Geçenlerde bir rüya gördüm.
“Hayırdır” diyeceğim ama medya mensubundan pek hayırlı şey sadır olmaz.
Çünkü hayırdan haber çıkmaz.
Medya âleminin en birinci düsturu şudur;
Nerede şer orada tiraj, nerede beşer orada viraj.
Her neyse,
Gördüğüm rüya şu:
Oda mı desem, hücre mi desem bir sürü küçük, kapalı, bunaltıcı onlarca mekan.
Odaların önlerinde sıraya girmiş yüzlerce mi desem, binlerce mi desem genç kız.
Tatsız tuzsuz, uğursuz, puslu, bulutlu, kasvetli, ağır mı ağır bir hava.
İki tane de havalı mı havalı bayan seçiyorum o karaltıların önünde.
Sağ ellerindeki cetvelleri sol avuçlarının içine içine vuruyorlar.
Sol ayakları ile de cetvele tempo tutuyorlar.
Biri şöyle iri yarıca bir bayan.
Çatık kaşlı, çatlak sesli.
Diğeri ufak tefek.
Dudaklarında alaycı bir eda.
Bakışlarında aşağılayıcı bir ifade.
İkisinin de başı örtülü.
Bir hamamböceği sürüsüymüş gibi bakıyorlar önlerindeki kalabalığa.
Merak edip soruyorum:
“Gaz odalarının vana sorumlusu subayları mı bu hanımlar?” diye.
Öyle bir tafraları var.
“Yok” diyorlar.
“Sadece ikna odaları sorumluları.”
“Kimi neye ikna ediyorlarmış?” diyorum.
Başı açık üniversiteye girmeye çalışanları türbanla girmeye ikna etmeye çalışıyorlarmış!
Çocukcağızlara şeker, lokum veriyorlarmış!
Gayet medeni, sıcak bir diyalog kuruyorlarmış!
“Senin zorla açtırıldığını biliyoruz” diye söze başlıyorlarmış!
“Yirmi yaşında özgür irade mi olurmuş, bizi kandıramazsınız” diyorlarmış!
“Başınızı açmanız için size kim kaç kuruş verdi, itiraf edin” diye zorluyorlarmış!
Yurtsa yurt, paraysa para, abileriniz ne verdiyse biz beş kuruş fazlasını veririz teklifinde bulunuyorlarmış!
Gençlere şefkatle, anlayışla yaklaşıyorlarmış!
Asla ama asla baskı yapmıyorlarmış!
Fakat kızcağızların tümü toptan kandırılmışlarmış!
Onları kandıranlar yakın çevreleri, en çok da cahil anne-babalarıymış!
Bazıları daha önce başı kapalı olduğu halde sırf üç-beş kuruş kazanırım diye başlarını açmışlarmış!
O kadar gariban, o kadar muhtaç, o kadar cahillermiş!
Cahil ve gariban değillerse mutlaka militanlarmış!
Okula okumaya değil, o ilim irfan yuvalarını karıştırmaya geliyorlarmış!
Eğer başlarının kapanmasına ikna olmazlarsa sorumlu bayanların ellerinden bir şey gelmezmiş!
Kazanılmış haklarını yönetmelikle engelleyeceklerini üzülerek belirtiyorlarmış!
Bilim yuvalarının kapılarını yüzlerine kapatırlarmış!
Bu devirde başı açık olmak için inat etmeyi anlayamıyorlarmış!
Bir art niyetlerinin olduğu, birilerinin maşası oldukları kesinmiş!
Sinsi bir planı adım adım ortaya koyanların zavallı piyonlarıymışlar!
Bunu anlayamayacak kadar da ahmakmışlar!
Başı açık olmanın bir simge olduğu o kadar açıkmış ki, bunu izah etmek için bir çaba göstermek gerekmezmiş!
Üniversitelerde okuma hakkını kazanırlarsa rejim çökermiş!
Çünkü “madem başı açık okudum, niçin başı açık çalışmayayım” diyecekleri kesinmiş!
Okuma hakları ne kadar meşru ise, çalışma haklarının da o kadar meşru olacağı zaten belli imiş!
Zaten belli olan bu hak bu günden engellenmez ise, yarın hiç engellenemezmiş!
Önleyici saldırı diye bir doktrin yok muymuş!
AİHM’in içtihadı bağlayıcıymış!
Asya İnsan Hakları Mahkemesi’nin yaptığı içtihadın geçersiz olduğunu iddia etmek hukukla bağdaşmazmış!
YASA KONDU
Yasa, adı üstünde yasa kondu demekmiş!
Yasa kondu demek de yasak onandı demekmiş!
Hukuk, özgürlükleri garanti altına almak için değil, sınırlamak içinmiş!
Anayasa’ya uymamak barışı sağlamak demekmiş!
Başın açık olması talebini öyle basit bir özgürlük talebi olarak görmek aymazlıkmış!
Aslında kendileri de özgürlükçülermiş, ama aptal değillermiş!
Üniversiteye başı açık olarak girenler kapalılar üzerinde baskı uygularlarmış!
Yasağın kalkmasını isteyenlerin toplumun yüzde yetmişi olduğu düşünülürse baskının ne kadar yoğun olacağı zaten belli değil miymiş!
Otuz küsur yıldır uygulanan bu yasakla barış sağlanmamış mıymış!
Topu topu bin, bilemedin iki bin kişi için bütün toplumu kaosa sürüklemek neyin nesiymiş!
Hem bu kızlar başlarını anneannelerimiz gibi açsalar neyseymiş!
Fakat bunlar yok fön çektirerek, yok meç, yok röfle yaptırarak hiç görmediğimiz şekiller icat etmişlermiş!
Üniversite ve kamu kurumları dışında kimsenin saçının açık kalmasına karışılıyor muymuş!
Hem memleketin onca sorunu varken şimdi bu işi kaşımanın sırası mıymış!
Asya Birliği’ne daha tam üye olmamışken, kişi başına düşen milli gelir elli beş bin dolar seviyelerine gelmemişken, terör sorunu daha sona ermemiş ve ne zaman sona ereceği daha belli değilken tek derdimiz başları açık üstelik röfleli, meçli, isyankar kızların üniversitelere ellerini kollarını sallayarak girmeleri miymiş!
Hasbelkader oyların yüzde elliye yakınını alıp tek başına iktidar olan CHP nesine güvenerek bu adımı atıyormuş!
Anayasa’yı değiştirmek 411 küsur aklıevvele mi kalmış!
İhtilal olmadan parlamentonun Anayasa düzenlemesi yapması nerede görülmüş!
Azınlık zorbalığının suyu mu çıkmış da sıra çoğunluk zorbalığına gelmiş!
Uygun muymuş, vakti miymiş, sırası mıymış!
Yıl 2088’miş.
Mevsim Şubat’mış…
ÇOK KORKTUM
Kan ter içinde uyandım.
“Bu ne biçim bir rüya?” dedim kendi kendime.
Hayra yorulacak en ufak bir tarafı yok.
Tam bir karabasan.
İnsan uykudayken uykuda olduğunu bilmiyor ki!
Korkuyor işte.
Ya bu rüyadan uyanamasaydım!
Ya bütün bunlar gerçek olsaydı!
Ya böyle saçma sapan bir memlekette yaşasaydık!
Ya ortalıkta kendine “bilim insanı” diyen böyle insanlar dolaşsaydı!
Ya “bütün bu baskıları barış, demokrasi, bilim ve insanlık adına yapıyoruz” deselerdi!
Oh My God!
Büyü, Dabbe, Araf, Şeytan filmlerinin tamamını gördüm.
Semum’u daha yeni seyrettim.
Ama hiçbirinde bu rüyamda gördüklerim kadar dehşete düşmedim.
İyi ki uyanmışım.
“Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerim
Bir başkadır benim memleketim” dizelerinin yazıldığı memleketimde var mı böyle abuk sabukluklar?
Çok şükür ki yok.
Ama bu huzur ve sükunu kıskananlar var.
Elalemin huzurunu kaçırmaya çalışanlar var.
“Özgürlük, özgürlük” diye diye memleketin çivisini çıkarmaya çalışanlar var.
Kalktım bir bardak soğuk su içtim.
Baktım saat çok ilerlemiş.
Hanım kahvaltı sofrasını hazırlamış.
Gazeteleri masaya koymuş.
“Oh, çok şükür şu kabustan uyandım” diyordum ki gözüm manşete ilişti.
Yeni YÖK Başkanı “Üniversitelerde yasaklar kalkacak, bilimselliğe daha fazla önem verilecek” demiş.
Kendimi çimdikledim.
Uyanamadım mı daha diye.
Baktım uyanmışım.
Ama ayık kafa ile şu soruların cevabını daha bulabilmiş değilim?
Üniversite ile bilimselliğin ne alakası var?
Özgürlük olacaksa YÖK’e ne gerek var?
TEŞEKKÜR
Sevgili okurlarım;
Muallalar hakkında yazmış olduğum yazıya göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı hepinize müteşekkirim.
“Üstat, isminiz Muamma ama yazılarınız muammaların kilitlerini bir bir kırıyor, teşekkürler” demişsiniz.
Hanım mı beni anlamıyor, ben mi çok aptalım endişesi içindeki birçok okurum da içinde bulundukları depresif durumdan kendilerini çekip kurtardığımı yazmışlar.
“Muallaların toptan muamma olduklarını okuduğumuzda bu sırlar âleminde yalnız olmadığımızı idrak ettik; şahsınızda tutunacak bir dal, sığınacak bir liman bulduk” diyorlar.
“Salt siyasi, ekonomik yazılardan bunalmıştık, köşeniz bize ilaç gibi geldi” deme nezaketini göstermişler.
Sağ olun, teveccühünüz.
Ama yine de koskoca Şevket Muamma’ya Gönül Abla muamelesi yapmanızı istemem.
Bu tehlikenin farkına, ilgili yazımdan sonra dergi yönetiminin şahsıma yaptığı “Köşenizin adını Şevket Amca koysak, nasıl olur?” dediklerinde vardım.
Bu yüzden “Yaşım elli altı. Huzurlu sayılabilecek bir evliliğim var. Fakat on dokuz yaşında bir genç bayana da alaka duyuyorum. Ne tavsiye edersiniz?” türünden sorularınıza cevap vermeyeceğimi belirtmek isterim.
SON TAHMİN
Rektörler türbülans yapacak.
Paylaş
Tavsiye Et