Al-Jazeera Araştırmalar Merkezi
Tercüme: Halit Özkan
AKP tecrübesi, yalnız Türkiye’deki değil, bütün Arap ve İslam ülkelerindeki İslami siyaset faaliyetlerinin karşı karşıya kaldığı ikilem, engel ve bunalımlara dair çok canlı bir örnek. Yakın zamana kadar bir dizi siyasi ve ekonomik icraatı sayesinde Türk siyaset sahnesinde güçlü bir konuma geldiğini düşünen parti, şimdi bir yaşam savaşı veriyor. Siyasi rakipleri tarafından laikliği yıkmaya çalışmakla suçlanan partinin üyeleri, bu suçlamaları reddetmekle ve partilerinin laikliğe bağlı olduğunu ispatlamakla meşguller. Bu süreçte AKP, ya çözülme ve parçalanma tehlikesini atlatacak -ki bu durumda uluslararası sistemin dışına çıkmadan ve dış baskıya maruz kalmadan iktidara gelen ve onu kullanan ilk “İslamcı” parti olacak- ya da başarısızlıkla sonuçlanmış diğer İslamcı tecrübelerle aynı kaderi paylaşacak.
Partinin yıldızı, siyasi varlıklarını ve kültürlerini Batı’ya ve uluslararası sisteme borçlu olan çağdaş seçkinlerle, halkın İslami hislerine tercüman olan seçilmişler arasındaki zorlu bir tarihî mücadele sırasında parladı. Kullandığı dille Türk halkının içinde saklı hislere hitap etmeyi başaran ve yönetime gelen AKP, sadece politik ve ekonomik alanda değil, bütün bir siyaset oyununun referansını teşkil edecek prensipler alanında da rakiplerinin açık muhalefetiyle karşılaştı. Dışarıdan bakanlar Türkiye’yi, halkın gerçek kültürünü esas alan yerli partilerin, Batı kültürüyle yetişmiş modern seçkinlerin elinden iktidarı barışçıl bir süreç sonunda teslim aldığı ilk örnek olarak görmeye hazırlanırken, AKP’yi yerinden etmek ve yöneticilerini siyasetten uzaklaştırmak amacıyla açılan dava sonucunda birden her şey tam tersine döndü.
Aslında Türkiye’deki mücadeleyi, ekonomik veya siyasi değil, varoluşsal bir mücadele olarak görmek gerekiyor. Türkiye’de siyasi elit, kendisini hem devletin kuruluş esaslarının hem de modern dünya yahut uluslararası meşruiyet ile arasındaki bağı sağlayan siyasi kültürün koruyucusu sayıyor. Kendisiyle Batı arasında laiklik konusunda doğal bir ittifakın varlığını kabul edip, ara sıra çıkan ihtilafları öze ilişkin saymazken; doğal muhalifi saydığı dinî partilerle arasındaki anlaşmazlıkların ise öze dair olduğunu savunuyor. Halkın yerli kültürü üzerine kurulu partilerin kapatılmasını istemeye cesaret edebilmeleri de, söz konusu muhafızlık iddialarının bir tezahürü.
AKP’nin büyük bir kargaşaya yol açmadan iktidara gelebilmesinin sırrı ise iki dili başarıyla birleştirebilmesinde yatıyor: İçeride, Türk toplumunun köklerini İslam’da bulan hislerine hitap eden dil ile, dışarıya karşı kendilerini tamamen laik gösteren ve dinî prensipleri esas almadıklarını söyleyen dil. Parti bu iki dil sayesinde bir yandan içerideki meydan okumalara karşı durup sorumluluk almayı, diğer yandan da dışarıya karşı ülkenin laik görüntüsünü korumayı başardı.
AKP’nin muhalifleri hakikat ve mecaz üzerinden dil oyunları yapmakla alakalı çok önemli bir şeyi fark ettiler. Buna göre AKP, laik olduğunu açıkça söylemesi gerektiği zaman, aslında bunun tersini ifade etmek üzere mecaza başvuruyordu. Mesela laik devlet kurumlarında başörtüsü kullanılabilmesi konusunda müsamahakâr tavrı ve hatta bu yönde kanunlar çıkarmaya çalışması, rakiplerinin gözünde AKP’nin esas itibarıyla dinî bir parti olduğunu gösteriyor. Başörtüsünü laikliğe aykırı bulan AKP muhalifleri şimdi mücadeleyi açık ifadeden telmih sahasına yahut dil sahasından simge sahasına taşıyorlar ve böylelikle AKP’ye en büyük meydan okumayı yapmış oluyorlar. Artık ondan istenen, ya bu simgeleri inkar etmesi yahut bunların laikliğe aykırı olmadığını ispatlaması. Acaba AKP kendisinin İslam’ı referans alan bir parti olmadığını “açıkça” ifade etmesi gibi, bu simge alanında da bir taviz verecek mi?
AKP, uluslararası düzene ve onun modern kurumlarına derinlemesine etki etme gücüne sahip İslami partilerin başında geliyor. Dolayısıyla onun başarısı ya da başarısızlığı bütün İslami siyasetin başarısı ya da başarısızlığı olacaktır. Uluslararası düzenin “Siyasal İslam” adı verilen fenomeni özümsemede ne kadar başarılı ya da başarısız olduğunu da gösterecektir. AKP, kültürel ve dinî aidiyetlerini gösteren simgelerden taviz verme yoluna gitmeksizin, politik faaliyetler ve iktidar sorumluluğu konularında İslami referanslarla hareket etmeme iddiasını sürdürebilirse, İslami siyaseti mümkün olan en ileri noktaya taşımış olacaktır. Böylece Türkiye’de barışçıl yollarla el değiştiren gerçek demokrasi kök salacaktır. Ancak AKP laikliğe aykırılık gerekçesiyle İslami simgeleri inkar yoluna gidecek olursa bu, Batı yanlısı elitle yerli seçilmişlerin, siyasi varlıklarını bir arada sürdürmelerinin imkansızlığına delil teşkil edecektir.
AKP kurnaz olsa da, laikliğin bekçilerini ve arkalarındaki Batılı politik düzeni kandırabilecek durumda değil. Çünkü Avrupa aklı İslami simgelerin dünya siyasetinde yer almasına müsaade etmeyecek kadar uyanık. Batı’ya bu uyanıklığı sağlayan şey, Kilise’nin hâkimiyetini kırarken kendisinin de aynı simgesel dili kullanmış olması sayesinde kazandığı tecrübedir. Üstelik Thomas Hardy’nin “Galileo, dünyanın güneş etrafında döndüğünü şiirle ifade etseydi hiç problem çıkmayacaktı” sözünden de anlaşıldığı gibi Kilise de buna razıdır. Nesiller boyunca kendi inanç ve düşüncelerini dolaylı olarak ifade edebilmek maksadıyla simgesel bir dil geliştirmek gibi tarihî bir tecrübeye sahip olan Avrupa’nın, AKP yahut başka bir muhalifi tarafından aynı şeyin yapılmasına izin vermesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle Batı ve onun Türkiye’deki tebaası, AKP’nin laikliğe bağlı olduğunu “sarahaten” ifade etmesiyle yetinmeyecek, bunu simgesel düzlemde göstermesini de isteyecektir.
AKP’nin bunu kabul etmesi halinde, laik ve Batılı siyaset kültürü, daha önceki İslami siyasi tecrübeleri ambargo, baskı veya ilişki kesme türünden numaralarla mezara koyduğu gibi, bu tecrübeyi de bir şekilde yutmuş olacaktır. Ancak AKP kendi diline/söylemine sahip çıkmayı sürdürecek olursa, bir koltukta iki karpuz taşımayı başarmış demektir. Kanaatimce AKP’nin bu ikili söylemi kısa vadede kendisine faydalı olsa da, Türkiye’nin Avrupa’ya katılımı görüşmeleri sırasında yarar sağlamayacaktır. Çünkü Avrupa söz konusu görüşmelerin başlaması için Türk partilerinin İslami köklerinden hem gerçekte hem görünürde vazgeçmesini şart koşmaktadır.
Türkiye örneği “Siyasal İslam” kavramının geleceği konusunda ciddi sorular sormamıza imkan veriyor. AKP’nin ikili söylemi başkaları tarafından da uygulanabilir mi? Sonuçta inkar edecek olduktan sonra “dinî” esaslara dayalı siyaset üretmenin ne anlamı var? İslami siyaset, kendi bağlılarını önünde sonunda Batı’nın laik ve çağdaşçı siyaset oyununa teslim edecekse Siyasal İslam’ın ne anlamı var ki? Son olarak, İslamcılar ve diğer Müslümanlar siyasi ıslahatın ancak dünya düzenine tabi olmakla, ahlaki ıslahatın da ancak modernizm çatısı altına girmekle gerçekleşeceğine mi inanıyorlar?
Paylaş
Tavsiye Et