GEÇTİĞİMİZ ayı gençlik suçları üzerine konuşarak geçirdik. Eskiden “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusu en esaslı mevzumuzdu. Memleketi bir yerlere getirme ümidimizi kaybettiğimizden midir bilinmez, artık “Ne olacak bu gençlerin hali?” serzenişi hâkim gündemimize. Gençlik sorunları dendiğinde ya eleştirel bir ton hâkim oluyor konuşmalara ya da ne yapsa yeridir mantığı devreye giriyor. İlkinde bütün toplumsal sorunların faturası gençlerin sorumsuzluğuna, aşırılığına bağlanıyor. Mayıs ayı bu yıl da her yıl olduğu gibi 68 hareketinin romantize edilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilecektir. Gençler, eski solcu, yeni liberal büyükleri tarafından kendi gençlik dönemlerine dair nostaljiler üzerinden apolitiklik sigasına çekilmeye alıştılar artık.
İkinci tavra sahip olanlar ise, gençlere bir müddet için aşırılıklarına müsamaha edilmesi gereken, çocukluk yönü baskın bir grup olarak bakıyor. Çocukluk döneminin bitmesine kadar her türlü hoşgörünün gösterilmesi gerektiği vurgulanıyor. Özgürlük her istediğini yapabilme serbestisi olarak kodlandığından ve gençliğe adeta fetişist bir şekilde kutsiyet atfedildiğinden, gençlerin her türlü aşırılığı yapmasının iyi görüldüğü bir yaklaşım söz konusu. Modern pedagoji de bu uzatılmış ergenliğin hoşgörü ile sarmalanması gerektiğini söylüyor zaten. Böylece her kültürde bir şekilde varolan “delikanlılık”a gösterilen hoşgörü, gençlerin sorumluluktan azade bir özgürlük yaşaması olarak devreye giriyor.
Peki, bu gençler kimler? Kimlik sorunları, eğitim sorunları, özgürlük sorunları, en önemlisi de uzatmalı ergenlik sorunları ile gündemde olan gençler kim?
Gençlik derken hangi kesimleri kastettiğimiz pek belirgin değil aslında. Bir uçta ergenliği belirsiz bir şekilde uzatan üst sınıfın çocukları olan uzatmalı öğrenciler var. Ailelerinin, toplumun ve devletin destek ve burslarıyla üretime katılmadan yıllarca okula giden, özgürlük ve sorumluluk arasındaki dengeyi kurmakta zorlanan ve demografik açıdan yetişkin sayılabilecek ergenler. Diğer uçta ise ergenlik gibi bir lükse sahip olmayan, çocukluktan itibaren çalışan alt gelir gruplarının, işsizlerin çocukları var. Birinciler öğrenciliklerini uzatmalı olarak yaşıyorlar ve böylece askerliği, işi ve evliliği otuzlu yaşlara kadar erteliyorlar. Okul, genci gerçek dünyadan soyutlayan, testlerin, sınavların, karnelerin dünyasına hapseden ve hayatı erteleyen bir işlev görüyor.
Halbuki işçi sınıfından bir çocuk, okuldan erken ayrılmak ve iş hayatına atılmak zorunda. Çünkü hayatını sürdürebilmek için mümkün olan en kısa zamanda “yetişkin”liğe adım atması gerekiyor. Birdenbire çocukluktan yetişkinliğe atlayıveren, tamirhanede, sanayide, sokakta çalışan bu gençlerin, lise ya da üniversiteye giden gençlerde var olan ergenlik bunalımları gibi lüks sorunlarla tanınma şansı yok.
Demek ki gençliğin sadece yaşla değil, eğitim ve üretim süreciyle de bağlantılı bir değerlendirmesini yapmak zaruri. Sosyal bilimler literatüründe gençlik, demografik olarak 15-24 arası bir yaş dönemi şeklinde tanımlanır. Gençliğin yaşam döngüsünde ayrı bir kategori ve dönem olarak yükselişi, Avrupa modernitesinin tarihine bağlanabilecek bir gelişmedir. Nitekim Peter Berger bir İngiliz sosyoloğundan naklen, gençliğin buharlı makine ile aynı zamanda icat edildiğini söyler. Buharlı makinenin baş mimarı James Watt’tır. Watt, buharlı gemilerle ve trenlerle modern insanın uzaklık yakınlık algısını değiştiren, böylece dünya algısını da değiştiren icadını yaptığında, takvimler 1765’i gösteriyordu. Gençliğin (ve çocukluğun) icadında başrolü oynayan kimse ise Jean Jack Rousseau’dur. Rousseau 1762 yılında çocuk eğitiminin temel ilkelerini dile getirdiği Emile adlı kitabında, modern çocukluk telakkisinin temellerini atar.
Gençliğin tanımını ve muhtevasını değiştiren en önemli etkenlerden biri, eğitim süresinin hızla uzamasıdır. Sanayileşmenin getirdiği profesyonelleşme ile alakalı bir gelişmedir bu. Charles Dickens’ın romanlarından hatırlanacağı üzere çocuklar ve gençler sanayi devriminin ilk dönemlerinde çok kötü koşullarda çalışırlar. Fakat sonradan gençlik, çocuklukla beraber ihtimam gösterilmesi gereken bir dönem olarak belirlenir. Bu nedenle çocukların belli bir yaşa kadar üretim faaliyetlerinde yer alması kanunla yasaklanır. Diğer taraftan, bir işe girebilmeleri, üretime katılabilmeleri için çok uzun bir eğitim sürecinden geçmeleri gerekir gençlerin.
Sonuç olarak, bundan yüz sene önce iki-üç senelik bir zaman süresi ile sınırlı olan gençlik safhası, günümüzde çoğu birey için on hatta on beş seneye kadar uzayarak gençlik denilen yeni bir toplumsal kesim ortaya çıkar.
Peki, çocuklukla yetişkinlik arasında böyle uzun ve derin bir yarık açmak, Batı toplumuna özgü bir durum mudur? Elbette her kültürün çocukluktan yetişkinliğe geçişi algılayışı ve örgütleyişi farklı özellikler gösterir. Ama gençliğin bugün anlaşıldığı şekliyle ayrı bir toplumsal kesim halini alışı, hem sanayinin uzun eğitimi gerektirmesi, hem de ulus-devletlerin vatandaşlarını yetiştirme süreci olarak gençliği merkeze almasıyla bağlantılı olarak değerlendirilebilecek bir durumdur.
Gençlik özellikle 60’lardan itibaren bir karşı kültür hareketi olarak örgütlenmişti. Onlar modern toplum eleştirisini hedefleyen ama aynı zamanda yapısı gereği, gerilimi boşaltan bir havalandırma deliği olamanın ötesine geçemeyen gençlik hareketleriydi. Nitekim 68 hareketinin militanları, bugün dünyayı yönetiyor. Eski ABD Başkanı Bill Clinton ve eşi, şimdiki ABD başkan adayı Hillary Clinton 68 sol hareketinin içinden isimlerdi. Gordon Brown’dan önceki İngiltere Başbakanı Tony Blair de bu hareketin içinde şekillendirmişti siyasi görüşlerini. Ama İngiltere, Irak’ı işgal eden koalisyon güçleri arasına onun başbakanlığı döneminde dâhil oldu. Türkiye’de ise Hatırla Sevgili dizisinde nostaljik ve taraflı bir vurguyla izlediğimiz solcu gençler, 90’lı yılların en iyi reklam yazarları olarak eleştirdikleri kapitalist sistemle işbirliği yaptılar.
Günümüzde gençlik kültürü artık siyasal muhalefetten beslenmiyor, daha ziyade tüketim süreçleri tarafından belirlenen bir konum kazandı. Hayatın ertelendiği bu dönemin gün geçtikçe daha fazla uzaması, aile ve toplumun yanı sıra benlik tanımlarını, sorumluluk duygusunu, olgunluğu, yetişkinliği de etkilemektedir. Çünkü bu dönem öyle bir dönemdir ki, hem aşırı özgürlük vurgusu hâkimdir, ama aynı zamanda ekonomik olarak aileye bağımlılık söz konusudur; hem de irade ve güç sahibi oluşun altı çizilir, ama buna mukabil sorumluluk yüklenilmez.
Philippe Aries’e göre her çağın ayrıcalıklı bir yaş dönemi vardır ve modern döneminki gençliktir. Aynen “kadın”ın bir toplumsal kategori olarak 19. yüzyılda ortaya çıkması gibi gençlik de toplumsal bir kategori olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yeni bir toplumsal kesim olan gençlerin sosyal bünye içerisinde nereye yerleştirileceği hâlâ önemli bir sorun olmaya devam ediyor.
Paylaş
Tavsiye Et