ESKİ zamanlarda sessiz ve sakin insanların yaşadığı bir köy varmış. Ama bir gün birileri, köyün kırmızı ibikli, kırmızı başlı güzel horozunu öldürmüş. Olayı duyanlar, “Yazık oldu, sevimli horozdu” demişler; ama çok da aldırmamışlar. Sadece köyün yaşlı ninesinin tepkisi çok farklı olmuş. Feryat figan “Kırmızı başlı horozun katilini bulun” diye herkese seslenmiş. Ama “Ne çok gürültü yaptı bir horoz için!” demişler. Kısa bir süre sonra da köydeki kınalı kuzuyu öldürmüşler. Köylü ona olayı anlatıp ne yapmak gerektiğini sorunca “Kırmızı başlı horozun katilini bulun” demiş. “Nine bunadı herhalde” demişler, “ölen kuzu”. Sonra sarı öküz katledilmiş. Köylü yine nineye fikrini sormuş; o yine “Kırmızı başlı horozun katilini bulun” demiş. Sonra doru tay öldürülmüş, köylüler öfkeyle “Artık bu kadarı da fazla!” demişler ve doru tayı öldüreni bulmaya çalışmışlar. Ancak onlar doru taydan bahsederken daha büyük bir felaket yaşanmış ve köyün bir delikanlısı öldürülmüş. Onu da başka cinayetler izlemiş. İnsanlar öldürülürken her seferinde nine, “Kırmızı başlı horozun katilini bulun” diyormuş.
Mehmet Emin Kaya’dan dinlediğim bu hikaye böyle kasvetli bitiyordu. Köyde cinayetler birbirini izlerken, nineye kulak veren olmuyordu. En son 27 Nisan’da aklıma bu hikaye geldi. Acaba bu hükümet nerede hata yapmıştı?
Her hükümet kendi kırmızı horozuyla, kendi Susurluk’uyla imtihan oluyordu. AK Parti hükümetinin Susurluk’u ise Şemdinli’ydi. Hükümet, Şemdinli’de bir şekilde yakaladığı derin canavarın kuyruğunu elinden bırakacak olursa, kendisi kurban haline gelecekti ve öyle de oldu.
Oysa hatırlayalım, tahrik edici bir terör eyleminin ardından Şemdinli halkı, bu tür hadiselerde yaşanabilecek bir linç hareketine girişmeden, adaleti kendi elleriyle gerçekleştirmeye çalışmadan, inanılmaz bir soğukkanlılıkla hareket etmiş ve haklı ile haksızın birbirine karıştırılmasına sebep olabilecek bir kargaşa ortamına fırsat vermemişti. Kısacası olağanüstü bir kararlılıkla itidali aynı anda sergileyebilmişti. Her şey ortadaydı. Artık top siyasi iradede, haklarını koruması için seçip Meclis’e gönderdiği temsilcilerinde ve daha özelde ise hükümetteydi. Şemdinli halkı ile birlikte adalet isteyen herkes, kötülüğün ve onun delillerinin bu kadar bariz bir biçimde ortada olduğu böyle bir hadise karşısında, yüzlerini hükümete çevirmiş, onun adaletin tahakkuk etmesini sağlamasını bekliyorlardı.
Eğer iktidarda CHP olsaydı, belki bu kadar iyimser bir biçimde çözüm beklemek de söz konusu olmayacaktı. Çünkü çoğu kez iktidarını demokratik sürece borçlu olmayan bir parti olarak CHP’den Susurluk’u veya Şemdinli’yi çözmesini beklemek gerçekçi olmazdı. Ama iktidarda ‘çevre’den gelen bir siyasi parti vardı ve bu durum çözüm açısından kapının tamamen kapalı olmadığı anlamına geliyordu.
AK Parti Hükümeti Şemdinli’de Kaybetti
Ama olmadı. İlk günlerde “Ucu nereye giderse gitsin…” diyen hükümet, kısa bir zaman içinde önce suskunluğa gömüldü, sonra da olağan geri adımlarından birini daha atacağına ilişkin işaretler vermeye başladı. Bu süreçte çok muhtemeldir ki, AK Parti hükümeti içinde yer alan ve kendisini ezen mekanizmaya hürmet etmek gibi patolojik bir tutumu dünya görüşü haline getirmiş olan “devlet tecrübesi”ne sahip bazı muhafazakâr siyasetçilerle, onları kolayca etkileyen bazı kıdemli bürokratların, “Aman efendim, fevri davranmamak gerek, durumlar bildiğiniz gibi değil” türünden telkinleri etkili oldu. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın olayla ilgili birçok olumlu açıklamasından kısa bir süre sonra gelen “Şemdinliliden tanık olmaz” şeklindeki sözleri, tuzağa düşmek üzere olduğunun göstergesiydi. Ve bu gerçekleşti.
Bu Bir Demdi, Gelip Geçti ve Hükümet O Demin Değerini Bilemedi
Oysa olgunun kendisi, yani yaşananlar, hukuk devletini tesis etmek için bir yerden başlamak isteyen bir hükümete, benzeri kolay gelmeyecek bir fırsat sunmuştu. Dahası, basından bazı yargı mensuplarına kadar hukuka bağlı birçok kişi, “Türkiye gerçekleri”ne rağmen bu konuda şaşırtıcı bir hukuki duyarlılık gösteriyordu. Ama maalesef aynı duyarlılığı hükümet gösteremedi. İddianamesi dolayısıyla Savcı Ferhat Sarıkaya’yı kendi elleriyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na verdi ve onun meslek hayatının bitirilmesine sebep oldu. Aslında bundan sonrasını tahmin etmek güç değildi. Yargıtay sanıklar hakkındaki kararı bozdu, davanın askerî mahkemede görülmesini istedi, sivil mahkeme direndi, yargıçlar tayin edildi, onların yerine gelenler Yargıtay’ın kararına uydu ve son olarak 14 Aralık’ta davaya bakan askerî mahkeme sanıkları “tutuksuz yargılanmak üzere” serbest bıraktı.
Şemdinli bir dönüm noktası olabilirdi; ama hükümet bunu başaramadı. Oysa Şemdinli’yi çözmek, Kürt sorununu barışçı yoldan çözmenin önündeki derin bir engeli aşabilmenin ilk adımıydı. Kürt sorununu çözmek ise özürlü demokrasimizi sürekli tehdit altında tutan militarizmin beslendiği ana kaynaklardan birini kurutmak demekti; ki bu da hükümet olup iktidar olamama sorununu ebediyen çözmek anlamına gelecekti.
Aslında hâlâ da öyle. Belki çözüm hâlâ mümkün; ama artık ondan çok uzaktayız. Kırmızı horoz çoktan toprak oldu ve hükümetten sorunu bu saatten, bu aşamadan sonra çözmesini ummak iyimserlikten öte bir şey olur.
Paylaş
Tavsiye Et