MODERN dönemde İran ve Irak Kürtleri arasındaki ilişkilerin başlangıcı II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar uzanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan Irak Devleti’ni tanımak için İran, sınır sorununun kendi lehine halledilmesi şartını getirdi ve ancak İngiltere tarafından isteklerinden bazıları kabul edildikten sonra yeni devleti resmen tanıdı.
İran ve Irak arasındaki ilişkilerin başından beri sancılı bir seyir izlemesi, İran’ın Irak merkezî yönetimine karşı olan Kürt gruplarıyla sıcak ilişkiler kurmasına neden oldu. İran ve Irak arasında yaklaşık yarım yüzyıl süren bu gerilimli dönemde Irak Kürtleri, İran’ın en büyük kozunu oluşturdu ve İran, 1960’lı ve 70’li yıllarda Molla Mustafa Barzani liderliğindeki Kürtlere verdiği desteği kesmesi karşısında Irak yönetimini Cezayir Anlaşması’nı imzalamaya ikna edebildi. Bu dönemde Şahlık İran’ı ile Kürtler arasındaki ilişki son derece yakındı ve İran Şahı Rıza Pehlevi, Kürtlerden “Savaşçı, yiğit Aryan kavimleri” olarak bahsetmekteydi.
Ancak Cezayir Anlaşması fazla uzun ömürlü olmadı ve 1979’daki İran İslam Devrimi’nin hemen ardından Saddam Hüseyin tarafından tek taraflı olarak geçersiz ilan edildi. Savaşın başlamasıyla birlikte İran ve Iraklı Kürt gruplar arasındaki ilişkiler yeniden ve çok daha geniş boyutlarda tesis edildi; Kürtler İran ordusuna büyük destekler sağladılar. Nitekim Saddam 1988 yılında İran’la işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Halepçe’ye kimyasal bomba attı ve saldırı sonucunda 5 binden fazla sivil Kürt hayatını kaybetti.
İran-Irak Savaşı’nın sona ermesinin ardından İran ve Irak Kürtleri arasındaki askerî ilişkiler alt seviyelere inse de siyasi ve ekonomik ilişkiler varlığını sürdürdü. İlk Körfez Savaşı’nın ardından ABD’nin bölgede ve Kürtler üzerinde artan etkisi ise İran’ın Kürtlere karşı çekimser tutum almasına neden oldu.
Irak’ın işgali sonrasında ortaya çıkan tablonun bölgede en çok İran’ı sevindirdiği bilinen bir gerçek. Gerek etnik, mezhebî ve kültürel açıdan “yarı Acem” sayılan Şiilerin demografik üstünlüklerinden yararlanarak Irak’ta en etkin güç haline gelmeleri, gerekse de etnik ve dilsel açıdan İranlılarla akraba sayılan Kürtlerin ülkede sözü geçen ikinci gruba dönüşmeleri İran’ı fazlasıyla memnun etti. Ancak bu durumun çelişkili sayılabilecek şekilde İran içinde Kürt sorunu gibi yeni sorunlar ortaya çıkardığını da söylemek mümkün.
İran’daki ayrılıkçı etnik Kürt hareketinin tarihi ülkenin kuzey bölümünün II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet işgaline uğraması ve Mehabad’da Kürt otonom devleti kurulmasına kadar geri gider. Sovyetler’in çekilmesinin ardından merkezî yönetim kısa sürede bu bölgelerde hâkimiyetini yeniden tesis edebildiyse de bölgedeki ayrılıkçı solcu akımlar hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmadı. Özellikle Senendec, Mehabad ve Sakız gibi Sünni Kürt şehirlerinde devrime kadar yeraltı faaliyeti gösteren örgütler, 1979 Devrimi sırasında ortamı uygun gördü ve yaygın bir ayaklanma başlatarak birçok şehri ele geçirdi. İran Devleti merkezdeki konumunu güçlendirdikten sonra başta İran Kürdistanı olmak üzere sınır bölgelerindeki ayaklanmaları sert bir biçimde bastırdı; bu dönemde en kanlı çatışmalar Pave ve Senendec gibi Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde meydana geldi. Bölgedeki nispi istikrar yaklaşık 20 yıl sürdü; ancak Irak’ın işgali sonucunda İran’daki Kürt sorunu da farklı bir boyut kazandı. Geleneksel olarak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ve Kürdistan İslami Grubu gibi partilerin hâkim olduğu bölgede bu dönemde PKK ön plana çıkmaya başladı ve çok sayıda İranlı Kürt genci PKK saflarına katıldılar. Nitekim Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından en büyük protesto gösterileri İran’ın Kürt şehirlerinde yaşandı ve çıkan olaylarda birçok gösterici İran polisi tarafından öldürüldü. Irak’ın işgali sonrasında klasik bölgesel dengelerde ciddi değişikliklerin meydana gelmesi, PKK’nın ABD ile arasındaki ilişkileri iyileştirmek amacıyla PJAK’ı kurmasına ve İran karşıtı eylemlere girişmesine neden oldu. İran bu saldırılara Kandil Dağı’na operasyonlar düzenleyerek ve ülke içinde yoğun bir tutuklama dalgası başlatarak cevap verdi. Ancak İran burada da hassas dengeleri korudu ve PJAK’ın faaliyetlerinin Kuzey Irak yönetimi ile olan ilişkilerini bozmasına izin vermedi.
Genel olarak İran’ın Kuzey Irak’a bakışıyla ilgili birkaç temel unsur bulunduğunu söylemek mümkün. İlk olarak İran etnik açından Kürtleri bölgenin en eski Aryan kavimlerinden biri olarak görüyor ve sürekli ortak etnik köklere vurgu yapıyor. İran ve Kürtler arasındaki ortak kültürel boyuta örnek olarak iki toplum tarafından kullanılan antik figür ve semboller ile birbirine çok yakın diller gösterilebilir. Farsça ve Kürtçe arasındaki farklılık ise ancak Türkiye Türkçesi ve Türkmenistan Türkçesi arasındaki kadar.
İkinci unsur ise İran’ın devrim sonrası güvenlik algılayışında merkezî bir konuma sahip olan İsrail ve ABD’nin Kürt gruplarla kurduğu ilişkiler. İran bu ilişkileri dikkatli bir şekilde inceliyor ve İsrail’in bölgedeki faaliyetlerinden endişe duyuyor. İran bu anlamda sürekli olarak Kürt grupları yabancı varlığının bölgede sürekli olmayacağı hususunda uyarıyor.
Diğer yönden İran etnik ayrılıkçı akımlardan huzursuz olsa da, Kuzey Irak’taki oluşumun esas olarak Türkiye için tehdit oluşturduğunun farkında. Bu nedenle daima Kürtlerle arasını iyi tutmaya, Araplara ve Türklere karşı hami rolünü üstlenmeye çalışıyor. İran özerk bölgesel Kürt yönetimiyle en iyi siyasal ilişkilere sahip bölge ülkesi. Bu nedenle PJAK dolayısıyla Kandil Dağı’nı bombaladığı esnada bile, Erbil yönetimiyle arasını iyi tuttu ve bu şehirde konsolosluk açabildi. Nitekim bu iyi ilişkilerinin neticesini Erbil’deki fahri İran Konsolosluğu ABD askerleri tarafından basıldığında gördü; zira gerek Barzani gerekse de Talabani ABD’nin bu eylemini kınayan sert açıklamalar yaptılar. Bununla birlikte söz konusu olayın ardından İran gerekirse elindeki bütün ekonomik, siyasal kozlardan faydalanmaktan çekinmeyeceğini göstermek amacıyla Kuzey Irak’la olan sınır kapılarını geçici olarak kapattı ve bu durum Erbil yönetiminde büyük hoşnutsuzluk yarattı.
Son olarak İran ve Kuzey Irak arasındaki anlaşmazlık konularından birini Irak’ın toprak bütünlüğü ve Kerkük meselesi gibi konuların oluşturduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Kuzey Irak’ta önemli oranda Şii Türkmen’in yaşaması ve bölgede Irak’ın toprak bütünlüğü hususundaki hassasiyeti ile bilinen Mukteda es-Sadr’ın etkin olması İran’ın bu konularda Türkiye’ye yakın bir konum almasına sebep oldu. Ancak yine de İran’ın Türkiye’den çok daha farklı bir diplomasi diline sahip olduğunu da vurgulamak gerekiyor. İran ısrarla Kürtleri rencide edecek söylem ve davranışlardan kaçınıyor ve Kuzey Irak ile arasındaki sorunların etnik ve mezhebî faktörlerden değil, mevcut Erbil yönetimiyle siyasi görüş farklılığından kaynaklandığının altını çiziyor. Yine bu amaçla İran, bölgedeki İslamcı gruplarla da yakın ilişki içinde. İran farklı İslamcı Kürt gruplarla ilişkisini belirli seviyede tutmaya özen göstererek, gerektiğinde bu unsurlardan Barzani ve Talabani ikilisine baskı amacıyla faydalanabileceğini düşünüyor.
Paylaş
Tavsiye Et