OBAMA Çin’i ne düşman ne de dost, sadece bir rakip olarak gördüğünü söylüyor. Gerçekte ise Çin, ABD’nin en sadık ortaklarından biri. ABD’nin ticaret açığının her yıl milyarlarca dolarını kasasına dolduran Çin, bu miktarın adeta zekatını Amerikan savunma harcamalarından dolayı oluşan bütçe açıklarını kapatmak için Washington’a geri gönderiyor. Ancak ABD’nin içinde bulunduğu kriz ortamında Çin’in şimdi bu ülkeyle paylaşması gereken bir şey daha olacak: Dünya hegemonyası.
Geçen ayın ilginç haberleri arasında, Çin’in Somali açıklarına üç savaş gemisi göndermesi vardı. Somali’deki otorite boşluğundan dolayı artış gösteren korsan faaliyetleri son dönemlerde bölgedeki deniz trafiğinin başını bir hayli ağrıtıyordu. Bu olaydan en fazla etkilenen ülkelerden Çin, ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere harekete geçti. Şimdiye kadar Çin, dünya hegemonyasının tesisi konusunda ABD ile birlikte hareket eden ve onu destekleyen bir strateji izledi. Ancak dünya sistemi hegemonya alanında boşluk kaldırmıyor. ABD içinde bulunduğu mali krizden dolayı masrafları kısma yoluna gidip bu vazifeyi üstlenmekte gönülsüz davranırsa bundan sonra Çin savaş gemilerini Ortadoğu’da da görebiliriz.
Doğrusu Çinlilerin bu hegemonya ortaklığı konusunda epey bir masraf yapması gerekiyor. Çin hükümeti elindeki 1,3 trilyon dolar fazlasını bu iş için kullanabilir. Ancak hegemonyanın ABD’ye her yıl 500 milyar dolar askerî harcamaya mal olduğunu düşündüğümüzde bu sayılı paranın uzun ömürlü olmayacağı ortada. Çinliler bir büyük güç olmak için gerekli askerî teknoloji konusunda bir hayli geride olduklarının farkındalar. Örneğin ABD’nin elinde halen on bir nükleer savaş gemisi varken, savaş gemisine sahip olan ülkeler (İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya) arasında Çin yok. Buna karşılık Çinliler uzay savaşı konusunda bir hayli mesafe aldılar. Ayrıca Çin’in elinde ABD’nin Asya’daki üslerine ilaveten kıtasal ABD’yi vuracak güçte nükleer başlıklı uzun menzilli füzeler bulunuyor. Bu açıdan Çin, ABD’ye karşı her cepheden “karşılıklı garantili imha gücü”ne sahip. Kısacası ne Çin ne de ABD bir diğerine karşı kendisini nükleer anlamda imha riskini göze almadan saldırıya geçemez. Şimdiye kadar hegemonya savaş neticesinde el değiştirmiş, uluslararası sistemin yeni kuralları bir dünya savaşı yoluyla belirlenmişti; ancak nükleer silahlar nedeniyle egemen güçle bu konuma aday olanlar arasında bir savaş çıkması imkansız. Bu ise şimdiye kadarki örneklerden çok daha büyük bir kriz anlamına gelebilir.
ABD’nin de Çin’in de yaptıkları askerî harcamaların birbirlerine karşı bir işe yaramadığı ortada. ABD her yıl yarım trilyon doları çöpe atarken hedefinde Çin bulunmadığı gibi, Çin de yeni askerî harcamalarıyla nükleer silahlar gibi paradigma değiştiren yeni bir teknoloji geliştirmedikçe ABD’ye karşı dengeyi bozabilecek bir üstünlüğe kavuşamayacak. Ancak özellikle Çin bakış açısına göre, harcanan bu kadar para ve silahlanma bir şey için gerekli: Petrol akışı ve serbest ticaretin devamını sağlayacak istikrarın temini. Şayet ABD bu istikrarı temin etmeye devam ederse Çinliler de bundan memnun olacaklar ve ABD’ye borç vermek suretiyle mütevazı katkılarda bulunmaya devam edecekler. Ancak bu katkı hiçbir zaman Çin’in menfaatlerine denk bir katkı olmayacak. Zira hegemonya destekçisi ülkeler bedavacılığı (free-riding) tercih ederler, yani masrafları üstlenmeden menfaatlere ortak olmayı severler. Bu durum ise egemen güç üzerinde giderek kaldıramayacağı bir yük doğurur. Neticede egemen güç, elindeki kaynakları askerî gereksinimlere harcamak zorunda kalır. Zamanla egemen güçle kenarda bekleyenlerin ekonomik gücü dengelenir ve hegemonya zayıflamaya başlar. Egemen güç mevcut konumunu devam ettirmek ister, ancak reel gücü yeni bir düzenlemeyi gerekli kılar. Dünya sistemi halen bu aşamada bulunuyor.
Obama yönetimindeki ABD’nin karar vermesi gereken şey şu: ABD hegemonyanın masraflarını tek başına üstlenmeyi ne kadar sürdürecek ve Çinlileri, Japonları ve Avrupalıları nereye kadar sırtında taşıyacak? ABD bir “Amerikan sonrası yüzyıl”a geçişi ne kadar suhuletle yapabilecek? Doğrusu Amerikalılar hegemonyadan vazgeçmek istemiyorlar, sadece Çinlileri ve diğerlerini kendi paylarına düşeni yerine getirmeye davet ediyorlar. Çinliler ise ABD’nin şerif olarak güvenliği sağladığı bir kasabada dükkan açmış durumdalar ve satışlardan memnunlar.
Şu sıralar merkantilist Amerikalılar şu cümleleri mırıldanıyorlar: “Çin’e yaptığımız yatırımlar ve bu ülkeye kapılarımızı tamamen açmamız sonucu oluşan ticaret açığıyla Çin çok ciddi bir sermaye birikimine sahip oldu ve şimdi bunu bize karşı bir koz olarak kullanıyor. Küreselleşme ve liberal ekonomi hevesiyle Çin’i başımıza bela ettik. Üretim gücümüzü kaybettik. Son derece kaypak bir zemin olan enformasyon teknolojileri sektörü dışında bir üstünlüğümüz kalmadı. Onca masrafla kurduğumuz ve devam ettirdiğimiz askerî hegemonyayı Çin’in istifadesine sunuyoruz. Belimizi büken bu ekonomik sıkıntı içinde Çin’i nereye kadar sırtımızda taşıyabiliriz? Dünyaya istikrar gerekiyorsa Çinliler masraflarımıza ortak olsunlar.”
Çin şimdilik olan biteni kenardan izlemeyi tercih etse bile bazen Somali örneğinde olduğu gibi elini taşın altına sokması gereken durumlar çıkabiliyor. Ancak Çin’in dünya hegemonu olarak ABD’nin yerine geçmesi için daha çok zaman var.
Paylaş
Tavsiye Et