KAPİTALİZMİN tarihsel evrimi ve ortaya çıkan insani-kurumsal hikayeler tüm tahmin edilebilirliklerine rağmen insanı şaşırtmaktan bir türlü vazgeçmiyor. Geride bıraktığımız yüzyılın son yılları ile 21. yüzyılın ilk bir kaç yılında borsa ve finans piyasalarında yaşanan sert iniş-çıkışları anımsar mısınız? Anlı şanlı şirketlerin ilk defa kamuya arz (Initial Public Offering-IPO) merasimleri için arz-ı endam ettikleri, devasa bankaların danışman koltuklarında etraflarına bir güven halesi yaymaya çabaladıkları, maceracı yatırımcıların ise büyük bir heyecanla zengin olacakları ya da varlarını yoklarını kaybedecekleri günü bekledikleri enteresan zamanlardı. İletişim devi AT&T ve bilişim harikası Google gibi gözde şirketler hep bu zaman diliminde halka arz olundular.
Peki, tarih boyunca yaşanan en büyük çaptaki IPO ne zaman gerçekleşti dersiniz; 1990’ların sonu ya da 2000’lerin başında mı? Şaşıracaksınız belki ama dünya IPO rekoru Mart ayının (2008) ortalarında hem de kredi kartı şirketi VISA’nın kamuya arzında kırıldı. Yaklaşık dokuz aydır küresel finans ile ilgilenen tüm oyuncu ve denetçilerin, kredi sıkışmasından, likidite yokluğundan, kriz sinyallerinden bahsettiği bir ortamda, hem de bir kredi kartı firmasının halka satış ihalesinde, tam 18 milyar dolarlık rekor bir halka arz, New York borsasında gerçekleşti. Bunu küresel krizin sonuna geldiğimiz şeklinde mi, yoksa dumanlı havada birilerinin daha fazla tatlı kâr yapma peşinde koştuğuna delil olarak mı okumak gerekir, dilerseniz ona birazdan karar verelim.
Şimdi size kapitalizmin “etme komşuna, gelir başına” nevinden ibretamiz yansımaları ve konjonktürel dalgalanmaları iyi değerlendirme sanatı üzerine bir hikaye: Yıl 1998, Uzun Vadeli Sermaye Yönetimi (LTCM) -doğrusu Kısa Dönemli Sermaye Simsarlığı olmalıydı- adlı yatırım fonu 500 milyon dolarlık nakit kaynağına karşın tam 1,5 trilyon dolarlık bir finansal yükümlülüğün altına girmiştir. Dönemin FED Başkanı William McDonough büyük Amerikan bankalarına bir çağrı yaparak küresel yansımaları olabilecek bir krizi önlemek amacıyla LTCM için ortak bir kurtarma planı hazırlamalarını ister. Bu çağrı Wall Street’teki “tombul kedi” patronlar ve finans oligarşisi için sosyal sorumluluk ispatlama anlamında bulunmaz bir fırsattır. Ancak finansal kuruluşların da kendilerine has karakterleri vardır. Kendine aşırı güvenli, maço, puro tüttüren ve sevimsiz kapitalist karakteriyle bilinen ABD’nin beşinci büyük yatırım bankası Bear Stearns’ün patronları bu plana şiddetle karşı çıkar ve diğer bankalarla çatışma uğruna planın dışında kalırlar. Ancak gel zaman git zaman, sekiz ABD resesyonu ve Büyük Buhran’ı sağ salim atlatan 85 yaşındaki Bear Stearns, son aylardaki kredi sıkışmasına dayanamaz. Diğer piyasa oyuncularının “zor zamanları”nı iyi değerlendirmesiyle bilinen New York’un saygın imajlı bankası JP Morgan, ABD yönetimi ile sıkı bir pazarlığa girerek rakibinden on yıl öncesinin rövanşını alır. Hem de öyle bir alır ki, Bear Stearns’ün 30 milyar dolarlık batık borçlarını Amerikan hazinesine devretmek kaydıyla, iyi zamanında 25 milyar dolar değer biçilen bankaya 250 milyon dolar gibi cüzi bir meblağa tabir caizse “konar”. Satıştan sonra bu rakam mizah konusu edilip kimi sanatçı ve işadamları Bear Stearns’ün banka binasının değerinden dahi düşük bu “kelepir” satışa şahsi servetleriyle dahi talip olabileceklerini belirtirler. Zaten aynı JP Morgan, İngiltere’de batık mortgage kredileri nedeniyle kayyuma devredilen Northern Rock bankasından da “avantajlı şartlarda” önemli bir hisse almıştır. Demek ki birileri, kriz ortamında da finansal piyasalarda “iyi günler” olabileceğine inanmakta ve buna göre strateji belirlemektedirler.
Küresel piyasalarda 2007’nin ikinci yarısında başlayıp artan bir şiddetle bugüne kadar süren finansal dalgalanma ve kredi sıkışmasının uluslararası finans mimarisine etkileri bakımından tarihî bir önem taşıdığı noktasında artık herkes hemfikir. George Soros’tan Alan Greenspan ve Joseph Stiglitz’e kadar küresel ekonomik sistemi yorumlayan pek çok “otorite” İkinci Dünya Savaşı’ndan hatta 1929 Buhranı’ndan bu yana en ciddi finansal krizle karşı karşıya olduğumuzu ısrarla belirtiyor. Tabii geldiğimiz noktada oluşan sistemik krizi tetikleyen dinamiklerin belli çıkarlar doğrultusunda adım adım ve bilinçli bir şekilde şekillendirilmesine sessiz kalan hatta katkıda bulunanların yaptıkları felaket tellallığı da aynı derecede inandırıcılıktan uzak.
Son dönem finansal kapitalizminin üzerinde inşa edildiği “fundamentalist” piyasacı yönetim felsefesi, piyasa aktörlerini bilinçli bir şekilde asimetrik bilgi kaynaklarını her türlü ahlaki kaygıdan uzak biçimde kullanıp kâr maksimizasyonuna odaklanmaya sevk ediyor. Acımasız rekabet, hırs ve korku üzerine kurulan bir düzende “sosyal sorumluluk” kavramı da tüm anlamını yitiriyor. Finansal piyasalarda müşterilere sunulan ürün yelpazesi de zaten moral anlamda sorumsuzluk ve kişisel kazanımın toplumsal sonuçlarını tümden göz ardı etmeye dayalı biçimde dizayn edilmiyor mu? Finansal kapitalizmin “made in USA” son sürümü hiçbir güven, bağlılık ya da uzun dönemli sadakat ilişkisinin olmadığı; son derece hiyerarşik; hissedar takıntılı ve acımasız bir yönetim modelinin farklı teori ve uygulamalarla kodifiye edilmiş şeklini temsil ediyor. Piyasa fundamentalizminin fikir babası Milton Friedman bile “özgür toplumumuzun temellerini en derinden sarsacak eğilimlerden biri, şirket yöneticilerinin hissedarlarının kârlarını arttırmaktan başka sosyal bir sorumluluk tanımamalarıdır” diyerek durumun hassasiyetine dikkat çekmişti.
Derinlikli bir analizle, son dönemdeki kredi sıkışması ve birbiri ardına patlayan finansal skandallarla aslında sadece uluslararası bankacılık ya da finansal sistemin değil, insani/ahlaki her türlü kaygıyı kâr hırsının arkasına atan kapitalist organizasyon modelinin ciddi bir sınavdan geçtiği söylenebilir. Burada söz konusu olan asla “serbest piyasa” değil; aksine spekülasyona açık bir ortamda “Ali Cengiz oyunları” ile yeni finansal ürünler icad edip devlet desteğiyle pazarlayan “dâhiler”in önünü açan, işler ters gittiğinde ise faturayı merkez bankalarından başlayıp halka uzanan bir çizgide milyonlara kesen fırsatçı kapitalist organizasyon modelidir. Krizlerle malul olan bu model, artık miadını doldurmuştur. Şu an kapitalist dünyanın bir yerinde birkaç dâhi finansör pekala yeni icad ettikleri ve bir sonraki krizi tetikleyecek olan finansal ürünleri piyasaya sunmaya hazırlanıyor olabilirler. Küresel ısınmaya paralel olarak finansal ısınmanın da artık zirve yaptığı kesindir. Bu son krizle ilgili konjonktürel gelişmeler ne olursa olsun; insanı, toplumu, çevreyi, ahlakı, geleceği ciddiye alan ve sağlığı “bankerlerin purosunun kalitesi”ne indirgenemeyen bir piyasa modeline olan ihtiyaç her zamankinden fazladır. Ezcümle kapitalizm, kapitalistlere bırakılmayacak kadar önemlidir.
Paylaş
Tavsiye Et