Kitap
Salime Leyla Gürkan
İstanbul: İSAM Yayınları, 2008
İnsanoğlu, yeryüzündeki serüveninin başlangıcından bu yana din olgusu ile sıkı bir ilişki içerisinde olageldi. İlk insan Hz. Adem’in aynı zamanda ilk peygamber olması bu tespitin başlıca kanıtlarından biri. Bununla birlikte, tarih boyunca toplumları, kültürleri ve siyasi oluşumları en derinden etkileyen unsurun din olması, dinin insanlık tarihi içerisindeki önemli yerine işaret eden bir başka unsur. Zira tarih boyunca savaş, barış, sürgün, göç gibi pek çok siyasi ve toplumsal vakıanın sebepleri arasında en göze çarpanlar dinî gerekçeler oldu.
Bu durum, dünyanın dinden onca uzaklaşma çabasına ve olanca sekülerleşmesine rağmen hâlâ değişmeyen bir olgu. Cari tabloda siyasi, kültürel ve toplumsal gelişmelerin hemen hepsi bir noktada dinî olan ile ilişkilendirilmek zorunda. Süregelen bölgesel ve yerel pek çok sürtüşmenin, çekişmenin ve kavganın siyasi gerekçeleri kadar, dinî gerekçeleri de göz ardı edilemeyecek derecede önemli.
Özellikle semavi dinler olarak adlandırılan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in, bu anlamda oynadıkları roller ile insanlık tarihini değiştirme ve dönüştürme kapasiteleri diğer bütün dinlerden bariz bir biçimde farklı. Bu üç din, gerek ortaya çıktıkları toplumsal ve siyasi şartlara yaptıkları müdahalelerle, gerekse birbirleri ile girdikleri ilişkilerle tarihin en önemli dinamikleri arasında yer aldılar ve bu durumlarını günümüzde de sürdürüyorlar.
Bu nedenle dünyanın gidişatını anlamanın belki de olmazsa olmaz şartlarından birinin bu üç dini ve onların birbirleri ile girdikleri ilişkileri en iyi şekilde anlamak olduğunu iddia etmek abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. Geçtiğimiz günlerde İSAM Yayınları arasından çıkan, Salime Leyla Gürkan’ın titiz çalışması Yahudilik, bu önemli ihtiyacın bir yönüne cevap teşkil ederek fikir hayatımızdaki yerini aldı. Birinci el kaynaklardan ve konu üzerine yapılan önemli akademik çalışmalardan yararlanarak hazırlanan çalışma, Yahudiliğin oluşumunu, mahiyetini ve diğer dinlerle ilişkilerini yetkin bir şekilde anlatırken, bu alanda Türkçede yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri olma özelliğini taşıyor. / Fatmanur Altun
Tavsiye Et
William McNeill
Türkçesi: Yusuf Kaplan
İstanbul: Külliyat Yayınları, 2008
Avrupa menşeli ilerlemeci tarih yorumunun, tarih içerisindeki hâkim akım olduğunu söylemek artık güç olsa da, bu tarih algısının zihinlerde bıraktığı tortunun etkilerini sürdürmeye devam ettiği bir gerçek. Özellikle Batı dışındaki pek çok coğrafyanın kalkınma ve modernleşme saplantısının altında bu algının yattığını görmek mümkün. İlerlemeyi tarihsel bir dinamik olarak gören bu anlayış, Batı’nın ulaştığı noktayı nihai nokta, Batı-dışı dünyayı da bu noktaya ulaşması gereken topluluklar olarak görüyor. Bu da kaçınılmaz biçimde, her anlamda Batı merkezciliği gündeme getiriyor. Söz konusu alanların başında da tarih yazımı geliyor. Her ne kadar ilerlemeci tarih yorumu ile birlikte, Avrupa merkezli tarih yazımına da ciddi eleştiriler getirilmiş olsa da, bu türden tarih yazımı bütünüyle terk edilmiş değil. 19. yüzyılda “Avrupa tarihi” kavramı ile “dünya tarihi” kavramlarını rahatlıkla ve çekinmeden birbirlerinin yerine ikame eden ve etkileri son yıllara kadar süren bu anlayışın, yalnızca Batı coğrafyasını etkilediğini söylemek ise maalesef mümkün değil. Aksine, Batı dışı ülkelerin Batılılaşmış elitleri tarafından kurgulanan eğitim ve kültür politikalarının, Avrupa merkezli tarih anlayışını, belki de Batı’da olduğundan daha fazla yaygınlaştırdığı ve beslediği aşikâr.
Oysa kimi Batılı ve Batılı olmayan tarihçilerin bu anlayışın yanlışlığını fark ettikleri ve bu anlayışı kıyasıya eleştirdikleri görülüyor. Bunların başında yer alan Kanadalı tarihçi McNeill’in Avrupa Tarihinin Oluşumu isimli eseri ise bu türden eleştirilerin dile getirildiği önemli çalışmalardan biri. 1974 tarihli çalışmanın dilimize henüz kazandırılmış olması, kültürel atmosferimiz açısından bir garabet gibi görünse de Külliyat Yayınları’nın bu geç kalınmışlığı telafi etme çabası saygıyı hak ediyor. Kitabın editörlüğünü yapan Yusuf Kaplan’ın çarpıcı sunuşu ile okurla buluşan çalışma, fikir hayatımızda yeni ufuklar açmaya aday./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Mümtaz’er Türköne
İstanbul: Nesil Yayınları, 2008
Yakın tarihimize dönüp baktığımızda karşılaştığımız manzara hiç de iç açıcı değil. Darbeler, kardeş kavgası, iktidar çekişmeleri ve türlü entrikalar içinde heba edilen yıllardan ibaret aslında yakın tarihimiz. Daha iyi bir gelecek inşa etmenin yolu ise bu acı dolu tarihle hesaplaşmaktan geçiyor.
Geçtiğimiz günlerde Nesil Yayınları tarafından yayınlanan 68 Kuşağı adlı çalışma, bu hesaplaşmanın önemli bir parçasına talip. 1968 baharında Fransa’da başlayan eylemlerin Türkiye’de bulduğu karşılığın, Fransa’daki olaylarla hiçbir mahiyet benzerliğinin olmadığını savunan Mümtaz’er Türköne, bizim 68’lilerimizi “Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil” olarak adlandırıyor. 68 Kuşağı’na ilişkin çarpıcı tespitlere yer veren çalışma, sahip olduğu tarihsel malzeme ile önemli bir belgesel niteliği taşıyor./ Fatmanur Altun
Tavsiye Et
René Guénon
Türkçesi: Vildan Yalsızuçanlar
İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2008
Geleneksel ekolün kurucusu olarak kabul edilen Rene Guenon (Abdülvahid Yahya) bir yandan Çin, Hind ve İslam tasavvufunun önemli meseleleri üzerine çalışırken, diğer yandan da Batı medeniyeti üzerine kafa yoran büyük bir Müslüman düşünür. Pek çok klasik kaynaktan etkilenmekle birlikte kendi özgün düşünce stilini de geliştirmiş olan bu âlimin, Varlığın Mertebeleri adlı önemli çalışması, Etkileşim Yayınları’ndan çıktı. Saf metafiziği konu edinen çalışma, küçük hacmine karşılık, okuru son derece derin tartışmalarla karşı karşıya getiriyor. / Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Nazan Bekiroğlu
İstanbul: Timaş Yayınları, 2008
“…Âdem, İLLÂ’ya giden yolda bir LÂ hecesidir. İsyan tecrübesi onun ilk halidir. Âdem cümlenin daha başında LÂ diyecek, reddedecek özgürlüğe sahip olduğu halde İllallah’a varmasıyla yaratılmışların en güzelidir, mümkünler âlemindeki o en esrarlı heceyle, kendiliğinden değil, bile isteyedir. LÂ, hiçlik mesabesi, öyleyse sonsuzluk ekidir.” (LÂ: Sonsuzluk Hecesi, Nazan Bekiroğlu)
Hazreti Âdem’in hikâyesi, her şeyden önce bir sürgünün veya zorunlu bir göçün, cennetten ve onun bal ve süt ırmaklarından, dalları yerlere eğilen meyve ağaçlarından ve ana rahmi konforundan uzaklaştırılıp hiç bilmediği başka bir dünyanın orta yerine atılıveren âdemoğlunun hikâyesi. İnsanoğlunun dünyaya gelişiyle de özdeşleştirebileceği bu hikâye “Bütün sürgünlerim bir bakıma bu ilk sürgünün süreği” dizesinde Sezai Karakoç’un da dediği gibi bir ilk örnek. Bu sürgünle birlikte bir imtihan meydanına dönüşen yerkürenin insana mesken kılınmasının bahanesi ve Âdem’in cennette başlayan imtihanının bir sonraki durağıdır artık dünya.
Nazan Bekiroğlu’nun Timaş Yayınları’ndan çıkan son romanı LÂ: Sonsuzluk Hecesi, Âdem’in dünyaya sürülüş hikâyesini konu ediniyor: Merak, vesvese, yalan, utanma, hastalık, babalık, karar-kararsızlık gibi dünyaya ait duygu ve durumlarla tanışmasını, pişmanlığını ve tövbelerini; Âdem ve Havva’nın yeni tanıştıkları bu dünyaya alışmaya çalışırken yaşadıkları dramı; hem birbirlerini hem de eşyayı ve isimlerini tanıma serüvenlerini; Âdem ve Havva’nın dünyadaki iki kişilik yalnızlıklarını; Hâbil ve Kâbil’le gelen ağır imtihanlarını.
Nazan Bekiroğlu’nun kendine has üslubuyla kaleme aldığı Âdem ve Havva hikâyesi, dünya tarihinin hiçbir zaman sonu gelmeyen ve gündemden düşmeyen bir öğesi olarak göç ve ilticanın ilk örneğinin sürreel anlatımı./ Ayşenur Gönen
Tavsiye Et
Yahya Kemal / “Eve Dönen Adam”
Hazırlayan: Beşir Ayvazoğlu
İstanbul: Kapı Yayınları, 2008
Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
(Rindlerin Ölümü, Yahya Kemal Beyatlı)
“Bir Jön Türk olarak kaçtığı ve dokuz yıl yaşadığı Paris’te siyaset bilimi okuyan ve modern Fransız şiiriyle tanışan Yahya Kemal, Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken yeni bir şiir, tarih, vatan ve millet anlayışıyla ‘ev’e döndü ve Modern Türk şiirinin doğuşunda etkin bir rol oynadı. Üstlendiği önemli rollerden biri de, 1923 öncesinin yok sayıldığı bir devirde etkili, fakat kavgacı olmayan bir muhalefetle kültürde sürekliliğin önemini vurgulamak olmuştu. Türk tarihinin ve kültürünün bir özeti olarak gördüğü İstanbul’a odaklanan şiiri ve düşüncesi, Osmanlı kültürüyle Cumhuriyet devrinde inşa edilmek istenen kültür arasında köprüler kurarak kimlik krizini aşmaya çalışanlar için sağlam bir tutamak oldu. Arkasında çok az metin bıraktığı halde bu sebeple hâlâ etkilidir ve ölümünün 50. Yılı olan 2008 bu sebeple “Yahya Kemal Yılı” ilan edilmiştir.” (Eve Dönen Adam’dan)
50. ölüm yıldönümü münasebetiyle çeşitli etkinliklerle anılan Yahya Kemal Beyatlı -ki asıl adı Ahmet Agâh’tır- bilindiği üzere, çoğunlukla Tevfik Fikret, Ahmet Haşim ve Mehmet Akif Ersoy’la birlikte anılan 20. yüzyıl Türk şiirinin önemli isimlerinden birisi. Beşir Ayvazoğlu’nun Kapı Yayınları’nca yayınlanan bu ansiklopedik mahiyetteki çalışması aslında kitabın bol miktarda görsel malzeme içeren bir baskısının farklı versiyonu. Prestij kitabı olarak tasarlanan ilk baskının daha geniş bir muhatap kitlesine ulaşması için hazırlanan yeni neşri niteliğindeki kitap, şairin hayatına şu veya bu şekilde girmiş kişileri, etkilendiği şairleri, yazarları, yaşadığı ve eserlerinde bir şekilde zikrettiği şehirleri, yazdığı gazete ve dergileri, alışkanlıklarını, zaaflarını, etrafındaki tartışmaları yirmi dokuz bölümlük ansiklopedik bir tasnifle ele alıyor. / Ayşenur Gönen
Tavsiye Et
Üç Aylık Bilimsel Kültürel Dergi
Yaz 2008, Sayı: 19
Balkanlar, işaret ettiği sınırlardan öte zengin tarihî ve kültürel mirasıyla, Türkiye’nin (bölgeden yüz çevrilen kimi politikalara ve dönemlere rağmen) göbek bağıyla bağlandığı bir coğrafya. Tarih boyunca etnik çatışmaların yaşandığı, ince hesapların döndüğü ve dengelerin sürekli değiştiği bölgenin, en istikrarlı dönemini Osmanlı hâkimiyeti esnasında yaşadığını söylemek abartı sayılmaz. 80’lerden sonra, ulus-devletçiliğin ve karşısındakini tehdit olarak algılayan politika(cı)ların da etkisiyle bölgede yaşanan hadiseler herkesin malumu. 17 Şubat 2008’de Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesiyle başlayan yeni süreç, Türkiye’yi diplomatik bakımdan da önemli aktörlerden biri haline getirdi.
1950 yılında kurulan Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (o zamanki adıyla Vardarlılar Yardımlaşma Derneği)’nin yayınladığı Rumeli Kültürü dergisi, Balkanlar’ın bugünkü yeniden inşa sürecinde milliyet, din ve kültür unsurlarına bigane kalınamayacağından hareketle, bu sürece olumlu yönde katkıda bulunmak amacıyla yayınlanıyor. Genel Yayın Yönetmeni Halit Eren’in ifadesiyle “Balkanlar’ın ihtiyacı olan değerlerin, yüzyıllar boyunca orada eşsiz bir barış, adalet ve merhamet ortamı tesis etmiş bir medeniyetin mirasçıları tarafından yaygınlaştırılabileceğine duyulan inançla çalışmalar yapmaya, Balkan irfanına katkıda bulunmaya” çabalıyor.
Derginin 18. sayısında, derneğin 3-6 Mayıs 2007’de Üsküp’te düzenlediği “Üsküp’te Osmanlı Medeniyeti” programına yer verilmiş, program dahilinde düzenlenen panele konuşmacı olarak katılan Prof. İdris Bostan, Prof. Mehmet İpşirli, Prof. Ahmet Şerif ve Dr. Önder Bayır’ın tebliğleri yayınlanmıştı. 19. sayıda ise Dr. Önder Bayır, Balkan araştırmalarında Osmanlı arşivlerinin rolünü irdeliyor. Dr. İlyas Kamalov, Altınorda Devleti ile Bulgar Hanlığı arasındaki tarihî bağları inceliyor. Dr. Fahri Atasoy ile Doç. Hilmi Demir küreselleşme ve kimlik konularına değiniyorlar. Tahsin Sami bu yıl kaybettiğimiz Cengiz Aytmatov’u ve eserlerini değerlendiriyor. İSAM’da görevli Kenan Yıldız, Rusya’nın Balkanlar üzerindeki siyasi hedeflerini kiliseler aracılığıyla gerçekleştirme çabalarına dair bir lâyihayı günışığına çıkarıyor. M. Fatih Salgar, klasik Türk müziğinin ünlü bestecisi, söz yazarı ve yorumcusu Yesâri Âsım Arsoy’un öyküsünü okurla paylaşıyor.
Rumeli Kültürü, Rumeli’yle ilgili kitap, müzik tanıtımları, Rumeli’den haberler ve dernek haberleri ile son buluyor. / Nermin Tenekeci
Tavsiye Et