DÜNYANIN geleceğine dönük önemli kararların alındığı platformlardan biri olan G-8’lerin bu yılki zirvesi, 8-10 Temmuz tarihleri arasında İtalya’nın L’Aquila kentinde yapıldı. Bu yılki zirvenin öncekilerden temel farkı, Obama’nın ABD başkanlığıyla birlikte dünya kamuoyuna egemen olan katılımcılık ve işbirliği fikrinin bir yansıması olarak çok sayıda devlet ve hükümet başkanı ile uluslararası organizasyon yöneticisine ev sahipliği yapmasıydı. Zirvede dünyanın karşı karşıya bulunduğu ekonomik kriz, açlık ve gıda güvenliği, iklim değişikliği ve uluslararası politik konular ele alındı. Tartışılan konular ve alınan kararlar farklılık gösterse de zirve genel olarak özellikle Nisan ayında Londra’da yapılan G-20 Zirvesi’nde yakalanan atmosferin devam ettirilmesine dönük bir niyet tazeleme niteliği taşıyor. Bu bağlamda ulus-devletlerin, ekonomik kriz süreciyle kesintiye uğrama yoluna giren küreselleşmenin kontrol altına alınması ve yönetilmesi sürecinde temel karar alıcı aktör olarak hâkimiyetlerini devam ettirmeye kararlı oldukları anlaşılıyor.
İlk ve en önemli gündem maddesi olan ekonomik kriz konusunda devlet ve hükümet başkanları Londra’daki G-20 Zirvesi’nin sonuçlarını teyit eden ve güçlendiren kararlara imza attılar. Bu noktada uluslararası ticaretin kriz sürecinde uygulanacak ulusal politikalarla zedelenmemesinin önemine ve Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde yapılan müzakerelerin bir an önce nihayete erdirilmesinin gerekliliğine vurgu yapılan zirvede, krizin olumsuz etkilerinin azaltılması için uluslararası işbirliğinin elzem olduğuna, piyasaların daha etkin işlemesi için hesap verilebilirlik, şeffaflık ve denetim konusunda ihtiyaç duyulan düzenlemelere de değinildi.
Gündeme damgasını vuran bir başka konu ise iklim değişikliği sorunuyla ilgili yapılması gerekenlerdi. Küresel karbon emisyonunun 2050 yılına kadar %50, gelişmiş ülkelerce salınan emisyonun ise %80 oranında azaltılmasına yönelik uzun vadeli bir hedef belirlendi. G-8’ler de dâhil olmak üzere gelişmiş ve gelişmekte olan toplam 16 ülkenin liderleri, enerji ve iklim konulu bir bildiri yayınlayarak Aralık ayında Kopenhag’da yapılacak BM İklim Değişikliği Konvansiyonu toplantısı öncesinde bir çerçeve belirledi. Ayrıca gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde çevre dostu teknolojilere yönelik araştırma ve geliştirme yatırımlarının 2015’e kadar iki katına çıkarılması öngörüldü.
Uluslararası politika alanında zirvenin ana gündemi ise İran’daki gelişmelerdi. Seçim sonrasında hükümetin muhalefete dönük faaliyetleri kınanırken, İran’ın nükleer programını uluslararası denetime açması konusu bir kez daha vurgulandı. İkinci olarak Ortadoğu’da barış için iki devletli çözüme olan inanç dile getirilirken, Filistin Devleti’nin kurulmasına dönük altyapı yatırımlarına destek verileceği sonuç bildirgesinde yer aldı. Ayrıca Kuzey Kore’nin nükleer programı çerçevesinde gerçekleştirdiği denemeler bir kez daha kınandı. Temel gündem maddelerinden biri olan terörizm konusunda ise Afganistan ve Pakistan hükümetlerinin Taliban’a karşı yürüttüğü operasyonlar desteklenirken, dünya genelinde terörizme karşı savaşta uluslararası işbirliğinin kaçınılmazlığı dillendirildi. Zirvenin Obama sonrası Amerika yönetiminin küresel meseleleri ele alışını yansıtan en önemli sonuçlarından biri ise Brezilya, Çin, Hindistan, Meksika ve Güney Afrika’nın yanı sıra Mısır’ın da yer aldığı bir toplulukla birlikte 2007’de Almanya’da yapılan Heiligendamm Zirvesi’nde başlayan karşılıklı işbirliği ve anlayışın güçlendirilmesi ve küresel yönetişim sürecine bağlı kalınacağının altının çizilmesiydi.
G-8 ve Küresel Açlık
Dünya ekonomik krize eşlik eden bir gıda ve açlık kriziyle karşı karşıya. 2008 yılında gıda fiyatları tarihî zirvelerine ulaştı. Bu sene içerisinde her ne kadar düşüş yaşansa da hâlâ 2006’daki fiyat düzeylerine gelinemedi. Aslında açlık son on yıldır artıyor. Gıda fiyatlarında süregiden katılık, dünyanın gelecekte daha fazla kronik açlık ve gıda problemleriyle karşılaşacağı tahminlerine yol açıyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FOA)’nün verilerine göre ekonomik kriz, artan işsizlik ve azalan gelirlerle birlikte dünyada aç insan sayısı bugün itibarıyla 1,02 milyara ulaşmış durumda. Bu insanların hemen hemen tamamı gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Açlık problemiyle yüzleşen insanların %60’ı Asya Pasifik bölgesinde, %25’i Sahra Altı Afrika’da, %5’i Latin Amerika ve Karayiplerde, %4’ü Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşıyor. Gelişmiş ülkelerde ise açların sayısı tahminî olarak 15 milyon ve bu da yaklaşık %1,5’lik bir orana tekabül ediyor.
Dünyanın karşı karşıya bulunduğu bu tehdit G-8 Zirvesi’nin de ana gündem maddelerinden biriydi. Liderler başta Afrika olmak üzere dünya genelinde gıda güvenliğini arttırmak amacıyla bir inisiyatif başlattı. Bu inisiyatif çerçevesinde 20 milyar dolarlık bir kaynağın üç yıl içerisinde fakir ülkelerdeki kırsal kalkınmayı desteklemek için BM eliyle kullandırılması öngörülüyor. Yine gıda fiyatlarındaki aşırı yükselmeleri önleyecek şekilde türev piyasalarda yapılan spekülasyonların düzenlemeye tabi tutulması da bu konuda alınan başka bir karar oldu.
Ele alınan tüm konulara ve verilen tüm kararlara bakıldığında, ekonomik krizin çıkışından itibaren dünyaya egemen olan tavrın bu zirvede de devam ettirildiği, bu bağlamda ulus-devletlerin krizi yönetme ve geleceğe şekil verme noktasında başat aktör olma hususunda niyet tazeledikleri anlaşılıyor. Özellikle Obama sonrasında dünya politik arenasına hâkim olmaya başlayan paylaşım, işbirliği, karşılıklı anlayış, katılımcılık gibi söylemlerin bu zirveye de egemen olduğunu görmek mümkün. Dünyanın büyük güçleri belki de hiç olmadığı kadar ötekini de dinleme ihtiyacı hissediyor. Bunun altında yatan en önemli sebep ise ekonomik krizle meşruiyeti iyiden iyiye zaafa uğrayan küresel sistemin, pazar fikrine dayalı temel ideolojik altyapısına, ana parametrelerine ve kurumlarına zarar vermeden, krizin sebep olduğu yıkımın önüne geçebilme çabası. G-8 Zirvesi de bir istisna değil. Ancak açmaz şu ki, her ne kadar ekonomik krizin etkisi azalmaya başlamış olsa da dünya sisteminin küreselleşme sürecinin zorunlu kıldığı bir revizyona ihtiyacı olduğu da muhakkak. G-8 Zirvesi’nde alınan kararların, verilen sözlerin yerine getirilip getirilemeyeceğini zaman gösterecek; ancak devletler kaçamak oynamaya devam ettikleri, küreselleşmeye uygun olarak tüm ekonomik ve politik aktörleri, sivil toplumu sistemin yeniden şekillenme sürecine dahil edip taşın altına ellerini sokmaya ikna etmedikleri, kısacası ulus-devletler “Tek aktör biziz ve bizim dediğimiz olacaktır” demeye devam ettikleri sürece, küresel yönetişim vizyonunun akamete uğraması kaçınılmaz gözüküyor.
Paylaş
Tavsiye Et