TÜRKİYE kamuoyu ve derin devletinde Irak Kürt Federe Devleti ile ilgili iki farklı görüş bulunuyor ve birbirinin tamamen zıddı olan bu iki görüşün taraftarları medyadan siyaset dünyasına, derin (asker ve sivil) bürokrasiden ekonomi çevrelerine kadar kıyasıya bir mücadele içindeler. Bu iki farklı görüşten birincisi, Irak’ta kurulan Kürt Federe Devleti’ni “düşman”, ikincisi ise “dost ve kardeş” olarak kabul ediyor.
Kürt Federe Devleti’ni “düşman” olarak görenler, Kürtlerin Irak’ta elde edecekleri her türlü kazanımı Türkiye’nin geleceğine yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyorlar; kurulan federe devletin bir müddet sonra petrol bölgesi Kerkük’ü de içine alarak bağımsız bir Kürt devletine ve daha sonra İran, Suriye ve özellikle Türkiye’deki Kürtleri de etkileyerek Birleşik Büyük Kürdistan’a dönüşeceğine inanıyorlar. Bu inançtan dolayı Irak’ın toprak bütünlüğü en az Türkiye’nin toprak bütünlüğü kadar önem arz ediyor; Irak’ın Şii Arap, Sünni Arap ve Kürt bölgeleri şeklinde üçe bölünmesi, bir adım sonrasında Türkiye’nin bölünmesi olarak algılanıyor. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün Iraklı Kürt liderler Barzani ve Talabani ile işbirliğine girmesi ve Irak Kürt Federe Devleti’ni desteklemesi de, yıllardır bu üçlü ile çok derin ilişkiler içerisinde olan Türkiye’deki “derin çevreleri” oldukça rahatsız ediyor. Başka bir ifadeyle, bu çevrelerin esas rahatsızlığı ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün Ortadoğu’yu işgalleri değil, bu vesileyle Kürtlerin “elde ettikleri” kazanımlar. Bu fikirde olanlara göre her ne pahasına olursa olsun Kuzey Irak istikrarsızlaştırılmalı, Kürt Federe Devleti ise tasfiye edilmeli. Nitekim Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ bir demecinde Irak ile ilgili olarak Türkiye’nin hassasiyetlerini sıralarken önceliğin Kürt Federe Devleti, ikincisinin Kerkük referandumu ve ancak üçüncüsünün PKK olduğunu belirtmişti.
Bunun tamamen zıddını düşünen ikinci görüştekiler ise, Kürt Federe Devleti’ni tıpkı Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi dost ve kardeş bir devlet olarak görüyorlar ve her türlü siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkinin en üst düzeyde olmasını istiyorlar. Nitekim Türkiye’nin Kürt sorununu çözerek tam bir demokratik hukuk devletine dönüşmesi içeride rahatlama sağlarken, dışarıda ise Türkiye’yi bölgesel bir güç haline getirecektir. Kürt sorunu Türkiye’yi zafiyete düşüren bir “yumuşak karın” değil, doğru olarak değerlendirilip çözüldüğünde, Türkiye’nin en büyük “kozu”, avantajıdır.
Kuzey Irak’a Nasıl Bakılmalı?
İstanbul veya Ankara’dan tarihi ve coğrafyayı bilmeyen birinin gözüyle bakıldığında Kuzey Irak ve genel itibarıyla Irak çok uzaklardaki yabancı bir ülkedir. Hâlbuki daha 90 yıl önce Bağdat, Musul, Kerkük, Şam, Halep, Tiran, Üsküp, Mekke, Medine, Diyarbakır, İzmir ve İstanbul aynı devletin şehirleriydiler. Bugün bu şehirlerde yaşayanların dedeleri, Osmanlı Devleti’nin vatandaşlarıydılar. 1923’te kurulan TBMM bile Kuzey Irak’ın tamamını (Musul vilayeti) Misak-ı Milli içerisinde kabul ediyordu.
İttihat ve Terakki’nin, İslam dünyasına tamamen yabancı olan Fransız ulusalcılığını benimseyerek Şam, Bağdat, Mekke ve Medine’deki mahkemelerde bile Türkçe yazışma ve eğitim mecburiyetini koyması, en ufak kimlik ve yönetime katılma taleplerini şiddetle cezalandırması İmparatorluğun dağılmasını hızlandırdı. Bugün bazı çevrelerce ısrarla toprak bütünlüğü savunulan Irak, 1918’e kadar Osmanlı’nın Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerinden başka bir şey değildi. İngiliz ve Fransızların cetvelle çizdikleri sınırları kutsal kabul etmek mümkün değil. Sanayi Devrimi’ni ve burjuva demokratik devrimlerini yaşamamış, Batılı anlamda bir işçi sınıfı ve gerçek bir burjuvası oluşmamış Ortadoğu’da ulus-devletlerin inşa edilmeye çalışılması felaketlere yol açtı. Ortadoğulu laikçi aydınların en büyük yanılgıları, Batılı modelleri zaman, zemin ve ihtiyaçlar gözetmeksizin aynen taklit etmeleri oldu.
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar tarih boyunca etnik, dinî ve mezhebî olarak tam bir mozaik olageldi. Değişik kavimler, dinler ve mezhepler buralarda iç içe yaşadı, halen de yaşıyor. Irak’ın Bağdat, Musul ve Kerkük gibi şehirlerinde de durum aynı. Bugün en fazla tartışılan konu olan Kerkük’te Türkmenler, Kürtler, Araplar ve Süryaniler (Asuriler) birlikte yaşıyor; ayriyeten Türkmenler Sünni ve Şii olarak iki mezhebe, Kürtler ise Sünni, Şii ve Yezidi olarak üçe ayrılıyor. Halkları dinî olarak (Müslüman-Hıristiyan) bölseniz etnik olarak (Kürt-Arap-Türkmen); etnik olarak bölseniz mezhep olarak (Şii-Sünni) tekrar ayrışır. Bir bölgede çoğunluk olan diğer bölgede azınlık, bir bölgede azınlık olan başka bir bölgede çoğunluktur. Dolayısıyla her dine, her mezhebe, her ırka ayrı bir devlet fikri ile Ortadoğu’yu bölerek ve ayırarak yönetmek mümkün değildir. Böyle bir “çözüm” aslında tam bir çözümsüzlüktür; bugün yaşandığı gibi çatışma ve kaos getirir.
Balkanlar, Kafkaslar, Anadolu ve Ortadoğu aynı kültürel, ekonomik ve siyasi havzanın ayrılmaz parçalarıdır. Bu havza parçalandığında dengenin devam etmesi mümkün değildir. Anadolu bu havzanın ortak kesişeni, merkezidir. Türkiye’deki ve Kuzey Irak’taki etnik, dinî ve mezhebî gruplar birbirlerinin yakınları, kardeşleridir. Müzikleri, yemekleri, aile yapıları ve gelenekleri ortaktır. Bu anlamda Musul’u Mardin’den, Erbil’i Diyarbakır’dan, Kerkük’ü Urfa’dan ayırt etmek mümkün değildir. Tarih boyunca Bingöl, Bitlis, Botan ve Hakkari yaylalarında yazı geçiren sürüler, kışın Cizre, Musul, Kamışlı ve Rakka ovalarına inmiş; aynı yaylalardan doğup beslenen Dicle ve Fırat nehirleri aynı ovaları sulamıştır. Diyarbakır, Urfa ve Mardin’in tüm dünya ile ticaretleri doğuda Musul, batıda ise Halep üzerinden gerçekleşmiştir. İngilizler ve Fransızların cetvelle çizdikleri sınırlar, coğrafyanın kalbine bir hançer gibi saplanmıştır.
Kuzey Irak Türkiye’ye Nasıl Bakıyor?
Kuzey Irak’ta yaşayan Kürt, Arap, Türkmen ve Süryaniler (Asuriler), Türkiye’yi dost ve kardeş bir ülke olarak kabul ediyor; bölgenin ışıldayan yıldızı, “Avrupa”sı olarak görüyorlar. Bölgede Türkiyeli şarkıcıları tanımayan neredeyse yok gibi. Galatasaray Avrupa şampiyonu olduğunda konvoylar düzenlenmiş, Turgut Özal öldüğünde ise yas ilan edilmişti. Ekonomik olarak Habur Gümrük Kapısı, bölgenin nefes borusu. Mobilyadan beyaz eşyaya, undan yağa, şekerden sabuna kadar Türkiye’den giden ürünler ticari pazarın çok büyük bir kısmını kaplıyor; petrol ürünleri Türkiye’nin lehine önem arz ediyor. İnşaat ihaleleri neredeyse Türkiyeli firmaların tekelinde. İmkan bulan aileler çocuklarını üniversite öğrenimi için Türkiye’ye gönderiyor. Kürt ve Arap çocukları Türk televizyon kanallarından Türkçe öğreniyor. Kısacası Türkiye bölge halkı için bir büyük ağabey ve model ülke.
Bölge Niçin Önemli?
Kürtlerin Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yaşadıkları topraklar 1990’lardan itibaren şekillenmekte olan yeni dünya düzeninin kalbini oluşturuyor. Bu coğrafya gerek kendi bünyesindeki petrol ve su rezervleri gerekse tüm enerji nakil hatlarının (petrol ve doğalgaz borularının) geçiş yolu üzerinde olması nedeniyle büyük önem arz ediyor. İsrail’in Ortadoğu’da yaşayabilmesi ve güvenliğinin sağlanması, Arap-Türk-İran sacayağının kontrol edilmesi ve gerektiğinde istikrarsızlaştırılmasına bağlı olduğu için de bölge stratejik bir öneme sahip. Yine Haçlı Seferleri’nden bu yana Batı dünyasının İslam medeniyeti ile arasında devam eden mücadelede de bölge, gerektiğinde Batı dünyasınca bir nirengi noktası ve bir karakol olarak kullanılacak mevkide. Tüm bu faktörler üst üste konduğunda Irak’ın bütünü ve özellikle Kuzey Irak, Türkiye için hayati bir önem kazanıyor. Bu sebeple düşmanca bir yaklaşım ve politika Türkiye’nin felaketi olacaktır.
Ne Yapmalı?
İdeal olan bütün bir Ortadoğu’da adil bir düzenin tesis edilmesidir. Tüm etnik, dinî ve mezhebî farklılıkların muhafaza edildiği, her grubun haklarının anayasal teminat altına alındığı, kimsenin kimseyle çatışmadan yaşayabileceği bir düzenin Irak’a hâkim olmasıdır. Ancak en azından kısa vadede böyle bir sonuç mümkün görünmemektedir.
Kürt Federe Devleti kurulmuş ve yerleşmiştir. Geri dönüş mümkün gözükmemektedir. O halde öncelikle bu devlet, klasik bir ulus-devlet formatıyla değil tüm farklılıklara (Türkmen-Arap-Süryani-Yezidi-Şii-Sünni) hayat hakkı tanıyan demokratik bir yapıda oluşturulmalı; ileride Türkiye, İran ve Arap dünyasıyla her türlü entegrasyona açık olmalıdır. Nitekim halen Kürt siyasetçilerdeki hâkim düşünce ve siyaset de bu yöndedir.
Türkiye’ye düşen Kürt Federe Devleti’ni İMHA değil, bizzat kendi eliyle İNŞA olmalıdır. Bu İNŞA her türlü zararlı enfeksiyona karşı da en büyük sigortadır. Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını sadece Türkmenler üzerinden sürdürmesi büyük yanlıştır. Kuzey Irak’taki Kürtler ve Araplar da en az Türkmenler kadar kardeşimizdir. Genel Irak politikasında ise Sünni ve Şiilere, Nasturi, Yezidi, Asuri ve Keldanilere aynı dostane bakış açısıyla yaklaşılmalıdır. Nitekim bir kısmı Şii bir kısmı Sünni olan Kerkük Türkmenleri siyaseten Türkiye yanlısı, Şii İran yanlısı ve Barzani yanlısı olmak üzere üçe bölünmüş durumdadır. Kuzey Irak Kürt Federe Devleti ile acilen iyi ilişkiler kurulmalı; vize ve gümrükler kaldırılmalı; ekonomik, siyasi, kültürel, sportif, medya, kısaca her türlü ilişkinin önündeki engeller sıfırlanmalıdır. Dışarıda bu politika, içeride ise tam bir demokratikleşme ve yeni bir anayasa, Türkiye’yi bölgenin cazibe merkezi haline getirecektir.
Paylaş
Tavsiye Et