GEÇTİĞİMİZ ay İran’da iki önemli gelişme meydana geldi. Önce Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, 2 Mart’ta Irak’ı ziyaret etti ve Bağdat’ta Amerikan güçlerinin gölgesi altında Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Başbakan Nuri el-Maliki ile görüştü. Ardından 15 Mart’ta düzenlenen meclis seçimleri, uluslararası medyanın ilgisinin yeniden İran üzerinde toplanmasına yol açtı.
Ahmedinejad’ın Irak ziyareti birçok gözlemci tarafından iki ülke ilişkilerinde dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Ortadoğu’daki birçok gelişmenin başlangıç noktası olan 1979 İran İslam Devrimi’nin hemen ardından Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak, İran’a savaş ilan etmiş ve bir milyona yakın insanın öldüğü ve yaralandığı tahmin edilen, sekiz yıllık kanlı bir savaş başlamıştı. İran-Irak Savaşı, İranlıları gerek maddi gerek manevi alanda ciddi biçimde etkiledi. Savaş, yalnızca ülkenin ekonomi ve insan gücünü tahrip etmekle kalmadı; İran’ın devrimci sloganlarının önemli ölçüde yumuşamasına ve devrim ihracı fikrinden uzaklaşılmasına da neden oldu. Ancak bütün bu kayıplara rağmen savaş, yeni kurulan rejimin temellerini sağlamlaştırmasına ve meşruiyet kazanmasına yardım etti. Savaşın ardından yeni bir anlam kazanan “şehit aileleri” kavramı, İran siyaset terminolojisinde önemli bir yer tutar hale geldi.
Savaşın bitmesine rağmen her cemaat namazından sonra “Kahrolsun Saddam” sloganından vazgeçmeyen İranlılar için ABD’nin Irak’ı işgal etmesi, aslında yaklaşık yirmi yıllık bir düşün gerçekleşmesi anlamına geliyordu. İşgal sonrasında kendisine yakın kadroların Irak’ta işbaşına geçmesi, Şii İran’a yüzyıllardan beri ilk kez bu topraklarda bu kadar yoğun bir nüfuz kurma şansını verdi. Irak’taki direnişi bastırmakta zorlanan ABD’nin ilk dönemlerin aksine İran ile masaya oturmayı kabul etmesi bile Tahran için başlı başına bir kazanımdı. Nitekim ABD ile İran arasındaki müzakerelere Irak’taki Sünni grupların ve bölgedeki Arap ülkelerinin tepkisi bu gerçekten kaynaklanıyordu.
Ahmedinejad, işgalin ardından, ABD Başkanı George Bush’tan sonra Irak’ı ziyaret eden ikinci devlet başkanı ve bu sembolik nokta bile diplomatik anlamda çok şey ifade ediyor. Kayda değer ticaret anlaşmalarının imzalandığı son gezisi esnasında iki ülke arasındaki en büyük anlaşmazlık maddesini oluşturan sınır sorunları gündeme gelmedi. İran sınır düzenlemesi hususunda 1975 tarihli Cezayir Anlaşması’nın aynen geçerli olduğunu belirtirken; Irak tarafı anlaşmada kendi lehine bazı değişikliklerin yapılmasında ısrar ediyor. Öte yandan iki ülke arasındaki önemli sorunlardan biri olan savaş tazminatı meselesinin ziyaret esnasında görüşülmemesi de gezinin ağırlıklı yönünün sembolik değeri olduğu savını destekliyor. İran, o zamanlar Batı’nın desteklediği Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak tarafından başlatılan savaştan dolayı uğradığı zararların karşılanmasını istiyor. Iraklılar ise bu savaştan dolayı kendilerinin de büyük acılar çektiğini ve savaşı Irak halkının değil Baas diktatörlüğünün ve Saddam’ın şahsının başlattığını öne sürerek tazminat ödemeye yanaşmıyorlar. Bu yaklaşıma karşı İran, benzer konumda bulunan Kuveyt’e tazminat ödendiği gibi kendisine de ödeme yapılmasında diretiyor ve bu konuda zaman zaman İran basınında çeşitli rakamlar telaffuz ediliyor.
Ahmedinejad’ın Irak ziyaretiyle ilgili diğer önemli bir husus da, bu ziyaretin ABD’nin onayıyla gerçekleştirilebildiği gerçeği. Daha önceleri de sürekli vurgulandığı üzere İran-ABD gerginliği, ABD’nin Irak’ı işgalinden beri iki ülkenin Irak’taki manevraları üzerinden yürütülüyor. Irak’ta müzakereler sürdüğü ve İran-Irak ilişkileri geliştiği sürece İran’ın nükleer alanda çok sert tavırlarla karşılaşmayacağı öne sürülebilir.
Seçimlerde Muhafazakârların Buruk Zaferi
İran ile ilgili ikinci gelişme, ülkedeki meclis seçimleriyle ilgili. Her ne kadar başta Tahran olmak üzere İran’da sokaktaki vatandaş seçimlere ilgisiz görünse de -Tahran’da konuştuğumuz beş taksi şoföründen yalnızca birisi oy vereceğini söyledi- ülke çapında seçimlere katılımın %55 civarında olması sistemin başarısı olarak kabul edilebilir. Ancak başkentte bu oranın %40’ta kalması şehirli seçmenin mevcut siyasal sisteme tepkisi olarak görülmeli. Seçimlere haftalar kala başlayan ve gittikçe dozunu artıran yoğun propagandaya, dinî liderlerin seçimlerde oy kullanmanın dinî bir görev olduğunu vurgulamalarına, sokaklarda seyyar oy sandıklarının kurulmasına ve oy verme işleminin gece saatlerine kadar uzatılmasına rağmen katılım oranının düşük kalmasında, reformist aday adaylarının Anayasa Konseyi tarafından ön elemeden geçirilmesine yönelik tepkinin de payı büyük. Bu yüzden muhafazakârların zafer ilan etmelerinin fazla bir gerçekçi yanı yok.
Diğer taraftan İran’da daima kendisini siyasi olayların arkasına gizlemeyi başarmış ekonomik gelişmelerin de seçimlere katılımın düşük kalmasındaki rolü göz ardı edilmemeli. Gerek artan enflasyon gerekse de işsizliğin yüksek seviyelerde seyretmesi, İranlıların yönetime karşı en temel eleştiri noktaları olmayı sürdürüyor. Tahran’da ev kiralarının astronomik derecede artması ve benzinin karneye bağlanmış olmasının getirdiği ulaşım giderlerindeki artış da birçok Tahranlı için ciddi bir problem oluşturuyor. Bununla birlikte oy vermeye giden %55 oranındaki halk kesimlerinin %70’inin, kendilerini Usulgera (Usulü takip eden) olarak tanımlamayı tercih eden muhafazakâr kadrolara oy vermesi, rejimin hâlâ ciddi bir halk desteğine sahip olduğunu göstermesi bakımından anlamlı. Diğer yandan bütün engellemelere rağmen reformist grupların oy oranını, geçen seçimlerde ulaştıkları oranın yaklaşık iki katına çıkarmaları da altı çizilmesi gereken hususlardan.
Seçim sonuçlarının hükümet politikalarına nasıl yansıyacağını zaman gösterecek. Zira iki ana grup olarak seçimlere giren muhafazakâr kesimler arasından, cumhurbaşkanına yönelik eleştirileriyle bilinen ve bu yüzden görevinden istifa etmek zorunda kalan eski Ulusal Güvenlik Genel Sekreteri Ali Laricani, Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ve Devrim Muhafızları eski komutanı Muhsin Rızai liderliğindeki cephenin öne çıkması Ahmedinejad’ın işini zorlaştırıyor. Laricani’nin meclis başkanı seçilmesi durumunda meclis ve hükümet arasındaki ilişkiler daha da gergin bir hal alabilir. Ancak seçimlerin sonuçlarının başta nükleer mesele olmak üzere dış politika konularına etki etmesi zayıf bir ihtimal gibi görünüyor.
Paylaş
Tavsiye Et