Dalal Al-Alami
Türkçesi: Merve Akkuş
İstanbul: Cabelka Kitaplığı Yayınları, 2006
İmajlar dünyaya bakışımızı şekillendirir. Sözel, görsel ve işitsel yolla edinilen, karmaşık zihinsel ve ruhsal süreçler sonucunda ortaya çıkan imajlar doğrulukları tartışmalı olsa dahi günlük yaşantımızı ve davranışlarımızı belirleyen önemli bilgi kaynaklarıdır. Özellikle de hayatın ilk yıllarında edinilen imajlar benliğimiz üzerinde kalıcı etkiler bırakır, her fırsatta gün yüzüne çıkarlar. Bu çerçevede özellikle çocukların eğitiminde olumlu imajların ve bu imajları destekleyecek olumlu figürlerin ön plana çıkarılması oldukça önemlidir.
Müslümanlar için mümkün olan en olumlu figürün Hz. Muhammed olduğu tartışma kabul etmez bir gerçektir. Özellikle de çocuklar söz konusu olduğunda bu eşsiz örnekliğe duyulan ihtiyaç daha da artmaktadır. Zira hayatın eşiğinde duran, ileride kullanacakları bilgileri, imajları biriktiren ve güçlü bir donanıma ihtiyaç duyan çocuklar için Hz. Muhammed’in hayatı tükenmez bir kaynaktır. Bilgeliği, cesareti, adaleti, doğruluğu, cömertliği, merhameti kısacası güzel ahlaka dair ne varsa öğrenebilecekleri bu kaynağı onların algılama seviyeleri ve ilgileri doğrultusunda şekillendirmek ise yetişkinlerin vazifesidir.
Dalal Al-Alami’nin, The Great Light ismiyle Arapça ve İngilizce olarak yayımlanan ve Son Mühür, Peygamberimizin Hayatı olarak Türkçeye çevrilen eseri bu yolda takdire şayan bir çaba olarak karşımıza çıktı. Cabelka Kitaplığı tarafından basılan eser, geniş bir kadro tarafından titiz bir çalışma sonucunda hazırlanmış. Merve Akkuş, Alpaslan Durmuş ve Hatice Işılak tarafından geliştirilen ve Türkçe basıma özgü olarak kitabın sonuna eklenen etkinliklerle zenginleştirilen kitap, eğlenirken öğrenme ilkesini hayata geçirerek çocukları sayfalarının arasına çekiyor. Son Mühür, Peygamberimizin Hayatı akıcı üslubu, çocukları sarmalayan sıcacık anlatımı ve hayal dünyalarına hitap eden sulu boya resimleri ile onların zihinlerinde yer etmeyi başaracak emek yüklü bir eser. / Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Küller Altında Yakın Tarih
Vahdettin’den Mustafa Kemal’e Unutulan Gerçekler
Mustafa Armağan
İstanbul: Timaş Yayınları, 2006
Türkiye’de resmî tarih yorumu ile arşiv ve belgelerin ortaya koyduğu tarih arasındaki derin uçurumdan söz etmek neredeyse malumu ilan haline geldi. Ancak bu yoruma dayanarak inşa edilen tarih öğretiminin yarattığı sıkıntılar neredeyse hiç dile getirilmiyor. Sorgulamanın ve düşünmenin önünü açmayacak şekilde tasarlanan ve bir takım ezberleri bünyesinde barındıran bu tarih yorumu özellikle de genç kuşakların tarih ile sağlıklı bir bağ ve iletişim kurmalarının önüne geçiyor. Oysa tarih ve tarihçilik konusunda ilerleme kaydedilebilmesi için araştırmanın teşvik edilmesi, tartışma kanallarının açık tutulması ve verili tarihle yetinmeksizin farklı bilgi ve belgelere ulaşmayı kendisine şiar edinen araştırmacıların sayısının artması gerekiyor. Ancak mesele bununla da bitmiyor. Tarih alanında verilen akademik ürünler, uzun vadede paradigma değişimini zorlayabilirlerse de, kısa ve orta vadede resmî tarih öğretiminin altında yatan “türdeş toplum” idealinin önüne geçecek türden bir toplumsallaşmayı başaramıyor. Bu noktada akademik kalitesi yüksek, “popüler tarih” metinlerinin işlevselliği kendisini gösteriyor.
Bu çerçevede Mustafa Armağan’ın, Küller Altında Yakın Tarih, Vahdettin’den Mustafa Kemal’e Unutulan Gerçekler adlı kitabı ciddi bir katkı olarak öne çıkıyor. Armağan, uzunca bir süredir kaleme aldığı popüler tarih metinleriyle tarih kurgumuzda yer etmiş birçok miti sorguluyor. Armağan’ın Timaş Yayınları tarafından basılan bu son çalışması da bünyesinde barındırdığı kışkırtıcı tezlerle tartışma yaratacak bir eser./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Nail Yılmaz
İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2005
Türkiye’de Aleviler ve Alevilik, bugüne dek daha çok pragmatist kaygılarla, özellikle de siyasi partilerin oy kaygılarıyla gündeme gelmiş bir konu. Zaman zaman bir çatışma unsuru olarak kullanılmak istenen, bu nedenle de gündeme getirilip maksat hasıl olduktan sonra tekrar soğumaya bırakılan bu konu, entelektüel düzeyi yüksek tartışmalarda kendisine nadiren yer bulabildi.
Nail Yılmaz’ın, Kentin Alevileri adlı eseri konuya akademik düzeyden bakmayı deniyor ve toplumun Alevi kesimlerinin geleneksel yapılarında meydana gelen değişmeleri ortaya çıkarmaya çalışıyor. Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset ve Sosyal Bilimler dalında doktora tezi olarak hazırlanan çalışma Kitabevi Yayınları tarafından basıldı./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Ray Monk
Türkçesi: Berna Kılınçer, Tülin Er
İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2005
20. yüzyılın en önemli filozoflarından biri olarak kabul edilen Avusturyalı filozof Ludwig Josef Johann Wittgenstein, mantık ve dil felsefesi konularındaki çalışmaları ile modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuş, kendisinden sonra gelen felsefeciler üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Ray Monk’un, Kabalcı Yayınevi tarafından Türkçe olarak yayınlanan Wittgenstein, Dâhinin Görevi adlı çalışması, Wittgenstein’ın “yaşamını ve eserlerini tek bir anlatıda betimleyerek bu eserlerin nasıl da bu insandan geldiğine açıklık kazandırmayı… onun felsefi kaygıları ile manevi yaşamı arasındaki bütünlüğü göstermeyi” hedefliyor./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Kemal Sayar
İstanbul: Timaş Yayınları, 2006
“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen”
Şeyh Galip
Kelimeler, hayatta durduğumuz yerle şekillenirken, aslında durduğumuz yeri de şekillendiriyorlar. Öyle ki, bir doktor Sen: Sahibinin Kullanma Kılavuzu isimli bir eser yazarken, üstündeki farklı iklimlerin esintisiyle yazdığı kitapların her sayfasında okuyucusunun yüzünü okşayan başka bir doktor kitabına Ruh Hali ismini veriyor. Ve kitabının ismiyle, dev aynasının devamlı mukimi olan çağımız insanına adeta şu mesajı iletiyor: “Yaşadıklarınız, ancak, insanoğluna imtihan vesilesi olarak yaratılmış hallerden bir haldir.”
Ruh Hali, Kemal Sayar’ın son kitabı. Sayar, kitabın “Türkiye’de ruh sağlığı alanında görülen yerli kaynak açığını gidermek için, mütevazı bir katkı” olduğunu söylese de Ruh Hali mütevazı bir katkının ötesinde olduğunu her kelimesi ile ispatlıyor. Kitap iki ana bölüme ayrılmış: Bireysel Mutluluk-Sosyal Mutluluk ve Ruhun Yaraları. İlk bölümde Mutluluk, İyimserlik, Hayatın Anlamı, Denge ve Empati, Kıskançlık, Öfke, Şiddet, Televizyon, Tüketim Kültürü, Çocuk Ruh Sağlığı, Ergenlik Dönemi ve İyi Anne-Baba Olmanın On Kuralı gibi herkesin hayatına dokunan mevzular ele alınırken; ikinci bölümde ise Depresyon, Panik Atak, Bağımlılık, Fobiler, Takıntılar, Şizofreni, Bipolar Bozukluk, Kişilik Bozuklukları, Narsisizm, Alzheimer gibi daha hususi psikolojik sorunların üstünde duruluyor. Bu bölümün “Ruhun Yaraları” şeklinde isimlendirilişindeki zarafet de gözlerden kaçmıyor. Zaten, Sayar’ın şiirleri ile gönülleri arasında köprü kuranlar, hikayeleri ile yaşanmamış yaşanmışlıklarını hatırlayanlar, psikoloji ve psikiyatri üzerine yazdıklarını keyifle inceleyenler, onun kalemine egemen zamanın ötesinden gelen üst-bakış ile basiretin kalbî dirayetini birleştirdiğini söyleyeceklerdir size. Nitekim yazar, Ruh Hali’nin sonunda bir kitaba bedel cümlelerle sunduğu çareyi özetlerken de bunu hissediyoruz: “En güzeli, hayatın akışına kendimizi katmak, hayattan öğrenmek, hayatın her anını bir mucize duygusuyla yaşamak. Var olmakla dünyada kötü giden bir şeyleri değiştirebileceğini, varlığının dünyayı güzelleştirebileceğini farketmek.” /Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et
Nihan Kaya
İstanbul: Dergâh Yayınları, 2006
Nihan Kaya’nın yeni romanı Buğu, konusunun enteresanlığıyla dikkat çekiyor. İstanbul Yahudilerinden Yasef Abravanel, çocukluğunun tatillerinde kaldığı Kudüs’teki evlerinde, komşuları Filistinli Ali’nin akrabası Nur ile tanışır. Yasef, zengin bir ailenin, ihtimamla yetiştirilmiş, kibar ve ‘sünepe’ oğlu; Nur ise tüm ailesini köyleri Yabna’daki bir katliamda yitirmiş, bu yüzden uzaktan akrabaları Alilerin evine getirilmiş kimsesiz bir çocuktur. Nur altı, Yasef sekiz yaşındayken gerçekleşen bu karşılaşma ikisinin de hayatını değiştirir. Çünkü Yasef, gördüğü ilk andan itibaren “mağrur, esrarlı, esaslı, manalı bir sessizliğe bürülü; boynu bükük ama başı dik” Nur’u sevmeye başlar. Yasef’in tabiriyle Nur’un hem çok zayıf hem de çok güçlü hali, Yasef’in cılız kişiliğini ezip geçer. Yasef, tutuştukça incelen, inceldikçe güçlenen, güçlendikçe şefkati kesifleşen bir aşkla sever Nur’u. Öyle sever ki başkasına yer kalmaz dünyasında; Nur’a bile. Nur’un letafetine ve bu letafetin kendi gönlündeki aksine vurulur. Ne Nur’un yaşadıkları ve hangi cehennemî yollardan geçtiğini, ne de içini kavuran azabın sebebini anlayabilir. Anlamak için çaba da sarf etmez; çünkü Filistin’de “aktif bir eylemci” olan Nur’u başı daha fazla derde girmesin diye sözde bir nikahla Türkiye’ye getirdiğinde istediği olmuştur: O hep yanındadır. Platonik aşkın sığ denizinde boğulan Yasef, Nur’un hakikatini ancak Nur’u kaybettiğinde anlar. Kendini de kaybetmek ister; yapamaz. Bunun üzerine delirmek ister; onu da beceremez. En sonunda beyni, gönlüne karşı elinde kalan tek kozu oynar; yaptığı deli rolüne kendi de inanan Yasef, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne konur. Karşısına bu sefer tezi için araştırmalar yapan, paspasçı kılığındaki psikoloji öğrencisi Nihan çıkar. Gerçekle kurgunun iç içe geçtiği Buğu, edebî meydan okumaları seven okuyucular için oldukça ideal. /Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et