HÜKÜMET, Ocak ayında yeni eylem planını açıkladı. 2008-2012 dönemi için hazırlanan eylem planı, kamuoyuna ‘acil’ sıfatıyla sunuldu. Seçimlerden hemen sonra açıklanan ve 2007’nin son üç ayını kapsayan önceki acil eylem planını Anlayış’ta değerlendirmiştik. Öncelikle “yeni acil eylem planı”yla, “eski acil eylem planı” arasında derin bir fark olmadığını görüyoruz. Daha ilginci yeni acil eylem planının ekseriyeti, uzun soluklu yapısal reformlara ve adımlara odaklanmış durumda. Dolayısıyla eylem planının belli noktalarını hariç tutarsak niye acil olduğunu anlamak mümkün değil. Mesela “para politikasının temel önceliği, fiyat istikrarı olmaya devam edecek”, “enflasyon hedeflemesi rejimi ve dalgalı kur sürdürülecek”, “kayıt dışıyla mücadele edilecek” veya “Avrupa gaz dağıtımında Türkiye etkin bir rol alacak” türünden maddelerin, tabiatı itibarıyla acil olması mümkün değil. Hepsinden önemlisi, 4 yıl gibi uzun bir zaman dilimine yayılmış, ama detayı olmayan planın takvimsiz olması. Somut takvimin olmaması, en azından senelere dağıtılmış bir eylem takviminin olmaması soru işaretlerinin oluşmasına yol açıyor.
Bu türden planların birçoğunun hedefleri tutturamamasına rağmen ısrarla masa başında hazırlanmaya devam edilmesini anlamak mümkün değil. Devlet Planlama Teşkilatı arşivinin tozlu raflarındaki binlerce plan ve proje kalabalığını şişirmekten başka bir işe yaramayan periyodik “planlama takıntısı”ndan bir şekilde kurtulmak gerekiyor. Bunun yerine ihtiyaç-merkezli stratejik planlama anlayışına ihtiyacımız var. Elbette ekonomi yönetimi planlar yapmalıdır. Lakin uygulanabilir bir planının en temel özelliği totolojilerden ve malumu ilam tespitlerden uzak durmasıdır. Ancak bu şekilde temenni ile stratejik planı birbirinden ayırabiliriz.
10 ana başlık altında 145 faaliyet alanıyla sunulan yeni plandan ekonominin payına düşen spesifik ve yeni konu başlığı yok denecek kadar az. Mesela ekonomide temel başlıklar şu şekilde sıralanmış: Mali disiplin sürecek, yapısal reformlar devam edecek, vergi mevzuatı basitleştirilecek, özelleştirmeler sürecek, enflasyonla mücadele devam edecek. Bu başlıkları “sosyal restorasyon devam edecek” hedefi altında sunan hükümet, SSK prim yüklerinin 5 puan azaltılmasını bu yıl içerisinde hayata geçirmeyi vaat ediyor. Doğrudan gelir desteğinin de kaldırılması hedefleniyor. Ekonomik kârlılık anlamında bu uygulamaya geçilmesi elzemdi. Lakin doğrudan gelir desteği yerine ürüne destek rejimine geçişin nasıl gerçekleşeceği izah edilmiş değil. Bu iki açıdan sıkıntı yaratabilir: Birincisi, ürüne destek için tarımsal üretimin planlanması, çiftçilerin eğitilmesi ve yönlendirilmesi gerekiyor. Bu ise hemen hayata geçirilebilecek bir uygulama olmayacaktır. İkincisi, destek verilecek ürünlerde yaşanacak sıkıntılar belli noktalarda hedeflenen sosyal restorasyonu sıkıntıya sokabilir. Özellikle Doğu bölgesinde bu geçiş daha sıkıntılı olacaktır. Zaten Doğu şehirlerinin bir çoğunda, doğrudan gelir desteği, bir tarımsal üretim beklentisinin ötesinde bölgenin özel şartları gereği bir sübvansiyon politikası olarak ele alınıyordu. Acil eylem planında, bu politika değişiminin yaratacağı yeni sorunları göz önüne alan bir çıkış planı veya istisna durum stratejisi belirtilmiş değil.
Tarımda doğrudan destekten ürün desteğine geçiş adımına hazırlanan hükümet planda, benzer bir olumlu adımı sanayi politikasında nasıl hayata geçireceğine yer vermemiş. Meslekî eğitimin ele alınmasına rağmen, sanayi stratejisinin açık bir şekilde yer almamış olması plandaki bir eksiklik olarak görülebilir. Ayrıca, “meslekî eğitime ağırlık vermek” ne demektir? Bir temenni mi yoksa bir strateji midir? Eğer bir stratejiyse hangi temel alanlarda meslekî eğitim özendirilecektir? Bu alanların sektörlerdeki karşılığı bugün ve orta vade için nedir? Sanayi sektörü ile diğer sektörler arasındaki dev verimlilik farkını kapatmaya yönelik özel bir strateji var mıdır? Planın geneline bakıldığında “piyasanın önünü açalım” ya da “piyasa mekanizmaları iyi çalışsın, verimlilik beraberinde gelir” şeklindeki neoliberal yaklaşımın ağırlığı görülüyor. 145 farklı faaliyet alanını kapsarken, sanayiyi nedenini anlamadığımız bir şekilde dışarıda bırakan bir plan var karşımızda.
Ayrıca yapısal reformların piyasa mekanizmasının iyi çalışması için değil, sektörlerde verimliliğin artışı için hayata geçirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde ekonomik yönsüzlüğü aşmanın imkanı yoktur. Türkiye kalkınan bir ülkedir. Bu tespit, Türkiye’nin hangi sektörlerin öncülüğünde ve nasıl bir sanayi politikasıyla kalkınacağına stratejik bir yol haritasıyla karar vermesini de içermelidir. Maalesef kalkınan, ama hangi yöne kalkınacağına karar veremediğimiz bir ekonomiye sahibiz. Türkiye, hızlı büyüme ve kalkınma yaşamış bütün ülkelerin ismi konulmuş sanayi politikaları uygulamış olduklarını göz ardı etmemelidir. Doğu Asya ülkeleri kredi sübvansiyonları, vergi politikaları ve spesifik ihracat teşvikleriyle; Güneydoğu Asya ülkeleri yabancı yatırım sübvansiyonları ve serbest ticaret bölgeleri; Çin ise çeşitli yatırım ve ihracat teşvikleri, yerli girdi kullanma yaptırımları, yerel firmalara teknoloji aktarma zorunluluğu politikalarıyla sanayi ve verimlilik rotalarını belirledi. Dani Rodrik’in belirttiği gibi ekonomik yönsüzlüğü aşmaya doğrudan ve etkili bir şekilde katkı sağlayan sanayi politikaları doğal olarak ülkedeki toplam faktör verimliliğini de artırıyor.
Türkiye toplam faktör verimliliği sorununu aşmak için klasik metotlardan ve neoliberal ezberlerden uzak durmak zorundadır. Sektörel tercihler, vergi indirimleri, sübvansiyonlar veya koruma yolları artık bir sanayi politikası oluşturmak için tek başlarına yeterli araçlar değildir. Türkiye’nin ekonomi alanında bütün AB reformlarını uygulaması, iktisadi yapısını bilinen en liberal düzeye taşıması, yönsüzlüğünü aşacak bir toplam faktör verimliliğine ulaşacağı anlamına gelmez. Çünkü yapısal dönüşümler ile piyasanın iyi çalışması arasında doğrudan ve tekdüze bir ilişki bulunmuyor. Çok iyi bir araçla, bilmediğiniz bir adrese varamazsınız! Türkiye aracını yenilerken, gitmeyi planladığı adrese de bir an önce karar vermelidir. Özel sektörün tek başına yön tayin etmesi beklenmemelidir. Kamunun belli diyalog süreçleri içerisinde, riski özel sektörle paylaşarak adımlar attığı bir acil eylem planına ihtiyaç var. Ancak bu şekilde stratejisi belirlenmiş bir oyun planıyla verimlilik artırılabilir. Türkiye bir taraftan sanayi sektöründe verimlilik sorunları yaşarken; diğer yandan tarımdan kopan ve verimsizliği besleyen bir işgücü sorunuyla da karşı karşıyadır. Bütün bu sorunların üzerine mesleksiz eğitim paradoksunu da koyunca asıl acil eylem planının verimlilik odaklı olması gerektiği açıktır.
Yeni dönemde verimliliğimizi artırma veya israf etme potansiyeli bizim elimizde. Ümit ederiz ki kamu ile özel sektör her ikisinin çıkış noktası olacak stratejik bir ekonomik akılda mutabık kalırlar.
Paylaş
Tavsiye Et