Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Sihir ve şuur
İhsan Fazlıoğlu
GÜN­LÜK dil­de sık­ça kar­şı­da­ki ki­şi­nin doğ­ru ve­ya yan­lış dav­ran­dı­ğı­nı ya da doğ­ru ve yan­lış yo­rum­da bu­lun­du­ğu­nu be­lirt­mek için, ço­ğun­luk­la bil­me­den, de­rin bir ne­de­ne işa­ret edi­lir: Şu­ur: “Şu­ur­suz adam”, “Şu­ur­suz dav­ran­dı”, “Çok şu­ur­suz bir ki­şi­dir”, “İn­san ol­ma­nın şu­u­ruy­la ha­re­ket et­ti”, “Çok şu­ur­suz bir top­lu­muz”, “Ey­lem­le­ri­mi­ze şu­ur eş­lik et­me­li”. Hat­ta ide­olo­jik men­su­bi­ye­ti vur­gu­la­mak için bi­le bu ke­li­me­ye sı­ğı­nı­lır: “Çok şu­ur­lu bir in­san­dır”, “Şu­ur­lu kar­de­şim be­nim!” Da­ha da ile­ri gi­di­lip, şu­ur ke­li­me­si ile şi­ir ve şa­ir ke­li­me­le­ri­nin ay­nı kö­ke sa­hip ol­du­ğu ile­ri sü­rü­le­rek, şa­i­rin en üst şu­ur du­ru­mu­na sa­hip ki­şi, şi­i­rin de bu en üst şu­ur du­ru­mu­nu di­le ge­ti­ren be­şe­rî ürün ol­du­ğu vur­gu­la­nır. Ke­li­me­nin gü­nü­müz Türk­çe­si­ne bi­linç söz­cü­ğüy­le çev­ril­me­si, bil­gi’ye bir atıf ya­pıl­dı­ğı­nı gös­ter­di­ği gi­bi, bi­linç’in in­san­da bu­lu­nan bir ye­ti ol­du­ğu da söy­len­miş olur; özel­lik­le bi­linç-al­tı kav­ram­sal­laş­tır­ma­sın­da bu du­rum da­ha da açı­ğa çı­kar.
Şu­ur ke­li­me­si­nin ta­rih içe­ri­sin­de ken­di­si­ne yük­le­ni­len pek çok an­la­mı­nın içe­ri­sin­den en de­ri­ni­ni ya­ka­la­mak, gü­nü­müz so­run­la­rı­nı tes­pit için el­zem­dir; özel­lik­le in­san de­ni­len can­lı­nın ne­li­ği­ni çev­re­le­mek için ka­çı­nıl­maz­dır. Çün­kü in­sa­nın en önem­li özel­li­ği, hem mad­dî hem de ma­ne­vî dik-dur­ma’nın şu­ur­la il­gi­li, şu­ur­da­ki za­fi­ye­tin in­sa­nın omur­ga­sız­laş­tı­rıl­ma­sın­da en önem­li et­ken ve in­sa­nın ba­şı­nı eğ­me­si­nin, önü­ne dü­şür­me­si­nin şu­u­run­da­ki se­vi­ye kay­bı­na bağ­lı ol­du­ğu izah­tan va­res­te­dir. Bu nok­ta­yı tes­pit eden gü­nü­müz sö­mür­ge­ci vah­şî ka­pi­ta­liz­mi­nin ken­di çı­ka­rı le­hi­ne tav­zif et­ti­ği bu du­rum, şu­ur­suz­lu­ğu sür­dü­rü­le­bi­lir kıl­mak için bü­tün im­kan­la­rın kul­la­nıl­ma­sıy­la pe­kiş­ti­ril­mek­te­dir.
Gü­nü­müz­de şu­ur­suz­lu­ğun ida­me­si için dev­re­ye so­ku­lan bü­tün ey­le­me­le­ri bir de­yiş­le özet­le­ye­bi­li­riz: “Ha­ya­tı ço­ğalt­mak.” Ha­ya­tı ço­ğalt­mak için ise ya­pıl­ma­sı ge­re­ken şey: “İn­sa­nın is­te­ği­nin ar­tı­rıl­ma­sı, bes­len­me­si…” İn­sa­nın is­te­ği­nin sü­rek­li­li­ği için ih­ti­yaç­la­rı­nı sü­rek­li kıl­mak ye­ter­li­dir. Sü­rek­li ih­ti­yaç his­se­den in­san sü­rek­li is­te­ye­cek; sü­rek­li is­te­yen in­san ise sü­rek­li ih­ti­yaç du­ya­cak­tır. Sü­rek­li ih­ti­yaç-sü­rek­li is­tek denk­le­mi, ha­ya­tı ço­ğal­ta­cak, in­san tat­min­siz bir is­te­me kü­pü ha­li­ne ge­le­cek­tir. Böy­le bir in­san şim­di’yi mut­lak­laş­tı­rır, dü­nü ve ya­rı­nı şim­di’si­ni teh­dit eden bi­rer un­sur ola­rak gö­rür; geç­miş­ten ka­çar, ge­le­cek­ten ise kor­kar. Şim­di­si­ni, boş­luk bı­ra­kıp bir an ken­di­siy­le yal­nız, ken­di ba­şı­na kal­ma­mak için ala­bil­di­ği­ne dol­du­rur [za­man dol­dur­ma, ge­çir­me ve öl­dür­me]; bu­nun için el­den gel­di­ğin­ce de­ği­şik meş­gu­li­yet­ler ya­ra­tır; tı­kan­dı­ğı yer­de boş­lu­ğu gü­rül­tüy­le ka­pa­tır. Çağ­daş ha­ya­tın in­sa­nın ken­di bi­rey­sel­li­ği­ni unut­ma­sı­na ne­den olan bir gün­lük di­li­min­de yer alan gü­rül­tü­le­re şöy­le bir bak­mak ye­ter­li­dir.
“Ala­ad­din ve si­hir­li lam­ba­sı” he­men her­ke­sin bil­di­ği bir ma­sal­dır. Bu ma­sa­lın yi­ne de işa­ret et­ti­ği bir ha­ki­kat var: İn­san’ın is­tek­le­ri son­suz­dur. Bu ne­den­le in­san is­tek­le­ri­ni tat­min için sü­rek­li bir si­hir­li lam­ba arar. İs­tek­le­ri olan­lar dai­ma bir lam­ba arar­lar; hat­ta bu­lur­lar. Hiç şüp­he­siz bu­ra­da dik­kat edil­me­si ge­re­ken bir nok­ta var: Her si­hir­li lam­ba­dan cin çık­maz. An­cak sö­mür­ge­ci ka­pi­ta­liz­min bu­ra­da­ki çö­zü­mü de dâ­hi­ya­ne­dir: Ki­şi’ye si­hir­li lam­ba­dan her an bir cin çı­ka­bi­lir his­si­ni ka­zan­dır­mak: “Si­hir­li lam­ba­nı bul ve bek­le; her an cin çı­ka­bi­lir [Si­ze de çı­ka­bi­lir].” Çağ­daş ha­yat her ya­nın si­hir­li lam­bay­la dol­du­rul­du­ğu ve ba­şın­da on­la­rı ovuş­tu­ran, ovan in­san­la­rın bu­lun­du­ğu bir gü­rül­tü mey­da­nı…
Dik­kat edi­lir­se ya­zı­da si­hir­li ke­li­me­si sık­ça tek­rar edil­di; bu ne­den­le her­han­gi bir lam­ba de­ğil, si­hir­li lam­ba ge­rek­li­dir. Si­hir, ta­nı­mı ge­re­ği be­lir­siz olan­dır. Çağ­daş ha­yat­ta bu, za­ma­nı be­lir­siz kı­la­rak ger­çek­leş­ti­ri­lir. Dü­nü ve ya­rı­nı ol­ma­yan şim­di bir be­lir­siz­lik­ler yu­ma­ğı­dır; her an her şey ola­bi­lir. Ör­nek ola­rak, ABD’nin bir im­kân­lar ül­ke­si ol­du­ğu sık­ça vur­gu­la­nır; ama ek­le­nir: “İşi­ni bi­len­ler için.” Bu­ra­da kul­la­nı­lan iş bi­lir­lik an­cak be­lir­siz bir or­tam­da işe ya­rar; be­lir­siz­lik­te göz bo­ya­ma, ali­cen­giz­tuğ­rul­va­ri el ça­buk­lu­ğu iş gö­rür. “Be­nim me­mu­rum işi­ni bi­lir” de­yi­şin­de­ki işi­ni bil­mek de hiç şüp­he­siz böy­le­si be­lir­siz du­rum­lar için ge­çer­li­dir.
Si­hir­li lam­ba­dan çı­kan ci­ne, is­tek­le­ri­ni sı­ra­lar­ken “be­ni is­te­me­yen/is­te­ği ol­ma­yan bir var­lık kıl” di­yen bir in­san ta­sav­vur ede­bi­li­yor mu­yuz? İs­te­mek­ten kur­tul­mak: Çün­kü ha­ya­tı is­tek­ler ço­ğal­tır. [Hiç ol­ma­yı is­te­yen bü­yük mis­tik­le­rin ne kas­tet­tik­le­ri ko­nu­su­na gir­mi­yo­rum.] Kı­sa­ca, “Ala­ad­din ve si­hir­li lam­ba­sı”, is­tek bit­ti­ğin­de bi­ter; ma­sa­lı de­vam et­ti­ren in­sa­nın doy­mak bil­mez sı­nır­sız is­tek­le­ri­dir. Za­ten si­hir­li lam­ba ve cin de bu is­tek için var kı­lın­ma­dı­lar mı? İn­san, is­tek­le­ri­ni ger­çek­leş­tir­mek için ken­di si­hir­li lam­ba­sı­nı, ken­di ci­ni­ni ken­di­si­nin bul­du­ğu­nun, ya­rat­tı­ğı­nın far­kın­da de­ğil mi­dir? Si­hir de, lam­ba da, cin de, hat­ta ha­yat de­nen ma­sal da hep­si in­san is­te­ği­nin te­ces­süm et­miş hal­le­ri… Bu ka­dar is­te­ği bu­lu­nan bir var­lı­ğa bu Kai­nat’ın bi­le az ol­du­ğu­nu söy­le­mek za­it­tir.
Şu­ur, be­lir­li­lik; sih­rin, be­lir­siz­li­ğin çe­li­şi­ği­dir. Si­hir­de ali­cen­giz­tuğ­rul­va­ri el ça­buk­lu­ğu, göz bo­ya­ma tarz iken, şu­ur­da yön-dem­li ol­ma, “-den, -a’ya” git­me esas­tır; kı­sa­ca yön­tem. Öy­ley­se, şu­ur ne­dir? Ku­de­ma şu­ur’u üç ye­ti­nin top­la­mı ola­rak ta­nım­lar: His (nu­zu’), vic­dan ve id­rak (akıl). Öy­ley­se, baş­ka bir de­yiş­le, şu­ur, du­yu, zi­hin ve ak­lın top­la­mı­na ve­ri­len ad­dır. Öy­le bir top­lam ki, bir ke­re top­lan­dı mı ar­tık ku­ru­cu un­sur­la­rın­dan her­han­gi bi­ri­si­ne tek ba­şı­na in­dir­ge­ne­me­ye­cek bir bi­çim­de mezc ol­muş­tur. Bu­na bağ­lı ola­rak, is­tek de üçe ay­rı­lır; his­sî is­tek, vic­da­nî/zih­nî is­tek, ak­lî is­tek. Bu ne­den­le yal­nız­ca his­sî ve­ya yal­nız­ca vic­da­nî ya da iki­si be­ra­ber şu­u­ru ver­mez, ve­re­mez. İş­te bu ne­den­le çağ­daş dün­ya­da yal­nız­ca du­yu­sal ve­ya zi­hin­sel is­tek­le­ri­ne yer açıp, ak­lî ola­nı dı­şa­rı­da bı­ra­kan in­san, ci­ni­ne tes­lim ol­muş de­mek­tir.
İn­sa­nın fas­lı, ayı­rı­mı ira­de-i ak­li­ye ol­du­ğu için ak­lî is­tek ön­ce ge­lir ve fer­di­ye­ti­mi­zi de be­lir­ler. Böy­le den­mek­le yal­nız­ca, tek ba­şı­na akıl­la ya­şa­mak is­ten­mi­yor el­bet­te. Ak­lın mü­şa­he­de ve mü­ta­laa­sı al­tın­da du­yu­sal ve zi­hin­sel is­tek­le­rin kar­şı­lan­ma­sı şu­ur­lu bir var­lık ola­rak ya­şa­ma­mı­zı müm­kün kı­lar. Çün­kü ha­ya­tı bir bi­rey ola­rak ve es­te­tik ya­şa­mak ka­dim me­de­ni­ye­ti­mi­zin şi­a­rı­dır. Bu ne­den­le hak­kıy­la ya­şa­mak bir ce­sa­ret işi­dir. Nehr’in, yar­mak, iki­ye böl­mek kö­kün­den, köp­rü an­la­mın­da­ki cisr’in de ce­sa­ret­le ay­nı kök­ten gel­di­ği dik­kate alın­dı­ğın­da na­sıl ki bir neh­ri köp­rü­den geç­mek bir ce­sa­ret işiy­se, do­ğum ile ölü­mün iki­ye ayır­dı­ğı ha­ya­tı ya­şa­mak da o ka­dar ce­sa­ret işi­dir. Her bir ki­şi köp­rü­den tek ba­şı­na (fer­di­yet) ge­çer; an­cak bu ge­çiş ale­la­de de­ğil, in­san ol­ma­lı­ğa ya­kı­şır bir bi­çim­de es­te­tik ol­ma­lı­dır: Şu­ur­lu ha­yat.
Me­de­nî ge­le­ne­ği­miz­de Hz. Pey­gam­be­rin en önem­li iki sı­fa­tı­nın fer­di­yet (bi­rey­sel­lik) ve ce­mal (es­te­tik) ol­du­ğu­na yal­nız­ca işa­ret edi­yo­rum.

Paylaş Tavsiye Et