IRAK Kürtlerinin 1991 öncesi tarihsel tecrübesi, hiç dinmeyen bağımsız bir devlet hayalinin tetiklediği isyanlar ve hiç şaşmayan jeopolitik gerçekliğin sebep olduğu hayal kırıklığı kıskacında gidip gelmelerine tekabül eder. 1991 sonrası dönem, mezkur hayalin gerçekleşmesi için bugüne kadar ki en güçlü zemini üretse de, Iraklı Kürtlerin bahsettiğimiz bu kıskaçtan kurtulduğunu söylemek biraz erken bir iddiadır. Bu nedenle böyle bir iddiada bulunmaktan ziyade, son zamanlarda Türk kamuoyunu yoğun bir şekilde meşgul eden bu konunun faydalı olabilecek bir röntgenini çekmeye çalışmak yerinde olacaktır.
Kürt Hareketinin Tarihî Arka Planı
Irak Kürtlerinin tarihi, büyük ölçüde Irak Devleti’nin yapaylığından ve zayıf devlet geleneğinden kaynaklanan bitmeyen bir başkaldırı tarihidir. Bu süreci, kabaca beş döneme ayırabileceğimiz Irak tarihi içerisinden incelemek, bize daha analitik bir çerçeve sunabilir. Birinci dönem Irak Devleti’nin 1920’de kuruluşundan 1958 Darbesi’ne kadar süren Haşimi Hanedanı dönemidir. Milliyetçi Kürt hareketinin kurucu yıllarına tekabül eden bu dönemde üç isyan baş göstermiştir. Bu isyanlardan ilki, İngilizlerin 1925’te Musul’u Bağdat ve Basra’ya bağlama kararı sonrasında bir tarikat lideri olan Şeyh Mahmud tarafından başlatılan isyandır. İkinci isyan yine bir tarikat lideri olan Şeyh Ahmed Barzani tarafından 1932’de başlatılmış; fakat kısa bir süre içinde bastırılmıştır. Son isyan ise Şeyh Ahmed Barzani’nin kardeşi Mustafa Barzani’nin liderliğini yaptığı isyandır. 1943’te başlayan bu isyan, 1945’te Mustafa Barzani’nin yenilgisiyle ve İran’a kaçmasıyla son bulur. Mustafa Barzani’nin dört yüz adamıyla 1946’da Sovyetler Birliği’ne sığınması ve 1958 yılına kadar bu ülkede kalması, bu süre zarfında Haşimi Hanedanı için göreceli bir rahatlamayı beraberinde getirmiştir. Haşimi Hanedanı döneminde Kürt milliyetçi hareketi açısından üç önemli gelişmeden söz edilebilir: 1946’da Kürdistan Demokratik Partisi (KDP)’nin kurulması, Barzani ailesinin milliyetçi Kürt hareketinde bugüne kadar devam eden başat rollerinin başlamış olması ve başlangıçta tamamen aşiretsel ve dinsel nedenlerle meydana gelen Kürt isyanlarının bu dönem içinde milliyetçi bir karakter kazanması.
1958’de General Abdülkerim Kasım’ın Haşimi Hanedanı’na son vermesinden 1968 Baas Darbesi’ne kadar olan ikinci dönemde ise Mustafa Barzani’nin 1963’te başlattığı isyan göze çarpar. Bu dönemde meydana gelen en önemli gelişme, Irak Anayasası’na ilk kez Kürtlerin, Araplarla birlikte Irak’ın iki eşit halkı olduğu şeklindeki maddenin eklenmesidir. 1968’deki Baas Darbesi’nden 1991 Körfez Savaşı’na kadar olan üçüncü dönem ise Irak Kürtlerine o güne kadarki hem en büyük fırsatları sunmuş hem de en büyük kayıpları yaşatmıştır. Örneğin, “Mart Anlaşması” diye bilinen ve Kürtlere o zamana kadar verilmiş en geniş hakları içeren anlaşma 1970’te imzalanır. Fakat bu anlaşma, Kerkük’ü otonom Kürt bölgesi içinde kabul etmediğinden Mustafa Barzani’yi tatmin etmez. Kerkük yönündeki ısrarları her defasında Baas hükümeti tarafından reddedilen Mustafa Barzani, İran ve ABD’nin desteğini de arkasına alarak 1975’te isyan başlatır. Fakat bu isyan İran’ın desteğini kesmesiyle Mustafa Barzani açısından büyük bir bozguna dönüşür. Bu dönemde meydana gelen diğer bir gelişme de 1975’te Celal Talabani’nin liderliğinde Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve 1979’da Kürdistan İslam Hareketi’nin kurulmasıyla birlikte milliyetçi Kürt hareketinin çok partili bir yapıya bürünmesidir. Yine bu dönemde 1988 yılındaki Enfal operasyonları ile birlikte Saddam Hüseyin, Iraklı Kürt gruplara en ölümcül darbeyi vurmuştur.
1991 Körfez Savaşı’ndan 2003 Amerikan işgaline kadar devam eden dördüncü dönem ise belki de tarihlerinde en zayıf oldukları bir dönemde Irak Kürtlerine büyük fırsatlar sunmuştur. Bu süreç içinde Kürtlerin, ABD’nin cesaretlendirmesiyle 1991’de Saddam Hüseyin’e karşı başlattıkları isyan, ABD’den umdukları desteği alamayınca, Irak Ordusu tarafından sert bir şekilde bastırılır. Ancak yine bu dönemde, uçuşa yasak bölgelerin oluşturulması sonucu Saddam Hüseyin’in bütün askerî ve bürokratik görevlilerini bölgeden çekmesi, Iraklı Kürtlerin devlet benzeri bir oluşuma adım atmalarını sağlamıştır. 1992’de gerçekleşen seçimler sonucunda KYB ve KDP hemen hemen eşit oylar alarak kendi bölgelerinde idari birimler oluşturmuşlardır. Aralarındaki paylaşım anlaşmazlığı sonucu 1994’te başlayan çatışmalar da 1998 Washington Anlaşması’yla son bulur. Bu anlaşmayla birlikte iki grup kendi idare merkezlerini kurumsallaştırırlar. Erbil’de kurulan KDP bölgesinde Neçirvan Barzani, KYB’nin bölgesi olan Süleymaniye’de ise Berham Salih başbakandır. Barzani ve Talabani ise daha çok siyasi sistemin arabulucuları gibi hareket etmişlerdir. Yine bu dönemde Barzani grubu PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında mücadele etmiştir.
2003 Irak işgalinden günümüze kadar olan beşinci dönemde Kürtler açısından yine önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Öncelikle Saddam Hüseyin’in bertaraf edilmesi ve Irak’ın işgalinde ABD’ye önemli destekler sağlayan Kürtler, Irak’ta başlayan paylaşım savaşında en organize ve güçlü grup olarak öne çıktılar. Aralık 2005’te Irak genelinde yapılan seçimde Kürt cephesi 53, bu cepheye katılmayan Kürdistan İslam Birliği (KİB) Partisi de 5 sandalye kazandı. Yerel seçimlerde ise KYB ve KDP yine eşit oylar alırken; KİB oylarını ciddi bir oranda arttırdı. Bu partinin gelecekte diğer iki partiye ciddi bir rakip olması beklense de, diğer iki parti gibi Peşmerge gücüne sahip olmaması ve finansal açıdan zayıf olması bu beklentiyi zayıflatmaktadır. Bu dönem içinde gerçekleşen diğer önemli bir gelişme ise 2006 yılında iki Kürt bölgesinin birleşmesidir. Bölgesel hükümet, yerel parlamentoda bulunan bütün grupları içine alan bir koalisyon hükümeti hüviyetindedir. Bölge parlamentosunda 42 bakanlık bulunmaktadır ve Sanayi Bakanı bir Türkmen’dir.
Güvensizliğe Dayalı Bir Siyasi Kültür
Bu tarihsel süreç içerisinde Irak’taki milliyetçi Kürt hareketi iki liderlik tipi arasında cereyan eden mücadeleden oldukça etkilenmiştir. Bir yandan tamamen aşiretsel düşünen, aşiretler arasındaki güç dengesini kollayan ve bu temel üzerinden stratejiler inşa eden liderlik tipi, öte yandan aşiretsel yapıyı milliyetçi düşünce gelişiminin önünde engel gören ve bu yapıyı Batılı anlamda modern sosyal sınıflara dönüştürmeyi amaçlayan şehirli entelektüel liderlik. İkinci tip liderlik, 1975’te KYB’nin kuruluşuna kadar birinci liderlik tipinin, aşiret yapısının ezici bir şekilde hâkim olduğu Iraklı Kürt toplumu içindeki gücünden faydalanma yoluna gitmiş ve uzunca bir süre aşiretsel liderliğin otoritesi altında hareket etmiş; yeterince güç kazandığında ise bağımsız bir yol takip etmiştir.
Barzani ailesinin kontrolü altındaki KDP, birinci tip liderliğin; Talabani yönetimindeki KYB ise ikinci tip liderliğin temsilcisidir. Birinci liderlik tipinin etkin olduğu yerler, genelde Kurmanci konuşan bölgeler iken; ikinci liderlik tipi ise Soranice konuşulan bölgelerde etkin olmuştur. Bu iki bölge aynı zamanda kültürel ve linguistik farklılıklara da tekabül etmektedir. Kurmanci konuşanlar aşiretsel bağlara önem verirken, Soranice konuşan bölgelerde aşiretlerin etkisi kısıtlıdır. Ayrıca Irak’ın kuruluşundan beri Soranice konuşan bölgelerde entelektüel faaliyetlere izin verilmiş ve bunun sonucunda birçok Soranice yayın yapılmıştır. Bu yüzdendir ki, Irak’taki Kürt milliyetçisi söylemlerin çıkış yeri Süleymaniye’dir. Yine tarihsel olarak Soranice konuşulan bölgeler, ekonomik ve kültürel olarak Kurmanci konuşulan bölgelerden daha çok gelişmiştir. Bu iki grubun birbirlerine yönelik algılamaları da ilginçtir. Soranice konuşanlar Kurmanci konuşanları ilkel, savaşçı ve dinsel açıdan fanatik görürken; Kurmanci konuşanlar da Soranice konuşanları kibirli ve güvenilmez görürler. Bazılarına göre ise bu iki grubun temel özelliklerini Barzani ve Talabani’ye bakarak tanımlamak mümkündür.
İlk Kürt isyanları (Şeyh Mahmud, Şeyh Ahmed ve Mustafa Barzani liderliğindeki) milliyetçi isyanlar olmaktan ziyade daha çok aşiret ve din temelli isyanlardır. Fakat şehirli elitlerin etkisiyle 1943’ten sonraki isyanlar milliyetçi bir karakter kazanmıştır. Önceleri tamamen kendi aşiretinin menfaatleri doğrultusunda hareket eden Mustafa Barzani, Süleymaniye sürgününde temas ettiği milliyetçi Kürt entelektüellerin etkisiyle taleplerini bütün Irak Kürtlerini kapsayacak şekilde genişletmek suretiyle hareketine milliyetçi bir karakter kazandırmıştır. Mustafa Barzani 1975’teki büyük yenilgisine kadar milliyetçi Kürt hareketinin tek başına hâkimiyken; artık yeterli derecede taban sağladığını düşünen şehirli elitler aynı sene KYB’yi kurarak aşiret liderliğinin karşısında eşit derecede güce sahip bir cephe oluşturmuştur. Bu iki grup o günden bugüne Kuzey Irak’taki siyasi, ekonomik ve kültürel hayatı domine etmektedir. İki grubun da kendine has Peşmerge güçleri ve büyük maddi kaynakları mevcuttur. Bu durum kendi etkinlik alanlarını diğer gruptan korumayı mümkün kılmaktadır.
Bölgedeki aktörlere ve bu aktörler (özellikle KDP ve KYB) arasındaki ilişkilere bakıldığında, güvensizlik üzerine kurulu bir siyasi kültürün hâkim olduğu görülmektedir. Bu güvensizlik atmosferinde ilişkiler kırılganlık arz ederken; ittifaklar göz açıp kapayıncaya kadar düşmanlığa, düşmanlıklar aynı şekilde ittifaka dönüşebilmektedir. Güvensizlik üzerine inşa edilmiş bu siyasi kültür, Andreas Wimmer’in belirttiği gibi bölgedeki aktörleri kısa dönemli taktik adımlar konusunda ustalaştırırken, uzun dönemli stratejiler konusunda yetersiz kılmıştır.
Peki, bu çerçeveden bakıldığında 2006 yılının Mayıs ayında birleşen iki Kürt bölgesinin oluşturduğu bölgesel Kürt yönetimini nasıl değerlendirebiliriz? Birleşmenin yapısına bakıldığında uzun soluklu stratejik bir birleşmeden ziyade kısa süreli taktik bir birleşme gibi görünmektedir. İki Kürt yönetimi, bakanlıkları birleştirirken dört bakanlığı bu birleşmenin dışında bıraktılar: Adalet, ekonomi, savunma ve içişleri bakanlıkları. Bu bakanlıklardan biri Erbil’de diğeri de Süleymaniye’de olmak üzere ikişer tane bulunmaktadır. Bu da yukarıda bahsettiğimiz siyasi kültürün bir sonucudur. Bu birleşmeyi Kürtler açısından zorunlu kılan iki nedenden söz edilebilir. Birincisi, Irak’ta devam eden paylaşım mücadelesinde bir güç birliği oluşturmak; ikincisi ise nihai statüsü için referandum yapılması planlanan Kerkük’ün Kürtlere bırakılması durumunda hangi Kürt bölgesine bırakılacağı tartışmasının önüne geçmektir.
Yine bu güvensizlik kültürünün sonucu olarak görülebilecek iki nokta daha göze çarpmaktadır. Kürt gruplar ve aşiretler arasındaki güvensizlik kültürü her zaman Irak rejimine, isyancı Kürtlere karşı birlikte mücadele edecek başka Kürt aşiretleri ve gruplarının desteğini sağlamıştır. İkinci nokta ise mevcut Irak yönetimi konusunda yapılan müzakerelerde Kürtlerin, cumhurbaşkanlığı ile dışişleri bakanlığı makamları konusunda ısrarcı olmalarıdır. Bu ısrar da güvensizlik kültürüyle ilgilidir. Kürtlerin amacı bu iki makamı ellerinde tutarak gelecekte Irak yönetiminin Kürtler aleyhine başka devletlerle girişebileceği gizli ittifakları engellemektir. Çünkü cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanının bilgisi dışında bunu yapmak mümkün olmayacaktır.
Bugün bölgedeki partiler ve PKK arasında da ciddi bir güvensizlik ilişkisi mevcuttur. 1992’de PKK ve Peşmergeler arasında cereyan eden çatışmalarda meydan gelen kayıplar bölgede birçok insanda PKK’ya karşı bir nefretin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bugün PKK ile bölgedeki Kürt grupları arasındaki ilişkileri bu çerçeveden okumak gerekir. Özellikle Kurmanci konuşan Kürt bölgelerine hitap eden KDP ve PKK arasında ciddi bir rekabetten bahsetmek de mümkündür. Bugün bu iki grubun birbirlerine yakın gibi görünmesinin temelinde iki pragmatik neden vardır. Birincisi, Barzani’nin bütün Kürtlerin liderliğine oynaması ve PKK’yı Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanması; ikinci neden ise PKK’nın KDP’nin desteğine muhtaç olmasıdır. Bu durumlar ortadan kalktığında derinde yatan rekabet ve düşmanlıklar yeniden hayat bulacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et