SEKİZ yıllık George W. Bush iktidarı artık tarih kitaplarındaki yerini alıyor; ancak yarattığı tsunaminin etkileri daha uzun süre dünya siyasi iklimine renk verecek. Amerikan tarihinin ilk siyah başkanı Barack Obama, 20 Ocak’ta görkemli bir törenle koltuğa otursa da, Bush döneminde özellikle Ortadoğu coğrafyasının yaşadığı yıkımlar, savaşlar ve yargısız infazları ne dünya halkları ne de dünya sistemi hafızasından silebilir. Şimdi ise yeni başkan Obama’nın dünya politikasına hangi yenilikleri getireceği, Obama döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinin nasıl seyredeceği önemli sorular olarak karşımıza çıkıyor. Obama’nın özellikle Ortadoğu’da doğru adımlar atması için bölgenin dinamiklerini yakından tanıyan bir dost sese ihtiyacı var.
Seçim kampanyasına “değişim” sloganının damgasını vurduğu Obama’nın, her adımında ancient regime (eski rejim) olarak gördüğü Bush döneminin sekiz yılının olumsuz mirasını onarmaya çalışacağı açık. Obama’nın, yemin töreninde yaptığı konuşmada, Bush’un aksine güvenlik ile demokrasi arasında bir çelişki bulunmadığını, yani güvenlik için demokrasiyi ve kurucu ilkeleri feda etmeyeceklerini, kimsenin düşmanı olmadıklarını, uluslararası kurumlar ve müttefiklerle birlikte çalışacaklarını belirtmesi bunu ortaya koyuyor. Obama, İslam dünyasına karşılıklı çıkarlar ve saygı çerçevesinde hareket edileceği mesajını verirken, İran ile ilişkileri yumuşatma sinyali gönderiyor. Obama’nın konuşmasındaki “amaçlarına ulaşmak için terörü ve masum insanları öldürenler” vurgusu, sadece terör örgütlerine değil, ayrıca masum sivilleri öldüren “devletler”e de bir mesaj gibi görünüyor. Kısacası Obama’nın yemin töreni konuşması, geçmişe rağmen Amerikan politikasında realist bir beyaz sayfa açma çabasının köşe taşlarını döşüyor.
Obama’nın göreve geldikten sonra attığı ilk adımlar da, konuşmasında vurgu yaptığı hususlar çerçevesinde şekilleniyor. Terör zanlılarının tutulduğu Guantanamo Üssü’nün kapatılmasını hızlandıracak bir düzenlemeyi başlatan Obama, daha sonra Pentagon’a Irak’tan on altı ay içerisinde çekilmek için hazırlık yapılması emrini veriyor. İçeride ise eski yönetimden farklı olarak kürtajı destekleyen kurumlara devlet fonu aktarılmasını engelleyen yasayı kaldırıyor, “bilime eski itibarını kazandıracağız” sözünün paralelinde kök hücre çalışmalarına izin veriyor.
Obama Ortadoğu’yu Doğru Okuyamıyor
Yönetime geldiği ilk günlerde ortaya koyduğu bu performansın ayrıntılı bir analizi, Obama’nın dış politikaya getireceği yenilikler ile ilgili soru işaretleri doğuruyor. Zira Obama, enerji politikasından kürtaja ya da kök hücre çalışmalarına kadar iç politikada Bush döneminden mutlak bir ayrışmanın temsilciliğini üstlenebilirken, dış politikada vaat ettiği değişimin örneklerini sergileyemiyor. Örneğin başkanlığının ilk günündeki Ortadoğu girişimi, bölgedeki aktörleri ve değişimi doğru okuyamadığını gösteriyor. Ortadoğu uzmanı İngiliz gazeteci Robert Fisk’in 22 Ocak’ta The Independent gazetesinde yayımlanan yazısında, “Obama bölgede herkesin bildiği bir gerçeği söylemeye cesaret edemiyor” diyerek getirdiği eleştiri, bu yanlış okumaya dikkat çekiyor. Zira Obama, Gazze’de 1.300’den fazla kişinin hayatını kaybettiği saldırıların ertesinde, Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas ve İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile telefon görüşmeleri yapıyor. Daha önce “diyalog kuracağım” dediği Hamas ile temasa geçmeyerek, Fisk’in dediği gibi, son çatışmaların temelinde yatan gerçeği teğet geçiyor. Daha sonra Ortadoğu barışı için Mısır ve Ürdün ile temas kuruyor. Yani çözümü, toplumlarında meşruiyeti sorgulanan eski jargon ve aktörlerde arıyor. Obama “değişim” diyor; ancak coğrafyada ve bölge toplumlarında yaşanan değişimleri, Hamas’ın da artık önemli bir aktör olduğu gerçeğini kavrayamıyor. Oysa Ortadoğu’da seçim sandıkları açılmaya başladığından beri barış sağlanabilmesinin yolu, sokağın ne düşündüğünden geçiyor.
Dahası Obama’nın, dünya siyaset literatürüne yeniden hatırlattığı birçok etik kavram ve ilkelerin nasıl uygulanacağına ilişkin bir projesi de bulunmuyor. Guantanamo’nun kapatılmasını emretse de, başta Afganistan’daki Bagram Üssü olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde tutukluların bulunduğu ve Guantanamo ile benzer şartların hâkim olduğu askerî üslerle ilgili ne yapacağı sorusu cevap bekliyor. Diğer yandan Irak’tan çekilmeye hazırlanan Obama, rotasını Hint alt-kıtasına çeviriyor. ABD güçlerinin Afganistan’daki operasyonları sıklaştırıldı; insansız Amerikan uçaklarının 23 Ocak’ta Pakistan’a düzenledikleri saldırılarda 20’den fazla sivil öldürüldü.
ABD Türkiye’nin Sesine Kulak Vermeli
İki kutuplu dünya düzeninin ortadan kalktığı 1991 sonrası Türkiye-ABD ilişkileri üç ana dönemde irdelenebilir. 11 Eylül 2001’e kadar olan ilk dönem, ABD’de ağırlıklı olarak Demokratların iktidarda olduğu; Yeni Dünya Düzeni, özgürlükler, demokratikleşme gibi kavramların öne çıktığı; Soğuk Savaş’ı kazanan ABD’nin özgüvenle hareket ettiği bir zaman dilimiydi. Bu dönemde her ne kadar Türkiye’de, artan terör saldırıları nedeniyle ABD’nin tersine güvenlik algısı öne çıkıp ciddi insan hakları ihlalleri gerçekleştiyse de, Karadeniz, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz’de kesişen ortak çıkarlar ilişkilerin rayında gitmesini sağlıyordu. 11 Eylül saldırıları sonrasında epey sarsıcı olan ikinci döneme girildi. ABD’nin yaklaşımında çok taraflılığın yerini tek taraflılık, özgürlüğün yerini güvenlik aldı. Aynı dönemde ise Türkiye, AB üyeliği çerçevesinde yeni bir demokratikleşme sürecine girdi. Ve Irak Savaşı ile Türk-Amerikan ilişkileri, tarihinin en zor günlerini geçirdi. Türkiye 1 Mart Tezkeresi sonrası, üstü kapalı tecrit edilen ülke konumuna geldi. Bu durum ABD’nin Irak’ta Türkiye’nin yardımına muhtaç olduğu anlaşılana kadar devam etti.
Obama yönetimi ile birlikte Türkiye-ABD ilişkileri, Soğuk Savaş sonrasında üçüncü dönemine giriyor. Bu dönemde iki ülke ilişkileri altın çağını yaşayabilir. Çünkü Obama’nın başkanlığında Türkiye ile ABD’nin çıkar ve söylemleri tam olarak kesişiyor. Obama, Soğuk Savaş’ın galibi bir ülkeyi yönetmeyecek, Irak’ta kaybeden bir ülkenin restorasyonunu sağlamaya çalışacak. Dolayısıyla özellikle Ortadoğu’da, BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi Türkiye’ye epey ihtiyaç duyacak. Bu, hem Türkiye hem de ABD için olumlu bir tablo. Yeter ki Obama, dünya sorunlarına ve Ortadoğu’ya bakarken, alışılmış jargon ve aktörlerle oyuna devam etmeyi denemesin. Ancak Ortadoğu barışına yaptığı katkıyla, müzakere süreçlerinin vazgeçilmez ülkesi haline gelen Türkiye ile hâlâ doğrudan temasa geçmemesi, Obama’nın da bölge dinamiklerini doğru değerlendiremeyeceği izlenimini uyandırıyor.
Paylaş
Tavsiye Et