Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini, toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe
(Kara Yılan)
KENDİMİ yedinci oğul olarak hayal edekaldığım şiiriyle Sezai Karakoç’u tanıdığımda, yepyeni bir dünyanın kapısında olduğumu hissetmiştim. Çağını parmaklarından süt içmeye çağıran, İslam’ı bir süt beyazlığında ve safiyetinde kavrayan ve kaleminden dünyaya sunan Karakoç’un sanatın birçok dalında ve düşüncenin birçok türünde ortaya koyduğu eserlerinde yolculuğa çıktıkça bu sezgimin yersiz olmadığını da görmüş oldum.
Sezai Karakoç kırk yılı aşkın bir zamandır arı-duru İslam kavrayışından ve yaşayışından damıttığı incelikleri sunmaya devam ediyor. “Dünya bir istiridye/Dönüşelim bir inci tanesine” diyor ve dünyanın incisi, İslam insanının prototipi olarak düşünebilmenin ve eyleyebilmenin mücadelesini veriyor. İslam’ın tazeliğini; her dem yeniliğini; âb-ı hayat gibi insanı ve toplumu diriltecek, ona hayat üfleyecek yegane nefha olduğunu; var olmamızın anlamına ermenin ancak İslam’la kurulacak kuvvetli ve sağlıklı bir bağla mümkün olabileceğini anlatıyor.
Devlet merkezli düşünmenin hegemonik bir karakter arz ettiği bir dönemde Karakoç, insan-İslam ilişkisini tarih içerisinde anlamlandırmamızı mümkün kılacak en iyi analitik aracın ‘medeniyet’ olduğunu savundu. Farklı varlık anlayışlarının sosyal bir kalıba dökülüp tecessüm etmiş hali olarak gördüğü ‘medeniyet’ kavramını tüm tarih okumasının, tahlillerinin ve terkiplerinin merkezine alarak yeni bir dil ve yeni bir dünya inşa etti. Bu anlamda Karakoç yürüyen bir medeniyet vicdanıdır. Ete kemiğe bürünmüş bir medeniyet öznesi. Vahyin hayatın tüm alanlarını kuşatıcı bütüncül anlayışını tarihte ‘medeniyet’ler üzerinden okuması, İslam’ın değerlerini ve kurumlarını taze, münbit ve sahih bir dille yaşadığı çağ bağlamında yorumlaması, Türkiye’de Müslümanca düşünüp Müslümanca yaşamak gayretinde olanlar için engin bir ufuk açtı.
Özgün bir medeniyetler tarihi okuması var Karakoç’un. Peygamberler tarihini yine oradan türettiği güçlü imajlarla bu özgün tarih okuması içine yerleştiriyor. Tahlilleri hem tarihsellikleri ve tikellikleri, hem de tarih-ötesi aşkınlıkları ve evrensellikleri titizlikle yakalayan, duru bir Müslüman bilincin dışavurumu. Terkipleri İslam insanının modern zamanlarda yüzleştiği felsefi ve siyasi meydan okumalara karşı vereceği cevabın temellerini atıyor. Kirlilikler çağında vahyin elinin değdiği bir insanın, ailenin, toplumun, devletin, piyasanın, sanatın ve edebiyatın nasıl olacağı sorusuna cevap arıyor, bazen cevabın kendisi oluyor. Özellikle Batı medeniyeti olmak üzere diğer ‘medeniyetler’in tarihî tecrübelerini ve o tarihlerini kuran düşüncelerini tahlil ettikten sonra insanın iç evrenine ve sosyal hayatına düzen veren bir bütünlük olarak kavradığı İslam’ı tek ‘medeniyet’ imkanı olarak teklif ediyor. Dolayısıyla Karakoç’ta ‘medeniyet’in tekil ve çoğul kullanımlarının ikisi de farklı semantik içeriklere işaret edecek biçimde beraber yer alıyor. Karakoç Greko-Romen kökenlerinden alarak modern Batı düşüncesinin ve kurumlarının etraflı bir tarihsel ve felsefi eleştirisini yaparak, Müslümanca düşünmenin ve yaşamanın imkanlarını ve insanlık için vaat ettiklerini tartışıyor.
Geleneği değerlendirişi, okuyuşu ve yoğuruşu Karakoç’un en kuvvetli ve özgün yönlerinden biri. Kadimin birikimini ve geleneğin erdemlerini savunmacı, içe kapanmacı veya inkarcı aşırılıklar ve tepkisellikler içine girmeden, yeni ve sağlıklı bir okumayla bugüne taşıyan bir fikir işçisi. Davetine, çağrısına, derdine âşık bir çile insanı. Diriliş piri. Bayraklaştırdığı kavram olan ‘diriliş’, Karakoç için insan tekini ve topluluklarını kuran, onların sosyal hayatlarına, geliştirdikleri maddi formlara öz veren bir şahsiyetin, İslam insanının inşası projesidir: “Diriliş Akımı, bir yaşama tarzı davasıdır.” Siyaset bu varlık tasavvurunun ve dünya görüşünün sosyal bir form kazanabilmesinin mücadelesidir. Karakoç’un siyasete ilişkin görüşleri ve alandaki tecrübesi birçok yönden Platon’un felsefi çabasını andırıyor. Karakoç da tıpkı Platon gibi, iktidarın meşruiyetinin kaynağını ‘güç’te değil ‘hakikat’le kurulan yakınlık ilişkisinde buluyor. Hakikatin merkeze alınmadığı bir düşünüşün ve siyasal örgütlenmenin meşruiyet iddia edemeyeceği ve sadra şifa olamayacağı aksiyomu üzerinde bir anlayış inşa ediyor. Bu anlamda Diriliş siyaseti, Platon’un Devlet’te yapmak istediği gibi, üst bir standart koyarak diğer düşünceler ve akımlar için kendilerini konumlayabilecekleri bir mikyas ve “güller açan bir gül ağacı” olmayı hedeflemişti.
Karakoç’u bir medeniyet şairi ve düşünürü kılan en özgün yönlerinden biri de İslam’ın umdelerini, peygamberlerini, şehirlerini, kurumlarını sanatının ve düşüncesinin içerisine büyük bir heyecan, canlılık ve tabiilikle yedirebilmesidir. Namaz candamarımız; oruç ve zekat hayatımızı kuran dokularımızdır Karakoç’ta. Hızır’la konuşuruz. Kâbe her dem önümüzdedir. Cennet özlediğimiz yitiğimizdir. Tuba kalbimize kök salan ağacımızdır. Kıyamet aşımızdır. Cebrail soluğumuzdur. Oruç samanyolumuzdur. ‘Ümmet’ tüm sıcaklığı ve kuşatıcılığıyla kanımızdadır. Mekke, Medine, Bağdat, Şam, Semerkand, Saraybosna içimizdedir: “Yetiş dirilt insanımızı/Seni sevenin ismiyle yetiş bize/Yetiştir bize/Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını/Verim yağmuru insin ülkemize/Mekkeye medineye şama/Kudüse bağdata istanbula/Semerkanda taşkente diyarbekire/Yetiş peygamber imdadı yetiş/Yetiş Allah’ın izniyle/Yetiştir erlerini”
Karakoç kendi dilini inşa etmiş özgün bir düşünür. Gürül gürül çağlayan dolgun bir pınar. Yüreğimizi ve aklımızı besleyen münbit bir kaynak. Derin bir bilge. Diriliş piri. Leyla vü Mecnun’un modern şairi. Kültür Bakanlığı, 2006 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü Sezai Karakoç’a vermeyi kararlaştırdı. Kültür Bakanlığı için büyük onur.
Paylaş
Tavsiye Et