BİR çeyrek yüzyıl sonra o soruyu hatırladım tekrar: “Ülkenin kalkınmasında tarım mı önde tutulmalıdır, sanayi mi?” Bu soru lise yıllarımda katıldığım bir münazaranın sorusuydu. Bizim ekip tarım tarafında yer alıyordu. “Tarım daha önemlidir” fikrini canla başla savunmuştuk. Aşık Veysel’in bazı dizeleri hâlâ hafızamda.
Dost dost diye nicesine sarıldım/Benim sadık yarim kara topraktır/Beyhude dolandım boşa yoruldum/Benim sadık yarim kara topraktır
Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi/Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi/Kazma ile dövmeyince kıt verdi/Benim sadık yarim kara topraktır
Bu dizeler bize bolca alkış vermişti. Ancak kazanmamıza yetmedi. Karşı taraf sataşmıştı: “Kazma neden yapılıyor? Kazma olmazsa tarım da kıt olur” argümanıyla. Ne diyebilirdik ki ardından? Dizelerin ruhunu hiç anlamamıştı “sanayici”ler.
Münazarayı hatırlamam boşa değil. Gıda fiyatları bir süredir aldı başını gidiyor. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada. BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün gıda fiyat endeksi 2007’de yaklaşık %40 arttı. Bu artış 2006’da %9’du. 2008’in ilk üç ayında fiyat artışları daha da hızlanmış gözüküyor. Bu artışları neredeyse her tarımsal üründe görmek mümkün. Örneğin, 2000 yılından bu yana uluslararası piyasalarda buğday fiyatları üç kattan fazla arttı. Mısır fiyatlarındaki artış ise iki katı geçmiş durumda. Bu dönemde Tayland pirincindeki artış da iki buçuk katı geçti.
Kimileri bu süreci “sessiz tsunami” olarak adlandırıyor. Gerçekten bu büyük bir şok. Özellikle gıdanın tüketim harcamalarındaki payının büyük olduğu ülkeler için. Türkiye’de gıdanın enflasyon sepetindeki payı %30. Bu oran ABD’de %10 düzeyinde. Ekonomik refah arttıkça, tüketim harcamaları içinde gıdanın payı azalıyor. Bu yüzden gelişmekte olan çoğu ülkede bu oranlar daha yüksek. Örneğin, Bangladeş’te gıdanın sepetteki payı %60’lara yakın. Açlıkla savaşan çoğu Afrika ülkesini saymıyoruz bile. Bunun anlamı gıda fiyatları arttıkça enflasyonun da artacağıdır, ancak bazı ülkelerde daha çok artacaktır. Ayrıca resesyona giren ABD ekonomisinin, işleri daha da kötüleştirdiğini unutmamak gerekir.
Türkiye bir süredir tsunamiden payına düşeni alıyor. Beklenildiği gibi enflasyondaki yükselişin önemli bir nedeni artan gıda fiyatları. Mart ayı itibarıyla ekmek ve tahıl ürünlerindeki yıllık fiyat artışı %20’leri geçmiş durumda. Sadece ilk çeyrek itibarıyla ekmek ve tahıllar grubundaki fiyatlar %7, ekmek-tahıl dışı işlenmiş gıda ürünleri ise %5 civarında arttı. Gıda ve enerji fiyatlarının tarihsel olarak yıllık enflasyona yaptığı katkının çok yüksek olduğu bir dönemdeyiz. Toplam enflasyon sepetindeki payı %44’leri bulan gıda ve enerji grubundaki malların yıllık enflasyona katkısı %65’e ulaşıyor. Başka bir deyişle, gıda ve enerji fiyatları arttığı sürece %4’lük bir enflasyon hedefi hiç gerçekçi değil. Üstelik Merkez Bankası’nın bu tür arz şoklarına karşı yapabileceği çok şey yok. O halde önümüzdeki aylarda biraz daha yüksek enflasyona şimdiden hazır olalım.
Dünyada gıda fiyatlarındaki artışın çok sayıda nedeni bulunuyor. Hindistan ve Çin gibi hızlı büyüyen ülkelerin artan taleplerinin önemli bir etken olduğunu söylemek mümkün. İnsanların refah düzeyleri arttıkça tüketim alışkanlıkları değişiyor. Daha çok et ve süt ürünleri tüketiyorlar. Bu talebi karşılamak için daha çok hayvan yetiştirmek ve daha çok hayvan için daha çok besin ve daha çok tarla gerekiyor. Bu süreç tarımsal girdi fiyatlarını da artırıyor. Dünya nüfusunun artış hızını, talebi artıran bir diğer neden olarak saymak da mümkün. Diğer taraftan tarımda verimliliği ve arzı artıracak teknoloji kullanımı eski hızında değil. 1960’lı ve 1970’li yılların yeşil devrimi yok artık. Tarıma uygun araziler giderek azaldı. Gerçi Latin Amerika ve Afrika gibi bölgelerde bu potansiyel halen bulunuyor. Ancak hem sermaye eksikliği hem de teknolojik gerilik, kısa vadede önemli birer sorun. Tarımda mevcut arzın tamamen gıda amaçlı kullanıldığını söylemek de zor. Birçok Batılı ülke, tarımsal ürünlerin giderek artan bir kısmını biyoyakıt üretiminde kullanıyor. Örneğin, 2007’de ABD’de toplam mısır hasatının 1/3’ü etanol üretiminde kullanıldı. Ayrıca değişen iklim koşullarının gıda arzına ciddi bir darbe vurduğunu unutmamak gerekiyor. Küresel kuraklık birçok ülkede rekolteleri oldukça düşürdü.
Bu tarz bir açıklama gayet nötr ve objektif gözüküyor. Her şey kitabına uygun. Fiyatlardaki artış, arz ve talep koşullarının birer sonucu. Ancak ekonomi politik bir bakış açısı resimde başka unsurların da olduğunu gösteriyor. Eksik olan parça, söz konusu faktörleri etkileyen ülke/kurum ve politikaların varlığıdır. Birçok konuda serbestleşmeyi savunan ülkeler neden yıllardır tarımda korumacılığı tercih etmiştir? Batılı ülkeler çiftçisine yüksek teşvik ve sübvansiyon verirken gelişmekte olan ülke ürünlerine kapıları neden kapatmıştır? Petrol fiyatlarının bu denli yükselmesinin ABD’nin Irak’ı işgaliyle hiç mi ilgisi yoktur? Güvenli ve istikrarlı bir Ortadoğu, enerji ve petrol fiyatlarının düşmesine katkıda bulunmaz mı? ABD’nin geçmiş dönemlerdeki gevşek para politikasının şimdilerde yüksek emtia fiyatlarının oluşmasına hiç mi katkısı yoktur? Denetimden uzak kompleks bir finansal sistemin büyük oyuncularının gıda ve enerji fiyatlarında spekülasyon yapmaları imkansız bir şey midir? Finansal ile reel olan arasındaki makasın bu denli açıldığı bir sistem krizlere gebe değil midir? Neden onca küreselleşmeye rağmen fakir daha fakir, zengin daha zengin olmaktadır? Bu sorular gıda sorununun sanıldığından daha zor ve çok boyutlu olduğuna işaret ediyor.
Çözüm için ülkeler arasında ciddi bir dayanışma ve işbirliği şart. Son birkaç aylık uygulamalar ise bunun tersi bir görüntü çiziyor. Mısır’dan Rusya’ya, Endonezya’dan Arjantin’e birçok ülke tarım ürünleri ihracatlarını kısmaya başladı. Batı’da da korumacılık çanları çalmaya devam ediyor. Bu gelişmeler fiyatların kısa sürede düşmeyeceğine işaret ediyor. Ümit edelim de tarımda orman kanunu uygulamasın ülkeler. Ümit edelim ki, sanayiciler Aşık Veysel’in derdini anlasınlar. Anlasınlar, insanın insanla ve insanın tabiatla olan ilişkisindeki derinliği.
Kuşkusuz bizim de kendimize sormamız gereken başka sorular var. Tarımda verimliliği ne kadar artırdık? Topraklarımızı doğru dürüst sulayabiliyor muyuz? Teknolojiyi tarımda yeterince kullanabiliyor muyuz? Tarım politikalarımız yeterince yol gösterici ve inandırıcı mı? Bunları çiftçimize iyi anlatabiliyor muyuz? Bu konularda şeffaf ve hesap verebilir miyiz? Üreticiden tüketiciye uzanan halka etkin çalışıyor mu? Spekülasyonlara zemin verecek bir sisteme mi sahibiz? Tarımda yerli ve yabancı işbirliğini nasıl teşvik edebiliriz? Yatırımcıları yeterince teşvik edebiliyor muyuz? Sorunları erken teşhis edip hızlı çözebiliyor muyuz? Sorular aslında çok fazla. Bunlar hep aynı soru(n)lar. Çok çalışalım da bildik sorulara bildik cevaplar vermeyelim.
Paylaş
Tavsiye Et