Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2008) > Film
Film
Ulak
Yönetmen-Senaryo: Çağan Irmak
Oyuncular: Çetin Tekindor, Hümeyra
Yapım: Türkiye, 2007, 89 dk.
 
Dü­ze­ni bo­zul­muş bir kö­ye, ço­cuk­la­ra ma­sal­lar an­la­tan bir sey­yah olan Ze­ke­ri­ya ge­lir. Her köy gi­bi bu ye­rin de iyi­le­ri ve kö­tü­le­ri var­dır. Ze­ke­ri­ya’nın be­ra­be­rin­de ge­tir­di­ği sır­lar, an­lat­tı­ğı ma­sal­la bir­lik­te açı­ğa sa­çıl­ma­ya baş­lar. Ma­sal gi­de­rek hem Ze­ke­ri­ya’nın hem de tüm kö­yün ha­ki­ka­ti­ne dö­nü­şür.
Ma­sal­lar­dan il­ham­la za­man­sız ve me­kan­sız bir öy­kü­ye sa­hip olan Ulak, çü­rü­me­nin baş­la­dı­ğı bir top­lu­luk­ta göz­le­nen Me­sih­yen bir bek­le­yi­şi an­la­tır. Ze­ke­ri­ya’nın ma­sal kah­ra­ma­nı olan ve in­san­la­rı ra­hat­sız ede­cek de ol­sa her da­im doğ­ru­la­rı söy­le­yen “Ulak İb­ra­him”in hi­ka­ye­si, as­lın­da tüm ma­sal­la­rın ata­sı olan kut­sal ki­tap­lar­da­ki kıs­sa­la­rın min­ya­tür bir an­la­tı­mı ni­te­li­ğin­de­dir. Ka­rak­ter­le­rin isim­le­ri­nin pey­gam­ber kıs­sa­la­rın­dan se­çil­di­ği ve se­ma­vi din­le­rin ya­nı sı­ra Şa­man­lık gi­bi pa­gan din­le­re de doğ­ru­dan gön­der­me­le­re sa­hip film­de, bir tür “ya­ma­lı din” an­la­yı­şı­nın hâ­kim ol­du­ğu­nu söy­le­mek müm­kün.
Dar­yush Sha­ye­gan, ge­le­nek ile mo­dern­lik ara­sın­da kal­mış top­lum­la­rın ka­rak­te­ris­tik özel­li­ği ola­rak ta­nım­lar “ya­ma­la­ma”yı. Bu­nun ço­ğu za­man bi­linç­siz bir iş­lem ol­du­ğu­nu be­lir­ten Sha­ye­gan’a gö­re “Ya­ma­la­ma ger­çek­li­ği içi boş bir söy­le­me in­dir­ger; ya es­ki bir içe­rik üze­ri­ne mo­dern bir söy­le­mi, ya da ye­ni bir ze­min üze­ri­ne ge­le­nek­sel bir söy­le­mi otur­tur. İki iş­le­min de yol aç­tı­ğı so­nuç ay­nı­dır: Çar­pık­lık.”
Ba­bam ve Oğ­lum’da­ki ba­ba-oğul ça­tış­ma­sı­nı Ulak’da bi­raz da­ha ge­niş­le­te­rek ebe­veyn­ler-ço­cuk­lar ver­si­yo­nun­da de­vam et­ti­ren Ça­ğan Ir­mak’ın da, ay­dın­lan­ma­cı, iler­le­me­ci bir po­li­tik söy­le­mi, kut­sal hi­ka­ye­ler­den ya­pıl­mış bir çor­ba­ya ya­ma­la­dı­ğı­nı söy­le­mek müm­kün. Film­de dün­ya ha­ya­tı­nı sim­ge­le­yen köy, Ma­ni­he­ist bir iyi­ler-kö­tü­ler sa­va­şı­na sah­ne ol­sa da özü iti­ba­rıy­la Hır­is­ti­yan­lık’ta­ki dün­ya ta­sav­vu­ru gi­bi kö­tü­cül­dür. An­cak “ile­ri­de” olan, ya­ni ge­le­cek, her za­man geç­miş­ten da­ha iyi ola­cak; Ödip komp­leks­li ço­cuk­lar ba­ba­la­rı­nı ye­ne­cek ve ye­ni bir dün­ya kur­mak için baş­ka di­yar­la­ra göç ede­cek­tir­ler.
Ir­mak an­la­tım ya­pı­sı ba­kı­mın­dan, söy­le­yen, düş­le­yen, ri­va­yet eden şek­lin­de­ki üç ger­çek­lik düz­le­min­den ma­sal ça­tı­sı­nı us­ta­lık­la si­ne­ma­tog­ra­fi­ye dö­nüş­tür­se de film, te­yat­ral di­ya­log­la­rı, ka­ri­ka­tür ve ki­mi za­man Ba­bam ve Oğ­lum’da­ki ka­rak­ter­le­rin et­ki­sin­den sıy­rı­la­ma­mış oyun­cu­luk­la­rı ne­de­niy­le tö­kez­li­yor. An­la­tı bağ­la­mın­da ise po­li­tik, di­nî, top­lum­sal ve mi­to­lo­jik gön­der­me ta­ar­ru­zuy­la çok şey an­la­ta­ca­ğı his­si­ni uyan­dır­sa da, son ker­te­de “biz bü­yü­dük ve kir­len­di dün­ya”, “ge­lin can­lar bir ola­lım”a va­ran gü­dük bir içe­ri­ğe sa­hip.
Mo­dern­leş­me­nin “ge­le­ne­ğe ait ne var­sa”, on­dan utan­dır­ma me­ka­niz­ma­sıy­la yü­rü­tül­dü­ğü Tür­ki­ye’de Ba­tı­lı­laş­ma­yı mem­le­ke­tin önün­de­ki tek kur­tu­luş ola­rak gö­ren seç­kin­le­rin gö­zün­de din de bu yol­da sır­tı­mız­dan atıl­ma­sı ge­re­ken bir yük ola­rak al­gı­la­na­gel­di. Si­ya­si ve sos­yal olan­dan sa­na­ta ka­dar uza­nan bu al­gı, üre­ti­len her iş­te de ken­di­ni aşi­kâr kı­lı­yor. Bu an­lam­da bun­ca bas­tı­rıl­mış ol­ma­sı­na rağ­men son dö­nem­de Türk si­ne­ma­sın­da di­ne -sağ­lık­sız bi­çim­de ol­sa da- yo­ğun yö­ne­li­me bak­tı­ğı­mız­da, bu seç­kin­ler için di­nin, kor­ku film­le­rin­de­ki “bir tür­lü öl­me­yen ce­set” ni­te­li­ğin­de ol­du­ğu­nu söy­le­me­miz müm­kün. /Hilal Turan

Tavsiye Et
1900 Efsanesi / The Legend of 1900 DVD
Yönetmen-Senaryo: Giuseppe Tornatore
Oyuncular: Tim Roth, Pruitt Taylor Vince
Yapım: ABD, 1998, 120 dk.
 
1900 ön­ce bir ra­kam­dır, son­ra tran­sat­lan­ti­ke bı­ra­kı­lan ve ora­da­ki bir kö­mür iş­çi­si ta­ra­fın­dan bü­yü­tü­len kim­se­siz bir ço­cu­ğun is­mi olur. Ka­ra­ya ayak bas­mak­sı­zın ge­çen bir ha­ya­ta sa­hip 1900, 20. yüz­yı­lın ba­şın­da Ame­ri­kan rü­ya­sı­na Av­ru­pa’dan göç­men ta­şı­yan ge­mi­de, no­ta­la­rı ade­ta ko­nuş­tur­du­ğu pi­ya­no­suy­la ken­di ef­sa­ne­si­ni ya­ra­tır. Res­mî ola­rak hiç varol­ma­mış 1900, içi­ne doğ­du­ğu ge­miy­le ay­nı ka­de­ri pay­laş­ma­yı ter­cih ede­cek­tir.
“İçin­de ya­şa­nan ve on­suz ya­şa­ya­ma­ya­ca­ğı­nı­zı dü­şün­dü­ğü­müz her yer ev­dir” fik­ri­ne sa­hip film, sı­nır­sız se­çim şan­sı­nın ür­kü­tü­cü­lü­ğü üze­rin­den şe­hir ha­ya­tı­na eleş­ti­ri ok­la­rı fır­la­tı­yor. Kla­sik si­ne­ma ka­lıp­la­rı­na uy­gun bi­çim­de çe­ki­len, mü­zik ve si­ne­ma­nın ade­ta dans et­ti­ği 1900 Ef­sa­ne­si, Tim Roth’un mü­kem­mel oyun­cu­lu­ğu, En­ni­o Mor­ri­co­ne’nin na­if mü­zi­ği, 1900’ün, ge­mi­nin ba­lo sa­lo­nun­da fren­siz pi­ya­no­nun üze­rin­de dal­ga­lı ok­ya­nu­sa uy­gun bir ri­tim­le bir kö­şe­den di­ğe­ri­ne sav­rul­du­ğu unu­tul­maz sah­ne­siy­le kla­sik­ler ara­sın­da ye­ri­ni alı­yor. /Hilal Turan

Tavsiye Et
Benim Aşk Pastam / My Blueberry Nigts
Yö­netmen-Senaryo: Wong Kar Wai
Oyun­cu­lar: Benjamin Kanes, Norah Jones
Ya­pım: Fransa/Hong Kong, 2007, 111 dk.
 
He­nüz ta­ze olan aş­kı­nın acı­sı­nı unut­ma­ya ça­lı­şan Eli­za­beth, ken­di­si­ni bir pas­ta­cı dük­ka­nın­da bu­lur. Kı­rık kalp­ler ku­lü­bü gö­re­vi gö­ren pas­ta dük­ka­nı, ben­zer acı­lar­la bo­ğu­şan bir çok in­sa­na ta­nık­lık et­miş­tir. Je­remy’nin ya­ni dük­ka­nın sa­hi­bi­nin aş­kı­nın da son du­ra­ğı­dır pas­ta­cı dük­ka­nı. Eli­za­beth, sev­gi­li­si­nin onu terk edip ye­ri­ne baş­ka bi­ri­si­ni koy­ma­sı­nın ar­dın­dan, sal­dır­gan tav­rı­nı kı­sa sü­re­de tör­pü­ler ve ken­di­ne bir yol ha­ri­ta­sı çi­zer. Ha­ya­tın­da­ki her şe­yi ve duy­gu­sal ola­rak ya­kın­laş­ma­ya baş­la­dı­ğı Je­remy’yi ge­ri­de bı­ra­ka­rak Ame­ri­ka sı­nır­la­rı içe­ri­sin­de bir yol­cu­lu­ğa çı­kar. Yol uza­dık­ça baş­ka ha­yat­la­ra ta­nık­lık et­me şan­sı bu­lan Eli­za­beth, gar­son­luk ya­pa­rak ha­ya­tı­nı de­vam et­ti­rir­ken, ken­di­sin­den çok da­ha bü­yük sı­kın­tı­lar­la bo­ğu­şan in­san­la­ra rast­lar. Po­lis Ar­ni­e ile eşi­nin has­ta­lık­lı ev­li­li­ği­ne ve ba­ba­sıy­la so­run­lar ya­şa­yan ku­mar­baz Les­li­e’nin ha­ya­tı­na bi­raz da­ha ya­kın­dan ta­nık­lık eder. Fark­lı so­run­lar­la bo­ğu­şan in­san­la­rı ta­nı­dık­ça ken­di acı­sı­nı ufal­tan Eli­za­beth’in son du­ra­ğı yi­ne pas­ta­cı dük­ka­nı olur.
Can­nes Film Fes­ti­va­li’nin açı­lış fil­mi olan Be­nim Aşk Pas­tam alı­şa­gel­di­ği­miz bir Wong Kar Wai fil­mi de­ğil. 2046 ile Uzak­do­ğu’dan ko­pup Ba­tı’ya doğ­ru yol al­ma­ya baş­la­yan yö­net­men son fil­min­de, için­de­ki Ba­tı hay­ran­lı­ğı­nı ken­din­ce gör­sel­leş­tir­me­ye ça­lış­mış. Ame­ri­ka­lı ve İn­gi­liz oyun­cu­lar­la ken­di va­ta­nı­nın uza­ğın­da, ken­di has­sa­si­yet­le­ri ile film çek­me­ye ça­lı­şan Wong Kar Wa­i, Be­nim Aşk Pas­tam ile Aşk Za­ma­nı’nda­ki in­ce­li­ğin ya­nı­na yak­la­şa­ma­sa da Holl­ywo­od’a üst bir ayar çe­ke­rek ye­ni bir aşk fil­mi yap­ma­yı ba­şar­mış. Yö­net­men iki ki­şi ara­sın­da­ki fi­zik­sel me­sa­fe­nin gö­re­ce­li­ğin­den yo­la çı­ka­rak yi­ne ro­man­tiz­me ön­cü­lük edi­yor, ama bu se­fer or­ta­ya di­ğer­le­ri ka­dar şi­ir­sel bir film çık­mı­yor. Aşk çem­be­rin­de do­la­nan Wong Kar Wa­i, di­ğer film­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi im­kan­sız, pla­to­nik, san­cı­lı aşk­la­rı gü­zel ka­dın­lar­la bu­luş­tu­rur­ken bu se­fer se­yir­ci­si­ni bi­raz ara­da bı­ra­kı­yor. Aşk Za­ma­nı’nın es­te­ti­ze edil­miş ka­nat­la­rın­dan yok­sun fil­mi­ni Ame­ri­ka’ya gö­tü­ren yö­net­men, ya­ban­cı­sı ol­du­ğu bu yer­de dik dur­mak­ta zor­la­nı­yor. Ken­di­ne has renk­le­ri­ni, at­mos­fe­ri­ni, ka­rak­ter­le­ri­ni ve hi­ka­ye­si­ni va­ta­nın­dan bu ka­dar uzak bir ye­re yer­leş­tir­me­ye ça­lı­şın­ca, bir­çok şey ya­pış­tı­rıl­mış his­si­ni be­ra­be­rin­de ge­ti­ri­yor. Ken­di­ni sey­yah mi­sa­li yol­la­ra vu­ra­rak aşk acı­sı­nı ha­fif­let­mek Do­ğu’ya öz­gü bir mis­ti­sizm­dir ve bu ka­rak­te­ri No­rah Jo­nes’un oy­na­ma­sı yö­net­me­nin en­gel­le­ye­me­di­ği su­ni­li­ğin en be­lir­gin hal­le­rin­den bi­ri. Fil­me bü­tü­nüy­le ba­kıl­dı­ğın­da ise sı­ra­dan bir aşk fil­mi­nin öte­sin­de ara­yış­lar ba­rın­dır­dı­ğı söy­le­ne­bi­lir. Acı­nın adı ne olur­sa ol­sun, ha­ya­tın her tür­lü­sü­nü kal­dı­ra­bi­le­cek bün­ye­si ve baş­ka ha­yat­la­rın bir­bi­rin­den ba­ğım­sız sü­rek­li­li­ği fil­min bü­tü­nü­nü an­lam­lı kı­lı­yor. /Es­ra Bu­lut

Tavsiye Et