TEMMUZ ayında Doğu Türkistan’dan gelen haberlerle Türkiye’nin gündemine yeni bir insan hakları sorunu düştü. 1949’da Çin’in resmî işgaliyle başlayan Doğu Türkistan meselesi, aslında iki yüzyıldan uzun bir süreyi kapsayan kısmi işgalleri ve saldırıları içeriyor. Bugüne kadar uluslararası kamuoyunda diğer işgal ve insan hakları meseleleri kadar gündeme gelememiş olan Doğu Türkistan meselesini anlayabilmek için bölgede yaşananların tarihine bir göz atmak gerekir. Zira ortada “alışılmış” bir işgal değil, tam anlamıyla bir “medeniyet yıkımı” var.
Önce Büyük Hun İmparatorluğu, daha sonra da Göktürk Devleti’nin sınırları dâhilinde yer alan Doğu Türkistan topraklarında 744 yılında Uygur Devleti kurulur. Uygur Devleti, Kırgız, Oğuz ve Tatar boylarını kendine bağlar; hatta yıllık vergiye bağladığı Çin’in bir kısmını da hâkimiyeti altına alır. 800’lü yılların başlarına kadar oldukça parlak bir dönem geçiren Uygur Devleti, ilk olarak Kırgızların saldırısına uğrar, hükümdarları öldürülür. Bu süreçte Çin ile ilişkilerin genellikle dengeli bir şekilde sürdürülmesi tercih edilirken, özellikle Kansu Uygurları döneminde ticaret alanındaki gelişmeler göze çarpar. Öyle ki, yaklaşık elli yıl içerisinde Orta Asya İpek Yolu ticaretine hâkim olmaya başlarlar.
Uygurlar, farklı isimler altında da olsa bölgede kültür, ekonomi ve sanatın gelişmesinde uzun süre öncü rol oynarlar. 1209 Moğol istilasına kadar gelinen nokta, bugün için bile hayret vericidir: Ziraatçının, tüccarın ve sanatkârın haklarını koruyan yasalar yapılır; yazı yazmak için kağıt üretilip matbaa geliştirilir; Göktürklerden sonra kendi alfabelerini kullanan ikinci Türk topluluğu olurlar. Daha sonra Karahanlılar Devleti’nin kurulması ve İslamiyet’in kabulüyle yeni bir sayfa açılır; bölgede çok sayıda ilim ve siyaset adamı yetişir.
Doğu Türkistan için bundan sonraki süreç, bugünkü vahim durumun zeminini hazırlayacak şekildedir. Bunun temel sebeplerinden biri, Çin ve Rusya’nın bölgeye yönelik politikalarının yanı sıra, bölgede ardı ardına kurulan Türk devletlerinin anlaşmazlıklar ve iç bölünmeler yüzünden dağılıp gitmesidir.
1949’a gelindiğinde ise Doğu Türkistan topraklarına hâkim olan, komünizmdir. Bu dönemde yeni Çin yönetimi, bölgeye oldukça sıkı bir takip sistemi getirir. Bir kişinin izin almadan bir başkasını ziyaret etmesi yasaklanırken, bir köyden veya şehirden diğerine gidiş, polis izni ve takibine bağlanır. İspiyonculuk ve casusluk halk arasında teşvik edilir, okullarda çocuklar için bir sınıf geçme aracı haline getirilir.
1955’te Doğu Türkistan, “Şincan Uygur Otonom Bölgesi” resmî adıyla bugünkü özerk konumunu alır. Doğu Türkistan, bugünkü adıyla Şincan (“yeni sınırlar” veya “yeni sömürge” anlamındadır), Çin’in “bölünmez bir parçası” haline gelir. Çin’e karşı direniş gösteren Doğu Türkistanlı liderlerin çoğu yakalanıp infaz edilir; kalanlarsa vatan haini ilan edilir ve ülkeye girişleri yasaklanır. Buna rağmen 1953’te şiddetlenen halk direnişleri, 1957’ye geldiğinde Doğu Türkistan’ın geneline yayılır. Çin yönetiminin halk ayaklanmalarına karşı tepkisi, bugünkünden pek farklı değildir: Aradan geçen dört yılda 500 bine yakın Doğu Türkistanlı yakalanır ve işkencelerle öldürülür. Doğu Türkistan Valisi Seyfeddin Azizi’nin halk ayaklanmalarını “aşırı milliyetçi hareketler” olarak nitelendirip Çin politikalarını desteklemesiyle Doğu Türkistan halkının bağımsızlık ya da en azından “adil politikalar” yönündeki beklentileri imkansızlaşır.
Bu süreçte Doğu Türkistanlılar için Çin baskısından kaçış da başlar. 1949’un son aylarında başlayan göçlerde Hindistan ve Pakistan’a doğru yola çıkan 7.000 Doğu Türkistanlıdan ancak 1.800’ü bu ülkelere ulaşabilir. Göçler 60’lı ve 80’li yıllar boyunca devam eder. Bugün dünya çapındaki Doğu Türkistan diasporasının 1 ila 3 milyon olduğu tahmin edilirken, Türkiye’de de 30 bin civarında Doğu Türkistanlı olduğu biliniyor.
Doğu Türkistan’da bugün de artarak devam eden baskı uygulamalarının ilk hedefi, halkın dinî ve kültürel yaşamıdır. Komünizmin bölgeye ilk geldiği yıllarda camiler ve medreseler kapatılır, hatta yıkılır; ileri gelen din adamları ve ulema yakalanır, resmî rakamlara göre 120 bini idam edilir. Mao’nun ölümünden sonra uygulanan “açık kapı” politikasıyla 1980’lerden sonra geçici bir rahatlama yaşansa da, bu dönem çok uzun sürmez. İbadetlerin yerine getirilmesinde, halen devam eden, sıkı kısıtlamalar devreye girer: 18 yaşından küçük çocukların her türlü dinî eğitim alması ve ibadet etmesi, yetişkinlerin de cemaat halinde her türlü ibadeti yasaklanır. Memur ve işçilerinse ibadethanelere gitmeleri yasaklanır. İnsanların evlerinde Kur’ân-ı Kerim bulundurması bugün bile suçtur. 1949 ile 1979 yılları arasında Doğu Türkistan’da 29 bin cami yok edilirken, 1997’den bu yana sadece Hoten bölgesinde 1.218 cami kapatılır ve 1.000’e yakını yıkılır, Cuma hutbeleri de yasaklanır. 5 Temmuz’da başlayan olaylarda hükümetin aldığı ilk önlemlerden birinin camilerin kapatılması ve Cuma namazının yasaklanması olması da, bu bağlamda beklenen bir uygulamaydı.
Doğu Türkistan’da yaşananları tam olarak bilmek hiçbir zaman mümkün olmadı. Son olaylarda bile dünyaya, Çin hükümetinin verdiği rakamlar açıklandı. Dünya ile ilişkisi hemen hemen kesik olan bu bölgeye ilişkin uluslararası örgütlerin hazırladığı raporlar, bize ancak yaklaşık bir fikir veriyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre, Doğu Türkistan’da 1997’den bu yana devlet güvenliği gerekçesiyle 200’den fazla insan idam edildi ve Çin yönetimi bu konuda dünyada ilk sıraya oturdu. 11 Eylül sonrasında Amerika’nın terörle mücadelesine büyük destek veren Çin’in, aynı “mücadele”yi Doğu Türkistan topraklarında yürüttüğü görülüyor. Zira 145 hapishanenin yanı sıra 30’dan fazla toplama kampının bulunduğu Doğu Türkistan’da, son verilere göre en az 250 bin Müslüman siyasi tutuklu bu cezaevlerinde yatıyor. Doğu Türkistan Enformasyon Merkezi’nin verilerine göre her ay 20-30 kişi türlü işkencelerle öldürülürken, gözaltına alınan veya tutuklanan birçok kişiden de haber alınamıyor. Nitekim 26 Haziran’da bir fabrikada Çinlilerle Uygur Türkleri arasında çıkan kavganın ardından Doğu Türkistanlıların 5 Temmuz’da sokaklara dökülmesiyle patlak veren son olaylarda kaç kişinin öldüğü de tam olarak bilinmiyor. Çin hükümeti ölü sayısını 192 olarak açıklarken, Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir, bilançonun binleri aştığını dile getiriyor. Öte yandan Çin yönetiminin, olaylarda gözaltına alınan 196 Uygur Türkü’nü hiçbir sorgulama ve mahkeme sürecine tabi tutmadan kurşuna dizdiği, bölgeden gelen haberler arasında.
Doğu Türkistan halkına yönelik baskılar, başka pek çok alanda kendisini gösteriyor. Halkın eğitimine ayrılan ödenek her geçen yıl daha da azaltılıyor. Çin tarihinin öğretildiği eğitim sisteminde, Doğu Türkistan’ın kendi tarihi ve kültürüne dair bir ifade kullanan kişiler, pişmanlık belgesi vermek zorunda kalıyor; söz konusu kişi bir öğrenciyse, bu durum, okuldan atılma veya işkence görmeye kadar varabiliyor. Ülke genelinde zaten sıkı politikaların uygulandığı nüfus kontrolü konusu ise Doğu Türkistan halkı için kelimenin tam anlamıyla “eziyet”e dönüşmüş durumda. Ailelerin şehirde bir, kırsal alanda ikiden fazla çocuk sahibi olmalarına izin verilmezken, bu kuralı aşan Müslüman kadınlar, her türlü sağlık ve hijyen koşullarından uzak toplu kürtajlara tabi tutuluyor; kuraldışı doğan çocuklarsa hiçbir vatandaşlık hakkından yararlanamıyor.
Doğu Türkistan’ın, dünya ekonomisine hâkim olma iddiasındaki Çin’in bu denli “ayrılmaz bir parçası” olması zengin doğal kaynaklarıyla da bağlantılı. Öyle ki, Doğu Türkistan’ın topraklarının altında bulunanlar, üzerinde yaşayanlardan daha değerli. Yoksulluk sınırı altında yaşayan Doğu Türkistan halkı, kendi adına bu zenginlikten hiçbir pay alamıyor. Çin’in toplam mineral miktarının %78’i, 148 tür madenin 118’i, toplam maden ocaklarının %85’i bu topraklardan çıkarılıyor. 500 noktasından petrol, 30 noktasından da doğalgaz çıkartılan Doğu Türkistan’ın -keşfedilen- petrol rezervlerinden her yıl 10 milyon tonu Çin’e taşınırken, bölgedeki yaklaşık 2,2 trilyon tonluk kömür rezervi de Çin rezervinin yarısını oluşturuyor. Ayrıca oldukça verimli 150 bin kilometrekarelik tarım arazisine sahip Doğu Türkistan, Çin’e ılıman iklim ürünlerinin yanı sıra yüksek kalitede kereste sağlıyor. Bu liste elbette ki daha da uzatılabilir. Çin, bir ekonomi devi oluşunu büyük oranda bu kaynaklara borçlu ve bütün dünyayı karşısına alma pahasına bu durumu sürdürmeyi göze almış görünüyor. Zaten Doğu Türkistan meselesinde Çin, karşısına alacak duyarlı bir uluslararası kamuoyu ile de henüz karşılaşmış değil.
Paylaş
Tavsiye Et