Voltaire tüccar kökenli olmasına rağmen, ailesinin asillerden olduğunu iddia ediyordu. Onu bir asilzadeye karşı cephe aldıran şey, bir başka asilzadenin nimetlerinden faydalanıyor olmasıydı. Voltaire yüksek sosyete hayatından hiç bir zaman kendini alamadı. Hırsı ve güzelliğiyle ün salmış olan Maine düşesinin meşhur “Sceaux halkası”na dahil olmayı başardığında, düşesin gözüne girmek için Orleanslı İkinci Philipe aleyhinde konuşup yazmaktan geri durmamıştı. Voltaire’in her “hür düşünce atağı”nın arkasında bir başka “patronaj” vardı.
Eğer düşüncenin namusu sahibinin namuslu olmasıyla ölçülüyorsa, Voltaire’in İslam toplumlarına bakışı onun yine sınıfta kalmasına neden oluyor. Voltaire’in ünlü oyunlarından biri olan Mahomet ou le fanaticisme, Prusya Kralı Frederik’e yazdığı mektuplarında dile getirdiği İslamofobinin teatral bir ifadesidir. Aydınlanma’nın hür ve rasyonel düşüncesi, yerini birden dogmatizme, öfkeye, nefrete bırakır. Müsamaha, İstanbul kapılarında son bulur.
Voltaire Aydınlanma’nın en parlak evladıydı. Onun ihtişamı ve sefaleti, Aydınlanma’nın da ihtişam ve sefaletidir.
Paylaş
Tavsiye Et