1989 YILI Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcına işaret etmekteydi. Yaklaşık yarım yüzyıl devam eden Soğuk Savaş sona ermiş ve ABD’nin bu mücadeledeki rakibi Sovyetler Birliği tarih sahnesinden çekilmeye başlamıştı. Bu değişim, tüm ülkeler için olduğu gibi, Türkiye için de ABD ile ilişkilerin yeni bir temele oturtulması anlamına gelmekteydi. Bu dönemde Türk-Amerikan ilişkileri, gerek ABD gerekse Türkiye’de etkili olan yöneticilerin izledikleri politikalar ile dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeler etrafında şekillendi. ABD’de baba Bush, Clinton ve oğul Bush yönetimleri; Türkiye’de Özal’ın liderliği, PKK ve güvenlik endişeleri; Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar’da yaşanan gelişmeler ve 11 Eylül gibi unsurlar iki ülke arasındaki ilişkileri en fazla etkileyen faktörler olageldi.
Körfez Savaşı sırasında yaşanan gelişmeler, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ABD’nin bölgede Türkiye’ye ihtiyacının azaldığı iddialarını geçersiz kıldı. ABD Başkanı Bush ile yakın ilişki içerisinde olan dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın liderliğinde şekillenen Türk dış politikası, Amerikan politikaları ile oldukça yakın ve uyumluydu. İçeride bazı aktörler tarafından eleştirilen bu politikalarla Ankara, ABD için ne kadar önemli olduğunu göstermeye çalışır gibiydi. Bu dönemde ilan edilen Yeni Dünya Düzeni’nin önemli bir aktörü olmaya çalışan Türkiye, Ortadoğu bölgesinde ABD ile yakın bir işbirliği içine girdi. Irak’a karşı oluşturulan koalisyona asker vermese de ambargoya katılan Türkiye, İsrail’le de yakın ilişkiler geliştirmeye başladı.
Ancak tüm bu gelişmelere rağmen aslında 1989’dan 2002 sonuna kadar geçen yıllarda Türkiye’nin Irak’la ilgili çıkarları ABD ile uyuşmamaktaydı. Türkiye Saddam’ın kontrolünde olsun veya olmasın üniter bir Irak isterken, ABD Irak’ta merkezî otoritenin mümkün olduğu kadar zayıf olmasını istiyordu. Türkiye Irak’a uygulanan ambargolardan zarar görüyordu ve bunun bir an önce sona ermesini istiyordu; ABD ise buna karşı çıkıyordu. Türk dış politikasında “zıtlıklarla bir arada yaşama” olarak da tanımlanan bu dönemde, PKK ile mücadele konusunda ABD’nin diplomatik ve askerî desteğine ihtiyaç duyan Türkiye, Irak’a bakış açısı farklılığı gibi bazı sorunları ikinci plana atmak zorunda kaldı. Irak’tan mülteci akınını engellemek için oluşturulan Çekiç Güç’ten rahatsızlığını zaman içerisinde çeşitli defalar dile getiren Türkiye, bu gücün varlığına, diğer bazı faktörlerin yanı sıra, Kuzey Irak’a yönelik müdahalelerine ABD’nin ses çıkarmaması karşılığında izin verdi. Öyle ki, muhalefette iken Çekiç Güç’e karşı çıkan bütün partiler, iktidara geldiklerinde görev süresini uzattılar. Filistin ve İran gibi konularda ise iktidar değişiklikleri ile bazı farklı uygulamalar ortaya çıksa da, iki ülke birbirlerini pek de rahatsız etmeyen bir siyaset izlemeyi tercih etti. Bu noktada Filistin-İsrail barış süreci ve İran’da Hatemi dönemindeki pragmatik politikalar Türkiye’nin ABD ile uyumunu kolaylaştırdı.
1989-2002 arasında Balkanlar’da yaşanan gelişmeler ise, iki ülkenin politikalarını Ortadoğu’da olduğundan çok daha fazla birbirine yakınlaştırdı. Özellikle Bosna ve Kosova krizlerine müdahalede ABD’nin öncü rolü oynaması ve bu bölgelerdeki Türk ve Müslüman azınlığın korunmasında olumlu katkılarda bulunması Türkiye ve ABD’yi ortak tavırlarda buluşturdu. Türkiye’nin bölgede yaşanan insanlık dramlarını sona erdirmekte askerî müdahale seçeneğini gündeme getirmesi ve bu müdahaleyi yapmak konusunda hem irade hem de kapasite olarak ABD’nin dışında bir aktörün olmaması, tarafları bu bölgede önemli birer müttefik haline getirdi. Türkiye ABD’nin önayak olması ile BM ve NATO çerçevesinde gerçekleştirilen bu müdahalelere askerî katkı sağladı.
İki ülke Kafkasya ve Orta Asya’da da büyük ölçüde yakın tavırlar geliştirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında bağımsızlığını kazanan devletlerin Batı modelini benimsemeleri iki ülkenin ortak politikası oldu. Rusya’nın, arka bahçesinde yeniden önemli bir aktör haline gelmesini istemediklerinden, buradaki ülkelere askerî ve ekonomik bakımdan yardımcı olmaya çalıştılar. Yine bu çerçevede planlanan ve gerçekleştirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı önemli bir ortak başarı olarak değerlendirilebilir. Aynı dönemde Çeçenlere verilen destek de iki ülkenin paylaştıkları bir tutum olarak dikkat çekti.
11 Eylül sonrasında ABD’nin tavrı ve izlediği dış politika, bazı anlaşmazlıkları beraberinde getirse de, çeşitli konularda benzer tavırlar devam etti. Yaşadığı ekonomik kriz sonrasında zor durumda olan Türkiye’ye yardımcı olan ABD, onu İslam Dünyası için bir model olarak sundu. Türkiye de ABD’nin Afganistan’da NATO çerçevesinde gerçekleştirdiği müdahaleye destek verdi.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle tüm dünyada askerî gücün öneminin azaldığı bir ortamda, askerî güce dayalı siyaset izlemeye devam eden iki aktör olarak ABD ve Türkiye, pek çok alanda işbirliği yaptılar. Özellikle bölgede ortaya çıkan istikrarsızlıklar nedeniyle Türkiye bir istikrar adası olarak daha da önem kazandı. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi yakın çevresinde ortaya çıkan sorunlara karşı genelde ortak bir tutum takınan Türkiye’nin Irak konusunda ise ABD ile menfaatleri uyuşmamaktaydı. Ama tek kutuplu dünyanın süper gücünü karşısına alma riski ancak hayati derecede önemli çıkarlar söz konusu olduğunda düşünebilirdi. Bu risk ise 2002 sonrasında Irak özelinde yaşanan gelişmeler nedeniyle gündeme gelecekti.
Paylaş
Tavsiye Et