BİR yerden başka bir yere taşınmak gerçekten de zor. Dert etmemek mümkün değil. Bir Japon atasözü “Üç taşınma, bir yangına bedeldir” der. Bu yüzden olsa gerek haftalardır Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasını tartışıyoruz. Daha taşınamadan ortalık yangın yerine dönmüş gözüküyor. Tartışmaya katılmayan yok gibi. Hükümetten muhalefete; bankacıdan emlakçıya kadar herkes işin içinde. Ancak tartışmaların içeriğinin taraflar kadar zengin olduğunu söylemek pek de mümkün görünmüyor.
Bunca gürültünün bir nedeni de Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na atfedilen imajla ilgili. Bir tarafta “Merkez Bankası’nın yeri, Cumhuriyet’in başkentidir” görüşü hâkim. Bu yönüyle tartışma, oldukça alışıldık biçimde, simgeler üzerinden yürütülen bir rejim tartışmasına dönüşüyor. Tarafların çok, içeriğinin az olması da buradan kaynaklanıyor. İlgili ilgisiz onca kişinin zihnî arka planında da bu taraftarlık hali hâkim.
Tartışmalarda içeriğin zayıflığının bir başka nedeni de, İstanbul’u uluslararası bir finans merkezine dönüştürme projesinin yeterince anlatılamaması. Türkiye’de bu konuda sadece Bankalar Birliği’nin hazırlattığı bir çalışma bulunuyor. Bunun ötesinde hükümet tarafından sahiplenilen, artıları ve eksileriyle netleşmiş bir yol haritası kamuoyuyla yeterince paylaşılamadı. Vizyon olarak oldukça anlamlı olan bu hedefin operasyonel ayakları netleştirilemedi. Böylece finansla ilgili kurumların Ankara’dan İstanbul’a taşınmasıyla İstanbul’un finans merkezine dönüşeceği gibi yanlış bir algı oluştu. Taşınma tartışmaları finans merkezi projesini gölgede bıraktı.
Uluslararası finans merkezleri tesadüfen ortaya çıkmıyor kuşkusuz. Cenevre Üniversitesi’nden Prof. Youssef Cassis’e göre, Amsterdam, Londra ve New York tecrübeleri uzun vadede üç faktörü öne çıkarıyor: Birincisi, finans merkezleri ekonominin güçlü olduğu ülkelerde ortaya çıkıyor. Küresel ekonomik gücü yükselen ülkelerin şehirleri de bundan pay alıyor. İkinci bir özellik, söz konusu şehirlerin başta savaş olmak üzere tüm siyasi istikrarsızlıklardan uzak durmaları. Zira para, istikrarlı ve güvenli limanları tercih ediyor. Son bir özellik ise finans merkezlerinin gelişmiş bir hukuki ve teknolojik altyapı ile nitelikli insan gücünün bulunduğu şehirleri tercih etmesi. Uzun vadede anlamlı olan bu faktörlere, geçici ancak kısa vadede etkili olan (ilgili mevzuatta yapılacak değişikliklerle bir teşvik sistemi geliştirmek gibi) başka unsurları da eklemek mümkün. Vergi ve benzeri yüklerin düşük olduğu, sermayenin rahatça dolaşabildiği ülkeler, sermayeyi daha rahat çekiyor.
Bu açıdan İstanbul’un daha doğrusu Türkiye’nin potansiyeli var kuşkusuz. Son yıllarda sergilenen gerek siyasi ve ekonomik istikrar, gerekse dış politikadaki başarılar umut verici. Ancak hem bölgesel hem de küresel ölçekte kat edilmesi gereken mesafeler çok fazla. Bankalar Birliği’nin çalışmasında bunlardan bazıları ön plana çıkıyor. Örneğin, siyasi ve ekonomik istikrar, yasal ortam ve iş yapma kolaylığı gibi faktörler açısından İstanbul rakiplerine göre dezavantajlı.
İstanbul’un bölgedeki başlıca rakipleri Dubai, Bahreyn ve Katar. Körfez ülkeleri uzun bir zamandır bölgenin finansal merkezi olmak için yarışıyorlar. Bu anlamda hem yasal düzenleme ve yükümlülükler açısından cazipler, hem de faizsiz bankacılık/finans hizmetleriyle birçok açıdan öncüler. Teknolojik altyapı da dâhil kısa vadede etkili olabilecek teşvik ve düzenlemeleri sağladılar. Bölgenin Singapur’u ya da Hong Kong’u gibiler. Faizsiz finansın merkezi olmaya çalışan başka ülkeler de var. Özellikle Malezya bu konuda çok azimli. Daha şimdiden bir çeşit faizsiz tahvil olan “sukuk” piyasalarının büyüklüğü 50 milyar doları geçmiş durumda. Kuala Lumpur’un finans merkezi hedefi, diğerlerinde olduğu gibi hükümetinden merkez bankasına kadar her kesimin desteğini alıyor.
Türkiye, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alıyor; ancak halen finansal bir merkez değil. Endekslere göre İstanbul ilk 50’de bile yok. Aslında finansal ölçek anlamında kendi coğrafyamızın değil Singapur’u, bir New York’u ya da Londra’sı olabilecek denli büyük bir ülkeyiz. Bunu sağlamanın yolu da kendisiyle ve çevresiyle barışık bir Türkiye’den geçiyor. Siyasi, kültürel ve ekonomik olarak uzlaşıyı ve istikrarı sağlamış bir Türkiye, merkez olabilir. Ancak böyle bir Türkiye enerjisini doğru zamanda, doğru yerlere kanalize edebilir. Bu koşullar küresel bir merkez olmanın, olmazsa olmazlarıdır.
Şimdilik yapılması gereken, “finansal bir merkez olarak İstanbul” projesinin kamuoyuna açıkça anlatılması, paylaşılması ve ikna edilmesidir. Böylelikle herkesin, buradaki hedefi ve kazancı görmesi sağlanmalıdır. Vizyon, ancak paylaşıldıkça başarı şansı bulur. İletişim ve işbirliğiyle engellerin çoğu aşılacaktır. Belki de buna en çok ihtiyaç duyan, kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Böylece Merkez Bankası da bu vizyona saygı duyacak ve sahiplenecektir. Tıpkı diğer ülke merkez bankalarının yaptığı gibi. Sonuçta finansal istikrarın sağlanmasından ödemeler sisteminin sağlıklı işleyişine kadar birçok iş Merkez Bankası’nın sorumluluğundadır. Merkez bankaları, finansal piyasaların en önemli aktörleridir. Onlar özel kurumlardır. Her yerde ya da hiçbir yerde olabilirler. Önemli olan ihtiyaç duyduğunuzda yanı başınızda olmalarıdır. Kuşkusuz Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması onu merkez yapmaz. İstanbul, zaten merkezin ta kendisidir.
Paylaş
Tavsiye Et