ORTADOĞU’YA “demokrasi ve özgürlük” sloganı altında çatışma ve kaos boca eden mevcut ABD yönetiminin, bölge politikalarını belirlerken düşündüğü en son şeyin barış ve istikrar olduğu iyice su yüzüne çıkıyor. Başkan George Bush ve ekibinin, Filistin’de Ocak 2006’da düzenlenen seçimlerde, Batı’nın desteklediği el-Fetih karşısında zafer kazanan Hamas’ı devirme planlarının Amerikan basınına sızması, Filistin’de son iki yıldır yaşanan olayların perde arkasını deşifre ediyor. Vanitiy Fair dergisinin Nisan sayısında yayımlanan ancak derginin internet sitesine Mart başında eklenen bir dosyada, Hamas’ın Gazze’deki otoritesini yıkmak için Başkan Bush ile Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından onaylanıp Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a gönderilen bir plan yapıldığı iddia ediliyor. Dosyayı hazırlayan David Rose’a göre, Yaser Arafat’ın Gazze’deki güvenlik şefi olan ve CIA ile Mossad’la bağlantıları bulunan Muhammed Dahlan’ın kontrolünde el-Fetih’e silah ve para aktarılarak Hamas ile çatıştırılması hedefleniyordu. Rose, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni el-Fetih üyelerine eğitim ve silah sağlamaya ikna etme noktasında Rice’ın kilit bir rol oynadığını öne sürüyor.
Kısaca hatırlarsak Hamas, seçim zaferinin ardından ABD ve İsrail tarafından izole edilmiş ve el-Fetih ile arasında Filistin meselesini dert edinen herkesi derinden üzen çatışmalar başlamıştı. Sonrasında Hamas ile el-Fetih bir koalisyon hükümeti kurdular. Fakat Mahmud Abbas’ın 2007 yazında Hamas lideri İsmail Haniye’nin başbakanlığını yaptığı bu hükümeti görevden alması üzerine çatışmalar yeniden alevlendi. Yine de Hamas, devrilmesine rağmen Gazze’de kontrolü tamamen eline geçirmeyi başardı.
Ancak Bush yönetiminin Hamas’a darbe planlarının açığa çıkmasının sarsıntıları arasında ve Kasım ayında Annapolis’te gerçekleşen Ortadoğu zirvesinin ardından İsrail ile el-Fetih arasında “barış” görüşmeleri yeniden başlamışken İsrail’in Gazze’ye son bir yılın en şiddetli saldırılarını gerçekleştirmesi, bölgedeki krizi yeni bir aşamaya getirdi. Aşkelon şehrine isabet eden Kassam füzelerini durdurmak gerekçesiyle 1 Mart sabaha karşı Gazze’ye saldırmaya başlayan ve taarruzunu iki gün boyunca sürdüren İsrail, 120’den fazla Filistinliyi öldürdü. Ölenlerin beşte biri çocuk, yarıdan fazlası ise sivildi. Aynı dönem içinde ölen İsrailli sayısı sadece üçtü ve bunların ikisi de askerdi.
İsrail’in Filistin’e karşı bu orantısız güç kullanımına Bush hükümeti yine açık ve koşulsuz destek verdi. Önceden planlanan bir gezi çerçevesinde 3 Mart’ta İsrail’i ziyaret eden Condoleezza Rice, saldırıları İsrail’in kendini savunması olarak değerlendirdi. Fakat ABD’nin desteğine rağmen İsrail açısından bu saldırıların sonuçları, Temmuz-Ağustos 2006’da Lübnan’ın güneyindeki Hizbullah’la savaşının sonuçlarına benzetiliyor. 33 gün süren saldırılarında, üçte biri 12 yaşından küçük, bini aşkın Lübnanlı sivili öldüren İsrail, verdiği insani ve maddi zarara rağmen Hizbullah’ı geriletememiş, aksine direnişini perçinlemişti.
İsrail benzer bir durumu Mart ayındaki Gazze saldırıları sonrasında da yaşıyor. Üstelik bu defa işin içine, siyaset oyunundan dışlanmak istenen Hamas’ın, artık oyuna alınmasının tartışılmaya başlanması giriyor. Tıpkı Hamas gibi, hem İsrail’e karşı silahlı mücadele yürüten bir örgüt hem de bir siyasi parti olan Hizbullah, Lübnan sahnesinde önemli bir aktör konumunda. Hizbullah’ın Lübnan’daki bu pozisyonunu değiştirmek isteyen ABD ve İsrail, tüm çabalarına rağmen bir sonuç alabilmiş değil. Filistin’de ise Mart taarruzundan sonra Hamas’ı izole etme stratejisinin artık sonuna gelindiği eleştirileri şimdilerde İsrail içerisinde bile dillendiriliyor.
Eylül 2005’te Gazze’den tek taraflı olarak geri çekilen İsrail, kısa süre sonra sınırlara yeniden yığınak yaparak Gazze ile Batı Şeria arasındaki akışı büyük ölçüde akamete uğrattı. Ocak 2006 seçimlerini Hamas’ın kazanması üzerine Batı’nın da onayını alarak yeni hükümete karşı bir mali ambargo ve askerî abluka başlattı. Bu ambargonun yol açtığı yiyecek ve ilaç sıkıntısı alarm seviyesine ulaştığında, dışarıdan gelen yardımlarla bir facia yaşanmasının önüne geçilmeye çalışıldı.
İsrail, Gazze’yi adeta bir açık hava hapishanesine çeviren bu yaptırımlarıyla Hamas’ı silah bırakmaya, kendisini tanımaya, mevcut anlaşma ve yükümlülükleri kabul ettirmeye, kısaca el-Fetihleştirmeye zorluyor. Lakin İsrail’in 2007 sonlarına doğru işi Gazze’yi elektriksiz bırakmaya kadar vardırması, halkı patlama noktasına getirdi. Öyle ki Ocak sonunda 700 bin Gazzeli temel ihtiyaç maddelerini edinmek için Filistin-Mısır sınırındaki duvarları yıkarak Mısır’a geçtiler.
Böylesi bir dramın yaşandığı Gazze’ye yapılan son İsrail saldırıları, Batı Şeria’yı kontrol edebilen Mahmud Abbas ile el-Fetih’i yegane muhatap görmenin sonuç vermeyeceği gerçeğini ayyuka çıkarmış durumda. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney Mart sonundaki Ortadoğu gezisinin İsrail durağında Hamas’ı “barış sürecini torpillemek için elinden ne geliyorsa yapmakla” suçlasa da, Hamas’ı yok sayarak gidilecek fazla yol kalmadığını Ocak 2009’da göreve başlayacak yeni ABD yönetiminin görmekten kaçamayacağı söylenebilir.
Big Brother Ortadoğu’da
Bir sağcı güçler koalisyonu olan Bush yönetiminde silah ve enerji şirketlerinin temsilcisi olarak yer alan ABD’nin gelmiş geçmiş en güçlü başkan yardımcısı Dick Cheney’nin Ortadoğu turu, Mart ayına damgasını vuran gelişmelerdendi. Çok nadir olarak yurtdışına çıkan Cheney’nin 17-25 Mart tarihlerinde gerçekleşen ve Umman, Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye’yi kapsayan gezisine büyük anlamlar yüklenmişti. Cheney’nin özellikle Türkiye’den Afganistan’a muharip Türk askeri gönderilmesini talep edeceği söyleniyordu. Ancak bu beklenti gerçekleşmedi ve görüşmeler esnasında Afganistan konusunun gündeme gelmediği açıklandı.
Turuna başlamadan önce Irak’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştiren Cheney’nin gezisinin en somut sonucu, 29-30 Mart’ta Suriye’nin başkenti Şam’da düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’ni sabote etmesi oldu. Cheney ülkesine döner dönmez önce Suudi Arabistan, ardından Mısır, en son da Suriye’nin (Başbakan Refik Hariri suikastından sonra bu ülkedeki askerlerini geri çekmiş olmasına rağmen) hâlâ arka bahçesi konumundaki Lübnan zirveye katılmayacaklarını açıkladılar. Böylelikle ABD ve İsrail, Suriye’yi bölgede yalnızlaştırma stratejisinde yeni bir mevzi kazandı.
Ortadoğu’da yaşadığı bütün sıkışmışlıklara rağmen yaptığı hamlelerle önünü açmayı büyük ölçüde başaran ABD karşısında, bölgenin istikrar ve güvenliğini sağlamak için basiretli ve akılcı adımlar atılması gerekiyor. Ne yazık ki bölge ülkelerinin çoğu, oyundaki piyon rollerini en azından yardımcı oyuncu seviyesine çıkarmaktan bile uzak olduklarını her seferinde dünyaya göstermekten yorulmuyorlar. Bu arada olan da bir türlü rahat yüzü görmeyen Ortadoğu’nun halklarına oluyor.
Paylaş
Tavsiye Et