KAFALAR çok karışık son birkaç aydır. Canlar sıkkın. Dolar almış başını gidiyor. Faizler de yükseliyor. Borsa zaten bir süredir inişte. Koca bir endişe sarmış güzelim yaz günlerini. Acaba eskisi gibi mi olacağız? 2001’deki gibi yani. Yoksa 1994’deki gibi mi? Akıllara kriz dolu yıllar geliyor. Bu da acaba bir kriz mi? Nerde hata yaptık? Yoksa bütün bunlar Amerikan Merkez Bankası (FED)’nın mı suçu? Ya da Japon Merkez Bankası’nın? Cumhurbaşkanlığı seçimleri de yakın. Genel seçimler gibi. Acaba sorun Tayyip Erdoğan mı? AKP mi? Siyasî gerginlik mi tüm neden? Ya Kıbrıs? O da koca bir engel değil mi AB yolunda? Ah, bir de şu cari açıklar olmasaydı. Uyarmışlardı zaten bu böyle gitmez diye. Sıcak parayla da olmaz ki! Hem Merkez Bankası da daha geçenlerde yeni indirmişti faizleri. Yoksa o mu yanlış yapmıştı? Enflasyon düşüyor denilirken nasıl da yükselmişti yeniden? Ah şu petrol fiyatları yok muydu? Onun yüzünden hep. Hem uluslararası likidite de bir risk değil miydi? Oydu işte gerçekleşen. Yabancılar gidiyor işte. Yoksa, yoksa yine spekülatörler mi devrede? Yabancılar bize oyun oynuyor olmasın sakın. Belki de bıyıklı yabancılardır...
Açıklama listesini uzatmak mümkün. Hepsinde bir haklılık payı var. İş olup bittikten sonra anlatmak kolay. İktisatçı, dün tahmin ettiği şeylerin bugün niçin gerçekleşmediğini yarın söyleyebilecek olan kişi değil miydi? İşte bugün de dünün yarını. O yüzden rahat olalım. Yapacağımız sadece resmi biraz derleyip toparlamaktan ibaret. Büyük resim bizi küresel dengesizliklere götürüyor. Bir tarafta muazzam cari açıklar veren başta ABD olmak üzere bir avuç ülke ve onları finanse eden çoğu Asya’da yer alan cari fazla veren ülkeler. Görünen o ki, bu sürecin doğurduğu muazzam likidite bolluğu artık sürdürülemiyor. Çoğu ülkede varlık fiyatlarının şişmesi ve enflasyonist baskıların artması bunun bir göstergesi. Yatırımcıların endişelenmesi ve merkez bankaların şahin kesilmesi biraz da bu yüzden. Herkes ne olacağını biliyor, ancak ne zaman olacağını bilmiyordu. Gerçekleşen, beklenen riskin ta kendisi. O halde sürpriz değil.
Küreselleşmenin oyun sahası finansal piyasalardır. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir uluslararası sistemde sermaye istediği yere girer ve çıkar. Sermayenin dokunulmazlığı vardır. Engelleyene ceza kesilir. Geçmiş tecrübeler, özellikle de Asya krizi, sermaye akımlarına ilişkin bize önemli ipuçları veriyor. Sermaye, bir ülkeye girerken öncelikle cazip getiri arar. Başlangıçtaki risklerle getirilerle ilgilendiği kadar ilgilenmez. Belki de sonrası için güvendiği bir şeyler vardır. Sermaye gerçekte tam bir miyopidir. Ülkeden çıkışları da genellikle anidir. Dışarı çıkarken de içerideki koşulların yeniden değerlendirilmesine pek ihtiyaç duymaz. Sermayeden böyle bir değerlendirme beklemek tabiatına terstir. Bu açıdan yaklaşıldığında kafa karışıklığımızın bir kısmını rahatlıkla izale edilebiliriz. Ekonomimizde birçok şey iyiye de gitse sermayenin aniden çıkışı normaldir. Sermayenin çıkışı bizim iyi halimizden bağımsız olabilir. Hatırlayalım, Asya krizinden 2-3 yıl önce Asya ekonomik mucizesi vardı dillerde.
Sermaye hep büyümek ister. Büyümek için en cazip getiriyi arar ve bulur. Bu, onun en doğal hakkıdır. Bazen de daha güvenli ve likit bulduğu piyasalara gider. Özellikle belirsizliğin arttığı durumlarda güvenli ve likit piyasaları tercih eder. Örneğin, Asya krizinden sonra sermayenin en güvenli limanı ABD olmuştur. Amerikan piyasalarının yüksek likiditesi, sığ piyasalara sahip çoğu ülkelere kıyasla rahat bir hareket alanı sağlamıştır. Bizdeki gibi sığ piyasalar giriş ve çıkışta hem sermayeye hem de piyasalara sıkıntı çektirir. Likit piyasalar cazip getirilere de sahipse cazibesi kat be kat artar. Bu açıdan bakıldığında ABD’de faizlerin yani getirilerin artması veya artacak olması, diğer ülkelerdeki sermayeyi çekmek ya da bulunduğu yerlerde huzursuz etmek için yeter de artar bile. Küresel sermayenin 2/3’ünü çeken bir ülkenin hapşırması geri kalanın nezle olması için yeterlidir. Amerika’nın hapşırıkları bir süredir sıklaştı. Bu durum bizdeki rahatsızlığı büyük bir ölçüde açıklar. Tercih edebileceğimiz politika seçeneklerini de büyük ölçüde sınırlar.
Nezle olan sadece biz değiliz kuşkusuz. Küresel sermaye açısından Türkiye gibi ülkeler tek başlarına hayli küçüktür. Sermaye, tercihlerinde cazip getirinin yanı sıra riski dağıtmak gibi küçük bir amaç daha güder. Yumurtalar aynı sepete konulmaz. Ancak geçen yıllar risk çeşitlendirmesinden elde edilen faydayı azaltmıştır. Küresel sermaye özellikle ülkelerin sermaye piyasalarında karşılıklı etkileşimini artırmıştır. Yükselen piyasalar olarak adlandırılan bu ülkelerdeki olumlu/olumsuz gelişmeler, özellikle benzer ülkelerdeki gelişmeleri de tetiklemekledir. Bu karşılıklı etkileşim ya da bağımlılık ilişkisi artık sadece ihracat/ithalat ilişkisine bağlı değildir. Finansal akımlar daha ön plana çıkmaktadır. Bu ilişkinin temelinde, uluslararası yatırımcıların ilgili ülkeleri aynı portföyde değerlendirmelerinin payı vardır. Yatırımcılar benzer niteliklere sahip ülkelere yaptıkları yatırımları azaltabilmekte ya da artırabilmektedir. Türkiye’nin son haftalarda parasının çok değer kaybetmesi ve bunu da Güney Afrika ve Macaristan gibi ülkelerin izlemesi bunun bir örneği. Cari açığın bizim gibi yüksek olduğu ülkelerin paraları önemli değer kayıpları yaşamıştır.
Ev sahibinin hiç mi suçu yok? Var tabii ki. En az yarısı belki de. Bulmak da hiç zor değil. Aksi halde sormak gerekir, “Neden en çok Türkiye etkileniyor?” diye. Ev ödevlerimizin bir kısmında başarılı, bir kısmında da başarısız olduğumuzu belirtelim öncelikle. Daha sağlam bir bütçemiz ve daha sağlıklı bir bankacılık sektörü önemli artılarımızdan. Yüksek cari açıklar ve işsizlik ise en büyük eksilerimizi oluşturuyor. Piyasalarımız ise hâlâ çok sığ. Özellikle döviz piyasası. İşlem miktarları ve oyuncu sayıları yetersiz. Üstelik şeffaf da değiller. Tezgah üstü mü tezgah altı mı belirsiz. Zaman zaman depreşen siyasî gerginlikler ve kimlik bunalımlarımız da başlıca istikrarsızlık kaynaklarımız. Akıllı yatırımcıların en büyük arzusu istikrar olsa gerek. Güvenli, istikrarlı ortamlarda bulunmayı sever sermaye. Sadece son altı ayın gazete başlıklarına göz atıldığında tedirginlik için binlerce sebep var. Ayrıca kötü düşünmek de kötülüğe yol açabilir.
Galiba en büyük hatamız uluslararası piyasaları iyi okuyamamak oldu. Küresel likidite koşullarının bize sağladığı avantajları kendimizden bildik. Riskleri hesaplayamadık. Sonra malî disiplin ve bankacılık sektöründeki yapısal iyileştirmeleri dış dengemiz söz konusu olduğunda gerçekleştiremedik. Dış ticarette sağlıklı, güçlü ve sürdürülebilir bir yapıyı henüz tam oluşturamadık. Kısmen yanlış araçları kullandık. Reel sektörde gerekli yapısal dönüşüm tam sağlanamadı. Bu dönüşümün ne derece başarıldığı ihracat ve ithalat rakamlarında kendini gösterecektir. Makine ve teçhizat yatırımlarının ne ölçüde ihracata dönüştüğünü hep birlikte göreceğiz. Bu aynı zamanda ihracata dayalı büyüme stratejisinin de testi olacaktır.
Döviz piyasasında uzun vadeli sağlıklı bir çözüm ihracat destekli likidite artışından geçiyor. Orta vadede yapılabilecekler de var kuşkusuz. Döviz piyasasına derinlik ve şeffaflık kazandırmak gibi. Başlangıç olarak döviz bazlı yatırım fonları güzel bir şeçenek. Bu sistemde döviz bir bankanın hesabında işlemeye devam ederken onun değerini gösteren yatırım fonu borsada işlem görüyor. Dolayısıyla dövizin değeri borsada belirlenmiş oluyor. Borsada işlem gören döviz yatırım fonları, piyasada likiditenin ve şeffaflığın artmasına yardımcı oluyor. Böylelikle hem piyasaya katılan oyuncu sayısı artıyor, hem de döviz hareketleri daha rasyonel bir temele oturuyor. Tıpkı New York Borsası’nda avro bazlı yatırım fonlarının olması gibi bizim borsamızda da dolar ya da avro bazlı benzer ürünlerin olması bireylere ve firmalara daha rahat nefes aldıracaktır. Daha uygun ve daha gerçekçi fiyatlarla. Üstelik herkesin gözünün önünde.
Ekonomi disiplini çok temel bir düstura dayanıyor. O da; insanların özendirici şeylere, dürtülere tepki verdiğidir. Eğer paranın önemli bir güdü olduğunu düşünüyorsanız bunu daha da basite indirgeyebilirsiniz. İnsanlara ne için para veriyorsanız o işi yaparlar. Para alamadıkları bir iş için de birşey yapmazlar. Sürdürülebilir bir büyüme istiyorsak ona uygun bir yapı kaçınılmaz. En büyük şansımız bu ülkenin insanları. Uyum sağlamada olağanüstü bir yetenekleri var.
Paylaş
Tavsiye Et